Yine geçtim pencere kenarına. Baştan söyleyeyim; buradan çok güzel gözüküyorsunuz. Bir kaç gündür sizlerden gelen güzel mesajlara çok teşekkür ederim. İnsanın memleketinde böyle ağırlanması da pek bir keyifli oluyormuş. Umarım yüzünüzü kara çıkartmam hiçbir zaman…

Lafı uzatmadan pencereden yine birlikte bakalım mı şöyle bir dışarıya?

“Kötüler 
kendilerine tahammül edildikçe 
daha çok azarlar.” 
Tolstoy

Bir hikayem var size. Hikaye dediğime bakmayın, hayal ürünü sanmayın. Hani denir ya, acı ama gerçek!

Kocaman kulakları, devasa hortumları ve sevimli halleriyle filler, hepimiz için ilgi çekicidir kuşkusuz. Ancak asıl şaşırtıcı yanları inanılmaz gelişmiş olan empati yetenekleri ve son derece güçlü hafızalarıdır. Hani deriz ya çoğu zaman “fil hafızası var” diye, hiç de boşa söylenmiş bir söz değildir bu. Aradan onlarca yıl  geçse dahi bir fil başka bir fili ya da insanı gördüğünde tanır, hatta sevdiği biri ise ona sevgisini hortumu ile sarılıp bariz şekilde gösterir. Hakikatlidir anlayacağınız bizim sevimli filler; dostlarını da düşmanlarını da asla unutmazlar!

Fil sürülerine en yaşlı dişi fil liderlik eder. Aile bağları çok gelişmiştir. Yeni doğan bir yavruya sürüdeki tüm dişi filler annelik yapar, korur kollar. Hatta dışarıdan bakınca insanlar tarafından kolaylıkla merhamet, şefkat ve fedakarlık olarak tanımlanabilecek davranışlar gösterir filler. 

Hikayemiz ise; dişi fil liderliğindeki sürünün her zaman gittikleri yoldan yine su kenarına gitmek için yola koyulmasıyla başlar. Ancak bu sefer onları bekleyen bir tehlike vardır…

Fil avcıları, sürünün geçeceği yolu derince kazmış, üzerini ince bir tabakayla örtmüş ve en önde yürüyen filin kazılan o çukura düşmesini sinsice beklemeye başlamış. Fil her zaman kullandığı yoldan suya giderken sinsi tuzağı farketmemiş ve açılan çukura düşmüş.  

Fil avcıları siyah elbiseleri, yüzlerinde maskeleriyle bağıra çağıra dört bir yandan çıkmışlar aniden. Düştüğü koca çukurdan çıkması, kurtulması imkansız olan hayvana saldırıp, kırbaçla, sopayla onu acımasızca dövmeye başlamışlar. Koca hayvan orada öylece sıkışıp kalmış. Günlerce acı içinde, aç susuz halde, o çukurda ölümü beklemeye başlamış… 

Günler günleri kovalamış! Derken birkaç gün sonra aynı avcılar bu sefer bembeyaz elbiseler içinde, sevgiyle şevkatle yaklaşmışlar bizim file… Ellerinde bu sefer sopaları, kırbaçları yerine filin en sevdiği meyvalar, yiyecekler varmış. Önce korkmuş haldeki aç susuz hayvanın karnını doyurup, hortumunu, yüzünü gözünü okşayıp onu sakinleştirip, sevmişler… Fil tam kendini iyi hissetmeye başlarken, ertesi sabah ağaçların arasından o siyah elbiseli, maskeli adamların bağırma sesleri yeniden duyulmuş. Avcılar yine sopaları, kırbaçları ile acımadan filin tepesine çökmüler. Bu işkence günlerce tekrarlanmış..

Sonra yine, beyaz elbiseleriyle gelmişler; filin yaralarını sarmış, karnını doyurmular yine. Bu böyle fili kendilerine alıştırana kadar sürüp gitmiş. Sonra bir gün beyaz elbiseli avcılar, çukurun başına gelip, kazmaya başlamışar. Filin sıkışıp haftalardır hapis kaldığı çukurdan çıkmasına yardım etmişler… 

Dedik ya filler yapılan hiçbir iyiliği unutmaz diye… Dedik ya bizim filler çok hakikatlı hayvanlardır diye… 

Fil kuyudan çıkınca, kendisini oradan kurtaran o iyi sandığı  beyaz elbiseli adamın arkasından ayrılmaz olmuş, iyi niyetle ona güvenmiş, inanmış. Bilmeden onun kölesi olmuş artık. Beyaz elbiseli adam koca file istediği her şeyi yaptırabilmekte, istediği her yere götürebilmekteymiş artık. Fil, bir siyah giysili kötü adamı, bir de beyaz giysili iyi adamı tanımakta, yalnızca bu iki adamı bilmekteymiş. Siyah adamın hışmından korkup beyaz adama sığınmış. Ama görmediği, aslında ikisin de aynı kişi olduğuymuş! Kötülük kılık değiştirmiş, iyilik kisvesi altında kandırmıştır onu…

Şimdi gelelim bu hikayeyi neden anlattığımıza. 
Şöyle bi bakın çevrenize, aslında ne kadar çok fil avcısı olduğuna şaşıracaksınız! Asıl korkunç olan da bu kısmı zaten..

