ONLAR Kİ ALİYYÜL ALADIR, NE MUTLU Kİ BİZİM İNSANLARIMIZDIR! *

Bir şehri tanımak için önce insanını tanımak gerekir. Bir şehri bilmek için önce hikayelerini öğrenmek gerekir… O hikayeler, o insanlar, bize bizi anlatır. O zaman bize lazım olan da Zonguldak insanının hikayeleridir.

Dünya’nın bir gündemi, Türkiye’nin başka bir gündemi var genelde. Türkiye’nin bir gündemi, Zonguldak’ın bambaşka bir gündemi var çoğunlukla. Ülke neyse halimiz o anlayacağınız. Bu karamsarlıktan sıyrılıp bu sefer yüzümüzü aydınlığa dönelim istedim.

Bundan sonra arada Zonguldak’a dair hayat hikayelerini, bu kentin yetiştirdiği sanatçıları, yazar çizer emekçilerini anlatmaya çalışacağım dilim döndüğünce, vakit buldukça…Mutlaka benden daha iyi tanıyan bilenler vardır, benimki bir hatırlatma sayılsın, bilen eksiklerimi tamamlasın.

İlk olarak bugün size yaşadığı döneme imzasını vurmuş, ardında unutulmaz eserler ve hatıralar bırakmış böylesi bir hemşerimizden bahsetmek istiyorum. Mutlaka pek çoklarınız biliyordur ama, bilmeyen bir kişi varsa bile öğrenmeli diye anlatılmalı hikayesi…

Hazırsanız başlayalım.

Sanırım pek çoklarınız Turhan Selçuk ismini duymuştur, en azından aşinadır. Türkiye’de karikatür dendiğinde ilk akla gelen isimlerden biri, hatta en önde gelenidir Turhan Selçuk…

Bakın 2005 senesinde Kürşat Çoşgun’un yazdığı bir kitabın önsözünde neler diyor Turhan Selçuk…

“Sağlam bir bakış açısına, sağlam bir kişiliğe sahipti. Toplumsal olaylar, ezilmiş halklar,  emekçi sınıfı O’nun başlıca konularıydı. Hayatı boyunca onları savundu, hakim güçleri eleştirdi. Kendisi de, o ezilmiş sınıfın içindeydi, arasındaydı.

Zonguldaklıydı…Zonguldak maden ocaklarında, diz boyu sular içinde soluk alıp verirken hastalandı ve işine son verildi. Çalışmak zorundaydı. Yine çok zor bir iş seçti kendine. Önce ressamlığa, sonra mizah çizerliğine yöneldi. İlk karikatürü 26 Nisan 1956’da “DOLMUŞ” mizah dergisinde yayınlandı. Önce maden ocaklarının dehlizlerinde emekçilik yaptı, sonra mizah çizerliğinin labirentlerine girdi ve bu labirentin dehlizlerinde emekçiliğini sürdürdü. Aydınlanmaya yönelik çizgileriyle, efendiliğiyle, onuruyla…”

Peki bu satırlar kimi anlatıyor derseniz, 1952 yılında bir deri bir kemik kaldırıldığı Yedikule Verem Hastanesi’nde  tanıştığı şair-yazar Rıfat Ilgaz sayesinde karikatüre başlayan ve bu tarihten sonra yirmi yıl boyunca hiç durmadan çizen…. Karikatürleri, Türk Mizahı’nın kilometre taşı sayılacak pek çok dergide yayınlanan, sayısız ödüller alan, Zonguldaklı bir sanatçıdan bahsediyor; Burhan Solukçu’dan….

Burhan Solukçu böylesi bir Haziran’da Kozlu’da doğdu. Sene 1928.. İlkokul öğreniminden sonra E.K.İ. Zonguldak Sanat Okulu’nun elektrik bölümüne girdi. Merkez Atelyesi’nde, Üzülmez Müessesesi’nde eğitim gördü. Ve takvimler 1 Aralık 1945’i gösterirken, yani kaba bir hesapla henüz daha 17’sinde Kozlu Kuyu Fonsajı’nda işe başladı. O yıllar Zonguldak için ikinci mükellefiyet yılları, pek çok kişinin zorunlu olarak madenlerde çalıştırıldığı, savaşın kapıda olduğu yokluk ve yoksulluk içinde geçen yıllar… Herkes için zor belki ama Zonguldak’ta hayat bazıları için çok daha zor o yıllarda…

Çok değil, dört sene sonra eline bir heyet raporu tutuşturdular. Raporda “havzada çalışamaz” deniyordu. Veremdi ve henüz 22 yaşındaydı…

Verem bir meslek hastalığı sayılmadığı için hiçbir maaş bağlanmadan işine son verilir. İdare amirinin yazısı son derece net ve bir o kadar da soğuktur. “Servisimiz elektirikçilerinden Burhan Solukçu ihraç edilmiştir. Kömürünün kesilmesini rica ederiz.”

