Birkaç gün önce terör örgütleri tarafından ülkemiz ve sayın Cumhurbaşkanımız aleyhine düzenlenen eylemlere “sözde özgürlük” adı altında göz yuman ve orada yaşananlara kör, sağır ve dilsiz kalan İsveç hükümeti şimdi de Stockholm Türk Büyükelçiliği önünde Rasmus Paludan isimli bir müptezelin milyarlarca insanın kutsal kitabı olan, yüce kitabımız Kuran-ı Kerimin yakılmasına sessiz kaldı. Hemen belirtelim ki nefret suçu ve ırkçılık asla düşünce özgürlüğü değildir. Böyle müessif olaylarla son zamanlarda zıvanadan çıkmış bir görüntü sergileyen İsveç hükümetini ve yüce kitabımızı ateşe veren kepazeyi şiddetle ve nefretle kınıyorum. 

Kur’an-ı Kerim’e yapılan bu menfur olay karşısında ilk tepki yine Türkiye’mizden geldi. Dışişleri Bakanlığı'mız olayın hemen sonrasında; "Ülkemizin tüm uyarılarına rağmen, İsveç’te bugün kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim’e karşı yapılan aşağılık saldırıyı en güçlü şekilde lanetliyoruz" şeklinde bir açıklama yaparak aziz milletimiz adına tepkisini en bariz bir şekilde ortaya koydu. Bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak öncelikle Devletimize bu vakur duruşundan dolayı şükranlarımı arz ediyorum. Allah (cc) devletimize zeval vermesin.

Cumhur İttifakı ortağı MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli de İsveç’in bu ahlaksız eylemine en sert şekilde tepkisini göstermiş ve hepimizin takdirini kazanan şu açıklamayı yapmıştır:

“İsveç’in NATO üyeliği bu şartlar altında Gazi Meclis’in onayından geçemeyecektir. Dinimize, dilimize, değerlerimize, Türk ve Türkiye Yüzyılı hedeflerimize hıyanetin ve saygısızlığın muhakkak bir sonucu olacaktır. Bu sonuca ulaşmak için diyorum ki: Aziz Milletim Sıra Sende.”

Bu vesile ile sayın Bahçeli’ye de hissiyatımıza tercüman olan bu açıklamasından dolayı tebrik ve teşekkürlerimi arz ediyorum.

Sokaklarında yaşanan bu Türk ve İslam düşmanlığı kepazeliklerini cılız açıklamalarla geçiştirmeye çalışan İsveç hükümetinin de, yaşananlara sessiz kalan iki yüzlü batının da sözde “inançlara saygı” maskeleri bir kez daha düşmüş, İslam düşmanlığında ne kadar zirve oldukları bu olaylarla bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Neden Türkiye Büyükelçiliği?

Bu çirkin saldırıyı Türkiye’nin Stockholm Büyükelçiliği önünde yapmaları çok manidardır. 

Çünkü Savunma Sanayiinde destanlar yazmaya, Mavi Vatanda Enerji üsleri kurmaya ve dünya siyasetinde yönetilen değil yöneten olmaya başlayan bir Türkiye’den rahatsız olmaya başladılar. 

Çünkü onlar, uyuyan devin yeniden uyanmasından, Türkiye denen aslanının yeniden kükremesinden ve ayağa kalkmasından korktular.

Korktular. Mazlumların hamisi Payitahtın yeniden dirilişinden, dünya beşten büyüktür diyen bir liderin ardında milyonlarca yiğitle, kahramanla gelişinden korktular.

Korktular, Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerden, birleşmelerden, kucaklaşmalardan korktular. 

Rusya ve Ukrayna arasında yaşanan savaşta arabulucu, tahıl krizini çözmekte bir dahi olarak Müslüman bir Türk evladını, Cumhurbaşkanımız sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı görmekten korktular. 

