Son yüzyılda yaşadığımız en büyük felaket sanırım corona virüs (covit-19) salgını. Yaklaşık 20 gündür evdeyim. Kendimi koruma altına aldım. Bu süreçte evde olmanın tadını çıkartmaya çalışıyorum. Yıllardır buna fırsatım olmamıştı, özlemle evime doymaya çalışırken, bitmeyen ev işi yığınları içinde günlerimi geçiriyorum.

Tabi pek çok insan benim gibi şanslı ya da evinden çalışma imkanına sahip değil.

Haberlerde salgın bahanesiyle işinden olanları görmeye başladık. Süre uzadıkça daha çok insan çalışamayacak, sadece kendini düşünen birçok işveren işçi çıkarmaya devam edecek. Belki mali bir zarardan kaçındıklarını düşünecekler, ama insanlıklarından zarar edecekler. Sanıyorum, onların pek de umursadığı bir durum değil bu.

İşinden olanların çoğu elinde kalan parayla çok kısa süre idare edebilecek belki, bu kadarcık şansı bile olmayan sayısız insanı düşününce üzülmemek elde değil. Toplumumuzda fırsatçılar ve gözü aç olanlar da var. Salgınla gelen ölümler kapımıza dayandığında bile açlıkları ortada. Kendini düşünen işçisini ücretsiz izne gönderen, çalışanının işine son veren. Onca insanın yıllarca kendisi için verdiği emekleri, gece gündüz mesai ücreti bile almadan çalışmalarını hiçe sayan patronlar da var ülkemizde.

Ancak bir kesimde var ki… Nasıl söylesem; bütün imkanları ellerinde, işinden izinli ve evinde kalması gerekirken parklarda, bahçelerde, sahil yürüyüşlerinde, doğa gezilerinde, balık tutmalarda. Maşallah, pes doğrusu... İhtiyaç halleri dışında sokağa çıkanı, sokakta gezerken gerekçe gösteremeyeni, insan öldürmeye teşebbüsten yargılayalım. Çünkü bunların anlayacağı dil bu. Bu insanlar sokaklarda olmaya devam ettikçe, bu kadar virüs yayacak, insanları öldürecek ve çalışmaya devam etmek zorunda olan daha çok insan işsiz kalacak. Her şekilde toplumun bir kesimine zarar verecekler. Sürenin uzaması demek: etkilerin ardı ardına birbirini tetiklemesi ve işlerin sürekli kötüye gitmesi demek.

İlk zamanlarda psikolojim çok etkilenmişti. Virüs vakasıyla ilgili haberler, hastaların görüntüleri, özellikle İtalya’nın kötü durumunu derken... İşe gidip gelirken bile “Acaba gitsem mi, gitmesem mi?” diye düşünür duruma geldim. Kendi ortamımda bile, temiz bildiğim yerlere dokundukça elini yıka, kolonya sür, dezenfektan sür, ellerin çatlamış krem sür… Psikolojik olarak kısa zamanda oldukça yıprandım. Eve kapandığım ilk birkaç gün de oldukça zor geçti çünkü tedirgin edici bu psikolojide devam ediyordum.

Daha sonra; önce yavaş yavaş hastalıkla ilgili her bilgiye bakmamaya, video izlememeye çalıştım. Çünkü ne kadar bilgi sahibi olursanız, endişeniz o kadar artıyor. Sonuçta maruz kaldığınız her bilginin doğruluğundan da emin değilsiniz. Günün genel bilgilerini aldıktan sonra zaten öğrenmeniz gerekeni öğreniyorsunuz. Öte yandan evdesiniz. Hayata dair, kendiniz için yapabileceğiniz pek çok şey var.

Ben neler yapıyorum… Öncelikli ihtiyaçlarımı nasıl karşılıyorum...

