Bu başlık 1936 senesi Cumhuriyet gazetesinde yer alan “Kömür Şehri” isimli bir yazı dizisinden. O dönemin Zonguldak’ını anlatıyor. Yani, Cumhuriyet’in Batı’ya dönük yüzüne en çok yakışan kentini.

Öyle bir kent ki savaş yıllarında Ankara ile kıyaslanıyor. “Hele bir gel de, şehir gör!” diye övünülüyor. Türkiye’nin Paris’i benzetmeleri yapılıyor. Düşünsenize henüz Türkiye’de pek çok ilde elektrik yokken 1927 yılında elektriğe kavuşmuş bir kent. “İstanbul’un Florya’sı neyse Zonguldak’ın Kapuz Plajı odur” diyenler bile çıkıyor. Kentte onlarca sinema var. Genci yaşlısı tenis oynuyor, balolarda kadınlı erkekli modern danslar yapılıyor. Onlarca günlük gazete çıkıyor. Eğitim anlamında hızla gelişiyor. Bunlar hepinizin malumu zaten de, ben sizi bugün yaşananlara farklı bir pencereden bakmaya davet ediyorum. Neden ötelendiğimize, neden yok sayıldığımıza kendimce bir sebep bulmaya çalıştım. Kafamdaki acabaları döktüm ortaya, belki ilginizi çeker.

Kentin tarihi çok eskilere gitmez. Etrafındaki Kastamonu, Bolu gibi şehirlerle kıyaslandığında herhangi bir şehirden ziyade bir CUMHURİYET ŞEHRİ özelliği taşır. Cumhuriyet’in “ilk şehri” olma unvanına sahip olan Zonguldak, sahip olduğu zengin kömür yatakları sayesinde, kömürün çevresinde gelişmiştir. 1800’lü yıllarda kömürün bulunmasıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun bu zenginliği işletmesi için özel imtiyazlarla bölgeyi yabancılara açması, bu manada bölgeyi diğer illerden farklı bir noktaya taşımıştır. Ve bu miras Cumhuriyet’e devredilmiştir. Peki, bu miras nedir?

Hatta bahsettiğimiz bu miras, Osmanlı’ya ait olmaktan ziyade daha çok Batı’nındır. Cumhuriyet ilan edildiğinde şehirde sosyal, kültürel ve mimari anlamda var olanların tamamı ‘Batı’ eseridir. Şehre kömür işletmek için gelen yabancılar, ihtiyaçları doğrultusunda gerek kömür üretimi için gerekse kendi sosyal yaşamları için faaliyetler yürütmüştür. Mimari anlamda şehrin çehresini oluşturmuştur. Bunun yanında yerli halkla kurdukları sosyal ilişkiler sonucunda kendi kültürlerinin izlerini bırakmışlardır. Tenis, sinema, yapılan danslı eğlenceler, balolar, hep bu etkileşimin sonucudur. Bu nedenle şehre tamamen “Cumhuriyet Şehri” demek de mümkün değildir. Cumhuriyet ancak mevcut miras üzerine eklemeler yaparak şehri geliştirmeye çalışmıştır. Cumhuriyet’in esas aldığı “BATILILAŞMA” politikası kapsamında şehirde var olan unsurlar arzu edilen zemini hazırlamıştır. O yüzdendir ki Zonguldak gerek sosyal yaşamı, gerekse ülkeye ekonomik katkısı anlamında Genç Cumhuriyet’in yüz akı olmuştur. Osmanlı değildir, kökleri doğuya değil aksine batıya dönüktür. O dönem için itici güç olan bu özelliği yıllar geçtikçe sırtında bir kambur olmuştur. Bir hesaplaşma olabilir mi sizce, ya da böyle değilse de bana bunları düşündüren şey her ne ise, birileri benim aklımdan bu fikri silmeli diye düşünüyorum.

