E.K.İ’nin çalışanlar ve aileleri için planlayıp hayata geçirdiği Orta Kapuz plajı, Zonguldak’ta 1960, 1970 ve 1980’li yıllar da herkesin en güzel hatıralarının yaşandığı yerlerin başında gelirdi. Tam bir Sosyal Devlet anlayışı ile tüm çalışanların ve ailelerinin ayırt edilmeden, eşit koşullarda, uygun maliyetle denize girip, güneşlenebildiği, teras şeklindeki balkonlarında keyifle oturup yiyip içilebildiği harika bir koydu. Tramblen’i, Salı, soyunma kabinleri, Emanet yeri, Kantini, İlk yardım odası ve sıhhiyesi, Cankurtaran sandalı ile herşey’i düşünülmüş harika bir plajdı.

Ben şanslı bir çocuktum. Çünkü benim ailem denize gitmeyi, yüzmeyi çok severdi. Daha bebekken bile Orta Kapuz’a hep beraber gidermişiz. Bende sudan hiç korkmaz çok hoşlanırmışım. Denize soktuklarında hiç ağlamaz tatlı tatlı kahkahalar atarmışım. Denizden çıkardıkların da ise kıyameti kopartırmışım. Kumsalda ailecek otururken henüz yürümeyi beceremediğim zamanlar da, bizimkilerin bir anlık dalgınlıklarında ben suya doğru hızla emeklermişim. Allahtan bizimkiler fark eder ve beni suya varmadan yakalarlarmış.

Büyüdükçe denize olan tutkum hiç bitmedi hatta daha da katlanarak artı. Sonraları sadece yüzmek kesmedi, yüksekten balıklama atlamak, suyun dibine dalıp midye çıkarmak en keyif aldığım şeylerin başında geldi. Suyun altına kendi nefesimle on metreye kadar dalabilmeyi başarırdım. Tabi bunları bu kadar iyi yapabilmemin baş mimarı ağabeyim Mehmet’di. O bu saydıklarımın hepsini benden kat be kat daha iyi yapardı. Hele tramblen’den bir Kırlangıç atlardı ki tam bir efsaneydi. Sonrasında bu tutkum beni iki yıldız Balıkadam mertebesine kadar getirdi. Scuba diving , yani tüplü su altına dalış sporu bende çocukluğumda yabancı filmlerde hayranlıkla izlediğim hayalini kurduğum bir şeydi. O yıllarda bu olanaklar ülkemizde çok az yerde vardı ve oldukça pahalı bir uğraştı. Suyun altının büyülü güzelliği, bitki örtüsü, canlı türleri, balıklar, mercanlar, gemi , denizaltı, uçak batıkları benim çok hoşuma gidiyor müthiş bir merak duygusu uyandırıyordu. Birçok kişi suyun altının korkutucu olduğunu iddia eder. Benim için ise her zaman huzur duyduğum, güzelliklerle dolu, sihirli bir ortam olmuştur.

Yüzmeyi Orta Kapuz’da yedi yaşında mahalleden ağabeyim çok sevdiğim rahmetli Kürşat Ünlütürk’ten öğrendim. Gerçi sonra bana yüzme öğrettiğine pişman oldu ama ona minnettarım. Kürşat ağabeyin o yıllarda sarışın Hale Soygazi’ye benzeyen çok güzel bir sevgilisi vardı. Birlikte açılırlar ve koyun sonundaki kayaların arkasına yüzerek giderlerdi. Orası kıyıdan görünmez sota bir yerdi. Bende peşlerinden giderdim. Kürşat ağabey” oğlum gelme git “ diye söylenir bense “ ne yapacaksınız orda bende geleceğim “ derdim. Sonun da bir Coco cola ısmarlama sözüyle kıs kıs gülerek geri dönerdim.

Henüz yüzmeyi öğrenmeden önce koyun sağ tarafında bulunan üç katlı Tramblen’in ikinci katından derinliği en az üç metre olan suya yüzümü kıyıya doğru döner balıklama atlardım. Yüksekten atlamanın ivmesiyle ellerimle kendimi ileri doğru çeker, ayaklarımı da sürekli kurbağa gibi açıp kapatarak yaklaşık üç dört metre dipte nefesimi tutarak gider ve sonunda boyumun yeteceği yere kadar geldiğime emin olunca ayaklarımı kuma basar ve sudan başımı çıkarırdım. Biraz korkusuzmuşum.