Türk Milletinin menfaatine yaşanan her gelişmede etekleri tutuştu. Her yerde rol almaya, ağa babalarının yazdığı senaryoları oynamaya başladılar. 

Durmuyor, dinlenmiyorlar. Ülkemiz üzerinde gece gündüz oyun oynuyor, tuzak kuruyorlar. Dün İha’lar, Siha’lar, bugün mukaddes kitabımıza yönelik yalanlar, iftiralar…

Hem içeriden hem dışarıdan en kıymetlilerimize saldırı üstüne saldırı, hakaret üstüne hakaret ediyorlar. 

Ama üstad Sezai Karakoç’un dediği gibi;

Ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır,
Gün batsa ne olur, geceyi onaran bir mimar vardır.

Unutmayalım ki; Kâfirin kâfirliğini korkusuzca yaptığı bu dünyada Müslüman Müslümanlığını cesaretle yaşamadıkça mukaddes değerlerimize yapılan saldırılar durmayacaktır. 

İslam düşmanları karşısında ezilmemek ve kendimizi ezdirmemek için sen ben kavgalarını bir tarafa bırakıp; bir olmak, iri olmak, diri olmak zorundayız. 

Merhum Abdürrahim Karakoç’un öteler ötesinden adeta yüreklerimize her gün fısıldayan şu sözleri ne kadar manidardır. 

"Beden ölür, çürür, cana bakın siz.
Kim kiminle yürür, ona bakın siz.
Bırakın dönsün dönme dolaplar.
Haktan hakikatten yana bakın siz."

İşte bu sözlere kulak verip kimlerle yürüdüğümüze ve körü körüne kimin değirmenine su taşıdığımıza baktığımız ve saflarımızı belirleyip tüm Müslümanlar olarak birbirimize sımsıkı kenetlendiğimiz gün, sadece İsveç eşkiyalarının değil, tüm İslam düşmanlarının korkudan ayak bağlarının çözüldüğü gün olacaktır.

Merhum Arif Nihat Asya’nın muhteşem Naat’ında "Ebu Leheb öldü" diyorlar: Ebu Leheb ölmedi, ya Muhammed; Ebu Cehil, kıtalar dolaşıyor!” dediği gibi asrın Ebu Leheb'leri, Ebu Cehilleri görevlerini yapmaya devam ediyor. 

Ya asrın Musa’ları, İbrahim’leri, Ömer’leri, Ali’leri, Mus’ab’ları, Hamza’ları…? 

Elbette onlar da görevleri başındadır. Yeri ve zamanı geldiğinde geceyi aydınlatan yıldızlar misali onlar da aydınlatacaktır karanlık diyarları. Pek çoğu da aydınlatmakta, ümmetin mazlumlarına kol kanat germeye devam etmektedir.

Nihai zafer, Firavunların, Nemrutların, Ebu Cehillerin, Ebu Lehep'lerin değil, onların karşısında dimdik duran ve safını belli eden Musa’ların, Harun’ların, Ömer’lerin, Ayşe’lerin, Fatma’ların, İbrahim’lerin olacaktır. 

Allah (cc)’ın vaadi kesin. İslâm ve Kur’an düşmanları her zaman yenilgiye mahkumdur. Bu defa yenileceklerdir. Bu, dün böyleydi. Bugün böyle. Yarın da böyle olacaktır. İşte Allah (cc)’ın bu konudaki buyruğu; 

“Deki: Ey kafirler, yenileceksiniz ve toplanıp cehenneme sürüleceksiniz" (Ali İmran Sûresi, 12)

Sözlerimizi İslâm ve Müslümanlar adına müjde dolu Saf Suresi 8. Ayet-i Kerime’nin meali ile bitirelim:

“Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.” 

Sözün özü, okçular tepesinden ayrılmak yok!

İyi ki Kur’an'ımız var.

İyi ki Müslümanız Elhamdülillah

Zafer inananlarındır ve Zafer yakındır.