Büyük deprem ile birlikte inşaat sektörünün bileşenleri hatırlanmaya başlandı.
Onlardan biri de hazır betoncular.
Mesela ormandan ne kadar taş kırıldı ne kadar gösterildi?
Mesela Filyos Çayı üzerinden ne kadar kum çakıl çekildi gerçekte ne kadar gösterildi?
Belge dediğiniz şey kağıt üzerinde yazan, ilgili kurumların da sağıra yatıp olduğu gibi kabul ettiği veya sabunladığı oranlar değil elbet!
Gerçek belge vicdandır.
Bakın buradan yazıyorum.
Haram çıkar!
İşinizi doğru yapın.
Zaten güzel kazanıyorsunuz.
Devleti soymayın.
Devleti soydurmayın.
Soymakta yarışmayın.
Soyanlarla viski içmeyin.
Bakın deprem bölgesinde yaşanan acıları gördük.
Kiracı ile kira artışı için direten, “Olmuyorsa çıkarsın” diyen ev sahibi aynı çadırlarda ısınmaya çalışıyor.
Çoluğunuzdan çocuğunuzdan çıkar!
Yapmayın!
Yapmayın!
Gün gelir sizlere milyonlar kazandıran o küçücük çakıl taşının altında kalır, kahraman madenciler gelse de bizi kurtarsın diye beklersiniz!
Kimse sizi çıkaramaz kolunuz bacağınız iş makinelerinin homurtulu dişleri arasında o çimentoların arasında molozlaşır!
Yapmayın!
Yapmayın!

Enkaz altında kaldık!
Büyük depremin sonuçları her anlamda çok ağır oldu.
Ülkemiz için yapılaşma ve yerleşke dizaynı, bilime yönelim ve kararlara saygıda yeni bir dönemin de kalıcı başlangıcı olur ümidini taşıyoruz.
Gerçi; “Üç ay sonra unutulur” diyenler var!
Geçmişin kötü örnekleri ortada.
Seçim ve şehirle ilgili önemli gündemler de deprem enkazının altında kaldı.
Böyle acılar içinde nefes almaya çalışırken şehrin meselelerini unutuverdik.
Olsun bu şehrin sorunu da, bu şehirde sorun çıkaranlar da, sorun çıkarmadan yaşayamayanlar da eksilmez.
Geç olsun güç olmasın bazı şeyler.

Biz niye varız!
Bazen bu soruyu çok soruyorum kendime.
Sahi biz niye varız?
Sadece ekmeğimizi çıkarmak için mi?
O zaman yapabileceğimiz bir sürü iş varken bunca hengameye ne gerek vardı?
Bu şehir için bazen fazla kafa yorduğumuzu düşünüyorum uzun zamandır.
Gerek var mı?
Bizden daha fazla dert etmesi gereken bazı çevrelerin gevşek hallerini görünce; 
“Ne gerek var” falan diyorum.
Halkın medyaya güvenini büyük oranda kaybettiği bir mecrada kimin adına kime neyi anlatmaya çalışıyoruz?
Gecemizi – gündüzümüzü neden birbirine katıyoruz?
Mesleki bağımlılık mı sadece?
Ve bu kadar mücadele karşısında ekonomik döngüyü sağlamak için neden birilerine tetikçilik yapmak, birilerine yalamalık yapmak zorunda kalalım?
Yani bu herkesin sorunu.
Kalmayalım.
Ancak bu şehrin her şekilde sırtından geçinen pek çok insan bir reklam, abonelik talep ettiğinizde 50 dereden su getirtir, ağlar, sızlar!
O kadar ki çıkartıp cebinizdekini de veresiniz gelir.
Olmadı değil!
Ama aleyhte bir haber çıktığında veya bir adli habere dahil olduklarında da koşa koşa gelir, arar, sorarlar.
“Bize ne düşüyorsa yapalım” falan demeye kalkarlar.
Dediğim gibi.
Bu sadece bizim meselemiz değil tüm camiamızın sorunu.
Kusuru da sevabı da camianın.
Kimsenin tavrı tarzı bizi ilgilendirmiyor.
Kendi adımıza konuşuyorum ancak camiayı da böylesi durumlara iten, zorlayan etkenler çok.
Aynı zamanda camianın da yarattığı bir sorun.
Sonuç olarak kendime soruyorum.
Bunca mücadeleye gerek var mı?
Kimin için, ne için?
Sonra sokakta uzun zamandır görmediğiniz fikir olarak çatışabildiğiniz biriyle karşılaşıp kucaklaşıyorsunuz.
Tek cümle söylüyor.
Sonra bu işi bırakamayacağınızı, on binlerce Zonguldaklının duygularına tercüman olmak zorunda olduğunuzu anlıyorsunuz!