Bir hafta sonu annemle birlikte Orta Kapuz’a denize gittik ve kumsalın sağ tarafına doğru oturduk. Annemle yüzdük sonra ben tramblen’den atlamaya gittim. Annem de kumsalda güneşlenip arkadaşlarıyla sohbet etmeye başladı. Ben birkaç defa ikinci kattan sahile doğru balıklama atlayıp dipten kıyıya gelme ritüelini yaptım. Son bir atlayış daha yapayım sonra çıkayım dedim. Güzel bir atlayışla suya daldım ve kıyıya doğru dipten yüzmeye başladım. Artık çıkmama yakın kafamda tın diye bir ses oldu, ama çok bir şey hissetmedim. Kumlara ayağımı basıp sudan başımı çıkardım ve derin bir soluk aldım. Sonra da mutlu bir şekilde denizden çıkıp, kumsalda annemin yanına doğru ilerlemeye başladım.

Hafta sonu olduğu için çok kalabalıktı. Kalabalığın arasından kimseyi ezmeden ve ıslatmadan dikkatli bir şekilde yürürken insanların bana doğru tuhaf tuhaf baktığını fark ettim. Hemen mayomu yokladım kıçım da duruyordu, bir yerim de açıkta değildi. Allah Allah niye bana bakıyorlar diye içimden geçirirken annemin çığlığı ile irkildim. “Oğlum kafana ne oldu “ diye telaşla yerinden fırlamıştı. Şaşkınlıkla “ Ne var ki başımda” derken akan suları şöyle elimle silkeleyeyim dedim. Elime bakınca bir de ne göreyim kan içinde kalmış. Başladım ağlamaya. Hemen sağlık odasına gittik ve kafamın delindiğini kanın oradan geldiğini keşfettik. İşte o zaman suyun altında giderken kafama bir şeyin tın ettiğini hatırladım. Derine atlamış kafamı bir yere vurmamıştım.

Tahminimiz ben suyun altında dipten giderken akıllının biri suya taş attı oda bu bahtsız bedevinin kafasına çarptı. Kalın kafalı olmam ve suyun etkisi ile ben bu çarpmayı hafif hissettim. Neyse pansumancı İbrahim amca kafama birkaç dikiş attı bir de sargı bezi yapıştırdı “ Hadi geçmiş olsun bugün denize girebilirsin ama kafanı suya sokma “ diyerek beni kumsala geri gönderdi. O gün saçları bozulmasın diye kafasını suya sokmayan kadınlar gibi yüzdüm ne yapayım. Yüzmeyi öğrendikten sonra üçüncü kattan en derine kıyıya değil açığa doğru korkusuzca ayaklarımı kırmadan fazla su çıkarmadan suya dik girerek balıklama atlamaya başladım. Bıkıp usanmadan en az yedi sekiz defa atlardım.

Orta kapuz’un genellikle sağ tarafında tramblen’in arka tarafında konuşlanırdık. Ağabeyim Mehmet, Kürşat ve kardeşi Ferruh Ünlütürk, Nejat Akı, Azmi Akalın, Halit Boran, Celal Cedden, Kemal Kırcal çekirdek kadro idi. Üzülmez ve Zonguldak’tan daha birçok genç güle oynaya eğlenir, güneşlenir, yüzer, midye çıkarır, ateş yakar ateşin üstüne koyduğumuz saç (teneke) üzerinde midyeleri pişirir, kantinden aldığımız beyaz teneke peyniri, domates ve ekmekle bir güzel karnımızı doyururduk.

Üzülmez’in bütün çocukları yüzmeyi Orta Kapuz ile Büyük Kapuz arasındaki Boğaz dediğimiz kayalık yerde öğrenmiştir. Kayadan atladığınızda su derinliği en az dört beş metre vardı yüzme bilmezseniz kesinlikle boğulurdunuz. Aramızda yüzmeyi çat pat öğrenip bir türlü kendi başına yüzmeye cesaret edemeyenleri bir şekilde oraya getirir kıçına bir tekme atarak o derin boğaz sularına atar sonra da arkamızı dönüp yalandan giderdik. Suya düşen acemi işin ciddiyetini anlayınca en değme yüzücülere taş çıkartacak şekilde yüzerek kıyıya çıkmayı başarırdı. Sık sık Orta Kapuz’dan Büyük Kapuz’a yüzerek geçerdik. Büyük Kapuz plajı belediye ye aitti. Çok daha büyük kumsalı vardı. Her zaman çok kalabalık olurdu. Orda ki arkadaşlarımızla oturur sohbet eder sonra tekrar yüzerek geri dönerdik. Bazen de ağabeyim ve ben Orta Kapuz’dan Deniz Kulübü’ne paletlerimizi takar yüzerek giderdik. Şimdi bakınca aslında oldukça uzun bir mesafeyi (tahmini iki km.) hiç zorlanmadan gider bir iki saat arkadaşları görür yüzerek geri dönerdik.