Bir Şairin Gözünden Cumhuriyet Öncesi Zonguldak

Henüz cumhuriyetin ilan edilmediği yıllarda Zonguldak’a yolu düşen Nazım Hikmet, karşılaştığı manzarayı işçi ve işveren arasındaki uçurum üzerinden bakın nasıl anlatıyor:

 “Zonguldak’ın o zamanki dekoru hayalimde yer etmiştir. Deniz kıyısında bir dağ̆. Dağın güzel sırtlarında villalar. Eteklerinde mağaralar. Villalarda patronlar, mağaralarda da maden işçileri. Patronlar ama ne patron! Çoğu imtiyaz sahibi ecnebiler. Hatta içlerinde Rumlar vardı ki, soydaşlarıyla cephede boğuşuyorduk. “Rafine” Greklerin muhteşem villasına Zonguldaklı aydınlar, her ne münasebetle ise, bizi davet ettirdiler. Sofrada kuş sütünden başka her şey var. Havyarından şampanyasına kadar. Bey kıyafetli uşaklar, prostelalı hizmetçiler, görülmemiş yemekler, içilmemiş içkiler. Şehrin alt kısmında yaşayan maden işçileri taş devri insanlarının hayatını yaşıyor. O zamandan aklımda kaldı, sabah akşam ha babam karamancar yiyorlar. Sebze denemez deve dikeninden hallice bir ot. Dekorlar ve insanlar karşısında utanıyoruz...”

Nazım Hikmet manzarayı böyle değerlendirir ve üzülüp utanırken, bir yabancı, çok değil bir kaç sene sonra yolu Zonguldak’a düştüğünde gördüklerini bakın nasıl anlatıyor:

“Medeniyetin küçük ve gözlerden uzak kalmış ileri karakolu”

İngiliz seyyah Clare Sheridan Konstantinopol’den Rusya sınırına neredeyse tüm şehirlerin Türkiye’nin fakirliğini yansıttığını söylerken, Zonguldak’ın diğer Karadeniz şehirlerinden çok farklı bir yerde durduğunun altını çizer. Bunun nedeni ise kentin sahip olduğu demiryolu imkanı ve gemilerin sığınabileceği limandır. Fakat Sheridan, şehre modern görünüm verdiğini söylediği bu olanakları da Türkler’e mâl etmez, havzadaki kömür madenlerini işleten Fransız Heraclee Şirketi’nin yapmış olduğu yatırımlar sayesinde meydana getirildiğini söylemeyi tercih eder. Hatta bunların da ötesinde Fransızların ve diğer batılı devletlerin bölgeye medeniyet getirdiğini iddia eder. Şehrin kültürel ve sosyal yaşantısının bu sayede geliştiğini ve farklılaştığı anlatır. Bununla bir batılı olarak gurur duyar.

Bugünkü şehrin tarihi çok uzağa gitmez. 1860’lı yıllarda şehrin bulunduğu yer, sazlık ve bataklıklarla kaplı, ahalisinin balıkçılık ile uğraştığı küçük bir köydür.

Liman, İstanbul’a gönderilen keresteleri almak için gelen gemiler yanaşsın diye yapılan bir tahta iskeleden ibarettir. Bu iskelenin bir şehre dönüşünün ise tek bir nedeni vardır: Kömür. Hatta Ereğli, Amasra gibi yerleşim yerleri çok daha öncelerinden uygun konumları gereği birer liman olarak yerleşime açılmışken, aldığı ters rüzgarlar nedeni ile kömürün bulunuşu öncesinde Zonguldak maalesef böylesi bir yerleşim imkanı da bulmamıştır.

Hepinizin bildiği tarihi gerçekleri bir yana bırakıp Cumhuriyet ile birlikte millileşen kentin nasıl temsil edildiğine bakalım bir de. Bakalım diyorum çünkü çok yakın zamanda ülke olarak aldığımız “müjde” sonrası yazılan çizilenlere bakınca biraz olsun hayal kırıklığı yaşayanın tek ben olmadığım aşikar.