Televizyonlarda, gazetelerde, sağda solda çevremiz fil avcıları ile çevrili… Hatta bizim işimiz sevimli fillerden zor, çünkü elbiseleri de ele vermiyor artık onları! Siyah ya da beyaz değiller artık!

Ne acıdır ki kötülük kol geziyor sokakta, dünyanın ne yanına baksanız kötüler en ön sırada… Kimse alınmasın bozulmasın bu söylediğime, kimse kendini kötü bilmez hali ile ama; öldürüyorsan, dövüyorsan, zulmediyorsan, güçsüzü eziyorsan, kibirle bağırıyorsan, bütün güç bende olsun, benim dediğim olsun diyorsan, dinlemiyorsan, insana yaptığın yetmiyor diğer canlılara işkence ediyor, üstüne üstlük doğayı katlediyorsan; kötüsün işte… 

İş yerinde, evde, okulda, sokakta şöyle bir bakın çevrenize. Kötülük, içimizde “iyilik maskesi” ile dolaşıyor. Hiçbir kötülük mazeretsiz çıkmaz karşımıza, bütün kötüler sorsanız haklı kendilerince… Ve hep işaret ettiğimiz bir başka kötü var, bizden öte! Kimse benim yoğurdum ekşi demiyor hali ile… 

“İyilik ve kötülük” üzerine düşündünüz mü hiç?

Eğer bir şeye iyi diyorsak, iyi dediğimiz şey kadar iyi olmayan, söz konusu iyiye göre kötü olan bir şey olduğunu da biliriz. Yani iyi bize göre iyi, kötü de bize göre kötüdür.  Bir şeyi ya da bir kimseyi, iyi ya da kötü yapan bizim şahsi deneyimlerimizdir. Yaşanmışlıklarımızdır… 

Bir kitap kötüyse daha iyisini bildiğimiz içindir. Bir yemeğin tadını iyi bulmadıysak, daha önce iyilerini tatdığımız içindir. Bir filme kötü diyorsak önceden çok daha iyilerini seyrettiğimiz içindir. Ama burada dikkat etmemiz gereken bu iyilik-kötülük hali bizdendir. Bizimdir, yani demem o ki görecedir. Değişkendir. 

Kutuplaşan bir dünyada siyahlar ve beyazlar diye ayrılıyoruz günbegün… 
Çoğu zaman aklın, bilimin, vicdanın önüne geçiyor bulunduğumuz tarafın görüşü. Hangi tarafındaysak çizginin, öte yan hep kötü. Bizden yana düşenler hep iyi olmak zorunda. Çünkü hepimizden kötü birileri bunu bize böyle belletti! Ve onların çizginin ne yanına düştükleri bile belli değil çoğu zaman. Çünkü çizgiyi çeken onlar.

Fil sadece siyah elbiseli kötü adamı ve beyazlar içindeki iyi adamı biliyordu. Oysa onun bilmediği her ikisin de aynı olduğuydu! Ve fil daha o çukura düştüğü ilk andan itibaren sahibi; ne siyah elbiseli olan kötü, ne beyaz elbiseli olan iyi! İkisinin de gizli sahibi olan bir üçüncü kişiydi!

Filin belki şansı, belki şansızlığı; hiçbir şeyi unutmaması, o meşhur hafızası.

Bizim ise en büyük şansızlığımız; unutkanlığımız… 

Ama sonuç aynı, fil o çukurdan çıktığında bir köle, eski heybetinden eser yok şimdi. Biz ise unuttukca aynı yalana kanıyoruz, aynı iyilik elbisesi içindeki kötü adamın dediğine inanıyoruz. Fil çukurdan çıkamıyor, biz ise her gün battıkça batıyoruz aynı çukura….

Çevrenizde varsa şayet fil avcıları unutmayın, “kötüler kendilerine tahammül edildikçe daha çok azar” demiş Tolstoy. Siz kötülere tahammül edenlerden olmayın!

Kendinize de, kentinize de iyi bakın… 
Sevgiyle