En keyifli şeylerden biride koyun tam ortasına sabitlenen oldukça büyük boyutlardaki Sal idi. Sal’a kadar yüzmek ve üstüne çıkıp güneşlenmek, üstünden balıklama atlamak oldukça eğlenceli olurdu. Hele büyüklerin zaman zaman 15, 20 kişi aynı anda sağdan sola, soldan sağa koşup Sal’ın yalpa yapmasına , sonrada dayanamayıp tepe takla olmasını sağlamalarını ve sonunda hepsinin sulara gömülmesini izlemek çocuk gözüyle çok keyifliydi. Birde Sal’da sohbete dalıp kuruduktan sonra denize girmekte nazlananları altı okka yapıp suya atmak ayrı bir şamata idi.

Üzülmez’den bütün yaz boyunca arkası tahta kasalı Beyaz Ford Kamyon’dan yapılmış servis sabah 10.00’da ve 13.00’de Üzülmezden Orta Kapuz’a hareket ederdi. Orta Kapuz’dan Üzülmez’e ise saat 17.00’de ve 19.00’da dönüş yapardı. Genelde saat 17.00 servisi ile gidenlerin sayısı az olurdu. Ama son servis olan 19.00 arabası tıklım tıklım dolu olurdu. O kadar dolardı ki ayakta bile insan alamaz duruma gelirdi. Dışarıda bir iki kişi kaldığında Şoföre bir işmar edilirdi. Şoför arabayı çalıştırır bir iki metre gidip ani fren yapardı. Herkes ileri doğru gittiğinden dışarıda kalan iki kişide arka kapıdan binerdi.

Her ikisi de rahmetli oldular sinema mahallesinin çok değerli simalarıydılar Mehmet Pamuksuz ve Beşir Acar amcalar. Yaz sıcağında işten çıkınca yüzmek için Orta Kapuz’a gelmişler ama vakitleri az hemen mayolarını giyip Emanete elbiselerini verip kumsala inmişler. Beşir amca hemen girip yüzmeye başlamış Pamuksuz amca ise “ Ben biraz güneşleneceğim sonra yüzeceğim ” demiş. Beşir amca yeterince yüzdüğüne kanaat getirince denizden çıkmış ve “ Pamuksuz vaktimiz kısıtlı son servisi kaçırmayalım ben erken çıkıp yukarda çay içeceğim. Sende fazla geç kalma” diye arkadaşını uyarmış. Pamuksuz amca da “tamam Beşir sen merak etme” demiş. Beşir amca duş alıp, kurulandıktan sonra emanet bıraktığı elbiselerini alıp kabinde giyinmiş.

İkinci katta bulunan teras balkonunda da deniz kenarına bakan bir masa da yer bulup oturmuş. Çayını içip manzaranın tadını çıkarmaya başlamış. Bir müddet sonra birde bakmış ki Pamuksuz amca denize girmek için kalkmış fakat kolunda saati duruyor. O tarihte Türkiye de su geçirmeyen saatler henüz yok. Beşir amca bağırmaya başlamış. “ Pamuksuz, Pamuksuz!!!!!” Denizin sesi, kumsalda ki kalabalık insan sesleri ve haporlörden yayılan E.K.İ. radyosunun müzik sesinden ilk anda sesini duyuramamış. Daha kuvvetli şekilde avazı çıktığı kadar tekrar bağırmaya başlamış. Bu sırada Pamuksuz amca neredeyse dizlerine kadar suya girmiş. Nasıl olduysa o gürültü arasında Beşir amcanın sesini duymuş ve Beşir amcaya doğru dönüp elini kaldırarak “ Ne var “ diye işaret etmiş. Beşir amca rahatlayarak sol kolunda ki saati göstererek “ Saat, saat !!!!” diye seslenmiş. Pamuksuz amca saatine bakmış servis saatine epey zaman olduğunu görünce Beşir amcaya dönüp “ Daha var, daha var.” demiş ve denize balıklama atlamış beş saniye sonra ise sudan ilk önce saatinin olduğu sol kolu dimdik çıkmış. Tabi ertesi gün saat tamirciye bırakılmış.

Orta Kapuz’un tek kötü tarafı akşam olup eve gitme zamanı olurdu. Çünkü çok dik ve uzun bir merdiven beklerdi bizleri. O kadar yorgunluktan sonra oflaya puflaya çıkardık. Yarı yolda da Tren köprüsünden geçilirdi. O tarihte kömürle çalışan buharlı Kara trenler kömür vagonlarını çekerdi. Köprüden geçerken o Kara Tren’e rastlarsanız bacasından çıkan isli dumanın içinde kalırdınız. Ama ertesi gün tekrar uça uça gelirdik. Eminim benim gibi bir sürü insanın Orta Kapuz ile ilgili çok güzel hatıraları vardır. Sonra ne mi oldu. Kurum o canım tesisi çürümeye terk etti. Şu anda perişan, virane hal de maalesef. İşte böyle anılarımızda yaşatmaya çalışıyoruz.

Soner AKAÇIK
11 Mart 2021/Urla
Zonguldak Nostalji

Editör: TE Bilişim