O yıllara ait tuttuğu günlüklerde yaşadıklarını anlatırken çok acı satırlar göze çarpar. “Hasta bir babanın en korktuğu şey,  çocuklarına bu mikroplu amansız hastalığı miras bırakmaktır. Allah böyle bir mirastan çocuklarımı korusun, benim çektiğim acıları inşallah onlar çekmez.”

1951 yılına geldiğimizde Burhan Solukçu o dönem için ölümün öteki adı diye bakılan, çaresi nerdeyse doğru düzgün henüz bulunamamış olan bu amansız hastalığın pençesinde Türkiye’deki pek çok sanatoryumda şifa aramış, tedavi olmaya çalışmıştır. Evlidir ve iki de çocuğu vardır o yıllarda. Ailesine, çocuklarına özlemi bir yandan, gelecek kaygısı bir yandan derken duygularını bu günlükler dışında şiirle ifade etmeye başlar Burhan Solukçu… Eşine yazdığı bir şiirinde bakın yaşadıklarını nasıl anlatıyor:

Gözyaşlarım

Doğduğum günden beri kurumaz gözyaşlarım

Bayram gibi geçer de gülemez dudaklarım

Yalvarırım Allah’a benim kabahatim ne

Bak ondokuz yaşında ağardı saçlarım

Kaderimi paylaşır gözümdeki yaşlarım

Semalara yükselir ah ile feryatlarım

Haykırırım Allah’a bu kadar zulüm niye

Yuvam uzak uçamam kırılmış kanatlarım

Gece gündüz inledim kısıldı artık sesim

Gözlerim kararıyor sıkışıyor nefesim

İsyan ettim Allah’a derdime derman yok mu

Yaşları kurumadan kapandı gözlerim

Hayatını değiştirecek olan tesadüf onu az evvel bahsettiğimiz gibi bir sanatoryumda bulur. Rıfat Ilgaz, hayatını kökten değiştirecek şekilde etkiler Burhan Solukçu’yu.. Karikatürle O’nun sayesinde tanışır. Resim zaten çocukluğundan beri hep ilgisini çekmiştir. Zonguldak’ta halkevinde çeşitli resim kurslarına katılmış ancak daha ileriye götürmek o tarihe kadar hiç aklına gelmemiştir. Bundan sonrasını merak edenler için Kürşat Çoşgun’un Çınar Yayınları’ndan çıkan “Emeğin Çizeri, Çizginin Emekçisi Burhan Solukçu” kitabı bulunmaz fırsat. Kitabın sayfaları arasında hem onurlu bir Zonguldaklı hemşerimizin hayat hikayesine hem de bir döneme tanıklık edeceksiniz. Meraklısına benden tavsiye olsun..

Burhan Solukçu’nun karikatürlerine baktığınızda kendisinden çok uzağa düşmediğini  görüyorsunuz. Yaşadıklarını gördüklerini çizip anlatmıştır. Sessiz kalamamıştır, muhalif çizgisini hep korumuştur. Yoksulluk, işssizlik, hastalık, sosyal adaletsizlik, gericilik, yobazlık, sömürü, siyasal istismar onun meseleleri olmuştur hep. Hatta kimi zaman bunu en sert şekilde çizmekten geri durmamıştır.

2001 yılında ZOKEV, Zonguldaklı bir ustanın mizah dergilerinin sararmış sayfaları arasında unutulup mahkum olmasına razı olmamış, genç kuşaklara Burhan Solukçu’yu daha iyi anlatabilmek adına O’nun adına bir karikatür yarışması düzenlemiştir. O tarihte yüz yetmiş altı genç çizer yarışmaya katılmış ve bu sayede ustalarına bir selam göndermiş…

Hani damaklarda küçük bir tat niyetine bugünlük bu kadar diyelim, merak eden arayıp daha fazlasını bulacaktır mutlaka…

Ve biz kendi değerlerimize sahip çıktıkca, onları gelecek kuşaklara aktardıkça bu kent köklerine daha sağlam tutunacaktır. Doğan Hızlan, bir yazısında “en az tanıdığınız yaşadığınız kenttir” der. Her gün geçtiğiniz sokakları bir yerden sonra kanıksar, bastığınız kaldırımı görmez olursunuz. Yıkılan o eski bina gözünüzün önünde yaşlandığı için farketmezsiniz, değerini bilmez olursunuz. Olursunuz diyorum ama sözlerim aynı zamanda kendime de. Hani aklınıza takılırsa niye yazıyor ki bunca şeyi, işi gücü mü kalmadı acaba diye; cevabım budur işte…

Öğrenmek, tanımak, anlamak için yazıyorum Zonguldak’ı…

Usta’ya bir selam olsun bu yazı da..

Siz siz olun kendinize de, kentinize de iyi bakın.. Sevgiyle

* aliyyül ala - En üstün, birincilerin birincisi. En yüksek. Pek iyi. (Osmanlıca'da yazılışı: aliyy-ül a'la)