Kent olarak bir umut, bir çıkış arayan bizlerin öne eğilen başlarımızı yeniden haklı bir gururla kaldırıp “biz varız!” diyebileceğimiz günlerin geldiğini bize hissettiren Fatih Sondaj Gemisi ve keşfi, sanırım hepimizin biraz gazını kaçırdı! Ülke adına hepimizin sevindiği bir gerçek ama bir Zonguldaklı olarak buruk bir sevinçti; senelerdir süren ötelenmişlik hissi yine kendini hissettirdi. Doğalgaz kaynağı bizde, ama adı Sakarya Havzası’nda kaldı. Yani halayı biz çekiyoruz ama halay başı başka.

Bir şehrin kaderini siyasi iktidarların politikaları belirler. Bu nedenle şehirlerin kaderi genel çerçevede merkezi iktidarlar tarafından belirlenmişken, yerel yönetimlerde bu değişimin küçük ölçekte mimarları olmuştur. Yani Türkiye’deki siyasi iktidarın Zonguldak’a bakışı ve enerji politikaları bizim kaderimizi belirlediği gibi, bizim yerel yönetimimizde o güç karşısındaki sesimiz olmuştur. Ve bu ses, maalesef ki yakın zamana kadar çok zayıf kalmıştır. Lobi çalışmaları anlamında Zonguldak’ı temsil edenler, temsil ettikleri maden işçisi kadar güçlü olamamıştır.

XX. yüzyılın başından itibaren, sahip olduğu maden ocaklarında binlerce insana istihdam sağlayan ve bir maden şehri olarak her gün biraz daha gelişen Zonguldak’ın şehir ilan edilmesi Cumhuriyet’in ilk yaptığı icraatlardandır. Bu kararın alınmasında bölgenin gelişmesini sağlamak ve sahip olduğu kaynaklardan daha fazla faydalanmak istenilmesi kadar, bölgenin temsiliyetinin güçlendirilmesi ihtiyacının hissedilmesi de etkili olmuştur. Şüphesiz ülkemizde şehirlerin en iyi temsil edildiği ve sorunlarının gündeme geldiği makam TBMM’dir. Zonguldak, ilk TBMM’de henüz vilayet kapsamında olmadığı için temsil edilememişken, İkinci TBMM’de dört milletvekili tarafından temsil edilmeye başlanmıştır.

Şehir daha sonraki seçimlerdeyse, meclisteki temsiliyetini daha da artırmıştır. Bu artışa paralel olarak da, şehrin sorunları meclis gündemine daha fazla gelmiş ve bu sorunlara yönelik çözümlerin üretilmesiyle şehir hızla ivme kazanmıştır.

Fakat burada önemli olan ve unutulmaması gereken, şehrin mecliste kaç milletvekili ile temsil edildiğinden ziyade milletvekillerinin şehri ne kadar tanıdıkları ve şehrin sorunlarını ülke gündemine ne kadar taşıdıkları gerçeğidir. Ya da şehre karşı duydukları heyecan ve sorumluluktur. Şimdi bir vatandaş olarak beklentim, şayet bir enerji kaynağı Zonguldak açıklarında bulunduysa, aynı “KÖMÜR”ün kente kattıkları gibi, doğalgazın da bu kente fayda sağlaması adına seçilmişlerin üzerine düşeni yapmasıdır. Ne güzel yazmış belediyemiz sosyal medya hesabından, “mal sahibi biziz” demiş. Madem öyle, o zaman gösterin bize; bir olun, diri olun ve sahip çıkın.

Bir saatlik müjdeli yayında Cumhurbaşkanı’ndan bakanına kimsenin ağzından bir defa bile Zonguldak adı çıkmazken, bütün bir kent günlerdir heyecanla bekledikleri bu müjdeden ne anlar ki? Bugün yaşananlar geleceğin bir göstergesi olur endişesi taşıyoruz. Kömürüne sahip çıktığı gibi doğalgazına da sahip çıkacaktır Zonguldak, buna inanıyoruz. Belediyesinden milletvekilinden bunu bekliyoruz.

Kendinize de, kentinize de, doğalgazınıza da sahip çıkın.

Sevgiyle.