Her gün markete gitmiyorum, planlı ve programlı bir şekilde temel ihtiyaçlarımı belirliyorum. Ortalama bir haftalık ihtiyacımı tek seferde temin ediyorum. Ekmek az tükettiğim için her gün buna da çok ihtiyaç duymuyorum. Bir ekmek ortalama beş -altı gün yetiyor. Bayatlamıyor çünkü taze ekmek de olsa bu süreçte her seferinde kızartıyorum. Malum başkaları dokunmuş olabilir, virüs yayma riski var. Ancak buna da çözüm buldum kendi ekmeğimi yapmaya başladım. Her gün yemek yapıyorum, ama öyle sıradan yemekler değil;süslü püslü, hem damağıma hem de gözüme hitap edecek yemekleri zevk duyarak yapıyorum. Aynı şekilde de yiyorum. Her şey için geniş zamanım var. Okumak istediğim kitapları okuyor, işimden dolayı bakmam gereken albümlere bakıyorum. Bunun dışında evimde, kilerde gün yüzüne çıkması gereken eşyalar, kitaplar vardı. Yeni dolaplar aldım onların kurulumunu kendim yaptım. Kitaplarımı düzenledim, eşyalarımı yerleştirdim. Eskiden temizlikçi çağırırdım ev işleri için, artık bütün işleri kendim yapıyorum. İnanır mısınız, yirmi günün sonunda gerçekten şunu anlıyorsunuz. Evde, iş yapmakla bitmiyor. Canım annemin neden işinin bitmediğini şimdi o kadar iyi anlıyorum ki.

Sonuçta ben yalnız yaşıyorum. Benim kendi çözümüm bunlar oldu. Canı sıkılınca uçağa atlayıp bir arkadaşımı ziyarete gidecek kadar gezmeyi severim. Sabah 4’te yola çıkıp günü birlik, uzaklara gidip fotoğraf çekip gelen biriyim. Spor salonunda akşamları evde geçirdiğimden daha çok zaman geçirirdim. Bu kadar evde duramayan bir insan yirmi gündür evine kendini hapsettiyse demek ki gerçekten evde kalmamız gerekiyor. Çünkü kendimiz için değil başkalarını için bunu yapmak zorundayız.

Aslında hayat çok güzel. Sizin bugün kendinizi evde tutmanız, izole olmanız demek, bu günler geçtikten sonra, sevdiklerinizle geçireceğiniz zamanların değerini daha iyi bilmeniz, kat kat daha fazla, güzel zaman geçirmeniz demek. Ben gelecekteki güzel günlere olan inancım için, şansım varken evimdeyim ve kendimle ilgileniyorum. Egzersizlerimi de unutmuyorum. Çünkü biliyorum ki bu günler de geçecek. Sevdiklerine zarar veren ve onları üzen biri olarak tarihe geçmeyeceğim. Bilinçli bir birey olarak yapmam gerekeni yapan biri olarak tarihte yerimi almak istiyorum.

Bu virüsün bize gösterdiği en büyük şeylerden biri, toplumumuzun gerçekten cahil ve bilinçsiz olduğu. Sadece kendini düşünen bireylerden oluşan bencil kalabalıklarmışız aslında. Üzülerek söylüyorum bunu ama bu geçen zaman bende en çok bu hissiyatı yaşattı. Maddi yardımlar yapmaktan, insanlara para vermekten bahsetmiyorum. Toplumsal kurallara uymadan yaşamak, kendinden başkalarını da düşünmeyen, yağma yapar gibi ihtiyaçtan fazlasını satın alanlar, risk gurubunda olmasa bile virüsü taşıyıcı olabileceğini düşünmeden hareket edenlerden bahsediyorum.

Kendinizi düşünmüyorsanız hiç olmazsa bizim için çabalayan insanları düşünün, bizleri tanımadan bizim için ölenleri, sağlık çalışanlarını düşünün, evinizden çıkarken bir kere daha düşünün.

Bunun için #evindekaltürkiye

Sağlıkla…