Karlar düştü, bembeyaz bir ambiyans güzel şeyler yazmak istiyor insan ama

“Titreyerek okuldan dönen çocuklar” geliyor aklıma o karlı günün başlangıcında,

“Kömür memleketinde evine kömür getirmek için çaba gösteren babalar”,

“Soğuk evler, yarım yamalak masalar, imkânsızlık deryasında mucizeyi kovalayan anneler”,

Ve daha niceleri…

“Karın keyfini yine çocuklar çıkardı“ manşetleri de yalan - demode oldu bence,

Hangi çocuklar, ayağı su alan mı, 4-5 yıldır aynı tek parkesini giyen mi?

İnsan üzülüyor, oysa ne kadar romantik – ilham dolu bir hadisedir değil mi kar yağışı!

Karın keyfini

“ Sıcacık evinde, doğalgaz – odun – kömür tedirginliği yaşamayan,

Bin – iki bin liralık montu – botu olan, ayağı su almayan – kat kat çorap giymeyenler,

Acaba tencerede ne kaynayacak, bugünü nasıl geçireceğiz diye mucizeyi kovalamayanlar, “

Çıkarır.

Ama yine de en çok onlar dert yanarlar ( ağlarlar ) paradoksuna sokmayacağım sizleri,

Bu başka bir konu, onu başka zaman konuşuruz.

Rabbim bu karlı soğuk günlerde önce Kahraman Mehmetçiğimize sonra da hayat mücadelesini yaşayan – çorbasını kaynatmaya çalışan garibana dayanma gücü versin inşallah.

Şimdi bu sözleri yazarken aklıma düşen mısraları paylaşmak istiyorum sizlerle, günün anlam ve önemine biraz da olsa tercüman olan o mısralar:

“Uzun İnce Bir Yoldayım
Gidiyorum Gündüz Gece
Bilmiyorum Ne Haldeyim
Gidiyorum Gündüz Gece


Dünyaya Geldiğim Anda
Yürüdüm Aynı Zamanda
İki Kapılı Bir Handa
Gidiyorum Gündüz Gece “

Hey gidi güzel insan, büyük insan. Yüreği güzel insan, görmek için illaki gözlere gerek olmadığını dünyaya ispatlayan, gönül gözüyle bakan, insanlara dokunan cefakâr insan.

Sanatçı kelimesinin sözlükte anlamı olan insan. Senin o eşsiz sözlerin tercüman oluyor bugünlere, diyorum ki bu günleri görerek mi yazdı ki acaba; sonra senin yaşadığın acıların, imkânsızlıkların geliyor aklıma.

Daha 7 yaşında çiçek hastalığından gözlerinden birini kaybetmişsin; bu kadar acı yetmezmiş gibi iki kız kardeşini de aynı hastalık yüzünden kaybetmişsin. Daha sonra vahim bir kaza sonucu diğer gözünü de kaybediyorsun. Daha 7 yaşında yaşadığın acıya bak.

Esma Hanım ile evlenen Âşık Veysel ‘i acılar bırakmamaya yemiş etmiş gibi; olumsuzluklar bir türlü terk etmemiş sanatçıyı. Yeni doğan erkek çocuğunu kaybetmiş, peşine anne ve babası da vefat edince hepten hayata küsmüştür. Bu kadar acının peşine bir de eşi başkasıyla kaçarak; sanatçıyı daha da acıya gömmüştür.

Kendini türkülere vermiştir, türkülerde soluklanıp nefes almaya; hayata tutunmaya çalışmıştır. Bu arada eşi terk edip gittiğinde iki aylık kız çocuğu Âşık Veysel’in yanında kalmıştır. Fakat erkek çocuğu gibi kız çocuğu da erken yaşta vefat etmiştir. Sanatçımız artık kendini türkülere hapsetmiştir; dört bir yanı acıyla sarılmıştır resmen. Türkülerle bir nebzede olsun nefes almıştır. Acıları son bulmamıştır daha da devam etmiştir. En sonunda 21 Mart 1973 tarihinde kanserden hayatını kaybetmiştir üstadımız.

Âşık Veysel’in dediği gibi “ Ben giderim adım kalır, Dostlar beni hatırlasın”; seni unutursak içimiz kurusun, yazıklar olsun bize. Ruhun şad olsun güzel yürekli insan.

**

“Kubbede hoş bir seda bırakmak“ bu sözü duymuşsunuzdur mutlaka,

Hoş bir seda için bir şey yapanlardan mısınız? Yoksa bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyenlerden mi? Tabii bunun cevabını siz daha iyi bilirsiniz.

Yalnız cevabınızı ararken en azından kendinize şeffaf – dürüst olmanız da fayda var, hani doğru cevaba ulaşmak istiyorsanız tabii, yoksa benim ne haddime yatırım tavsiyesi değildir kendi görüşlerim sadece.

Neyse, şu kar manzaralı imkânsızlığın hâkim olduğu termik aromalı emeğin başkenti olan memleketimde, şu yazıyı güzel birkaç kelam üstad Ahmed Arif’in sözleriyle bitireyim.

“ Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip…
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının…
Dayan kitap ile

Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.“

Sevgi ve Saygılarımla.