Son yıllarda özellikle yaz aylarında meydana gelen olağanüstü sağanak yağmur ve dolu yağışları dikkatinizi çekmiştir. Tüm yıl boyunca yağması beklenen yağışlar birkaç saat içinde yağınca, geçmiş istatistiklere göre yapılan şehir altyapıları böylesi bir yoğunluğu kaldıramadığından sık sık sel felaketleri meydana gelmeye başladı.

Peki nereden çıktı bu yağışlar? 19.yüzyılda başlayan endüstri devrimiyle birlikte insanoğlu yoğun bir şekilde fosil yakıtlar kullanmaya başladı. Buna ilaveten, dünya nüfusunun 1950’lerden itibaren 2 milyardan 8 milyara yükselmesi (Şekil 1) tüketim ihtiyacının da dramatik bir şekilde yükselmesine neden oldu. Bunun sonucunda sera gazları olarak bilinen su buharı (yüzde 36-70), karbondioksit (yüzde 4-9), metan (yüzde 3-7) ve ozonun atmosferdeki miktarı giderek artmayı başladı. Dikkat edilirse, sanılanın aksine en büyük sera etkisine neden gaz, karbondioksit değil su buharıdır ki bu noktaya aşağıda bir kez daha değineceğiz. Bir diğer dikkat edilmesi gereken nokta ise metan gazının da sera etkisi yaratmasıdır ve bunun en büyük kaynaklarından biri hayvancılıktır. Bu nedenle çevre konusuna önem veren ülkelerde hayvancılık metan salınımı kontrollü olacak şekilde yapılmaktadır.

Neticede yukarıdaki olumsuz gelişmeler dünyanın ortalama sıcaklığının son yüzyılda 2 dereceye yakın artmasına neden olmuştur. Elbette ki artan sıcaklık daha fazla su buharı, daha fazla su buharı daha fazla sıcaklık olarak bize geri dönmeye başladı.

Sera gazlarının atmosfere yayılımına engel olan en büyük tutucular ormanlar, toprak ve sulak alanlar iken, beton ağırlıklı şehirleşme ve vahşi madencilik ve benzeri faaliyetler bu alanların da giderek azalmasına yol açmıştır. Bilimsel çalışmalar, artan betonlaşmanın şehirlerin ısı adacıklarına dönüşmesine neden olduğunu ortaya koymuştur. Aşağıdaki şekilde, Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Geomatik Mühendisliği Bölümünde gerçekleştirilen bir çalışmada Zonguldak ilindeki ısı adacıkları kırmızı renkte görülmektedir.

Yaz aylarında gün boyu güneş ışınlarına maruz kalan beton, asfalt gibi zeminler ısıyı tutarlar, akşam ise hava sıcaklığı düşünce tuttukları ısıyı tekrar atmosfere bırakırlar. Bu da sıcaklığın daha da artmasına neden olur. Yağış meydana geldiğinde ise toprak veya ormanla buluşmak yerine güneş altında kavrulmuş beton zemine düşer, su anında buharlaşır ve şehirler üzerinde asılı kalır. Bu olay tekrar tekrar gerçekleştiğinde şehirler üzerinde asılı kalan su buharı olağanüstü düzeylere ulaşır ve bir soğuk hava dalgasıyla buluştuğunda kentin üzerine adeta kovadan boşalırcasına düşer. Tabii ki buna göre tasarlanmamış şehirler sular altında kalır. Şekil 4’de yine Bülent Ecevit Üniversitesi Geomatik Mühendisliği Bölümünde gerçekleştirilen bir başka çalışma Türkiye genelinde yağışa dönüşebilir su buharı miktarının giderek arttığını göstermektedir. Bu demektir ki ilerleyen yıllarda da bu yağışlar giderek artacaktır.

Kısacası, insan faaliyetleri nedeniyle sera gazları artmakta, sera gazları sıcaklıkları arttırmakta, betonlaşma suyun toprakla buluşmasına engel olup daha çok buharlaşmaya neden olmakta, daha çok buharlaşma sıcaklığı daha da arttırıp daha fazla buharlaşmaya neden olmakta, yoğun su buharı soğuk hava dalgası ile karşılaşınca şehirlerimizin üzerine boca olup bize sel ve heyelan olarak geri dönmektedir. Üstelik toprakla buluşup yeraltı sularına karışamadığı için bu yağışın su rezervlerine de pek bir artısı olmadığı gibi, zamansız yağışlar tarım mahsullerinin de zarar görmesine neden olmaktadır.

Peki bunun etkilerini azaltmak için neler yapabiliriz. Öncelikle dere yataklarının ve kanaletlerin temiz tutulması, bir kurumun yaptığını bozmaması, hafriyatların en yakın dere yatağına dökülmemesi, yol yaparken su geçiş hatlarının bozulmaması ve su geçişine izin verecek menfez çalışmalarının titizlikle yapılması gerekir.  Sonra küresel ısınma gerçeğini kabul edip, şehirlerimizi buna göre yeniden tasarlamamız gerekir. Geçmişteki 50-100 yıllık istatistiklere dayanarak yapacağımız dere, kanal ve kentsel tasarımlar bizi yanıltacaktır. Bu hesapların üzerine ekstra güvenlik payı koyarak tasarımlarımızı yenilemeliyiz. Günümüz teknolojisiyle ne kadarlık bir yağışta hangi alanlar sele maruz kalabilir veya hangi alanlar heyelan yaşayabilir bunları nokta atışı belirlemek mümkündür. Bu hesaplamalara göre yüksek riskli alanlar dönüştürülmelidir. Isı adacıklarını azaltabilmek ve buharlaşmanın önüne geçebilmek için yeşil çatı sistemlerine, düşük yoğunluklu yapılaşmaya, meydanlarda gözenekli parkelere ve ağaçlı tasarımlara gidilmelidir. Koyu renkli zeminler daha fazla ısı tutarken açık renkli alanlar daha fazla yansıtırlar. Bu nedenle alışılagelmiş renklerden neden vazgeçilmesin. Örneğin yollar neden beyaza boyanmasın, kırmızı çatı kaplamalarının yerini beyaz alamaz mı? Bunları artık tartışmaya başlamak gerekir. Evet, maliyet artacaktır, ama bize ne getirip ne götüreceğini iyi hesap etmek gerekir. Felaketlerin hasarını kaldırmak daha pahalıya gelmiyor mu sizce?

Şekil 1. Dünya nüfus artış hızı

Şekil 2. Ortalama Dünya sıcaklık artış hızı

Şekil 3. Zonguldak ısı adacıkları haritası

Şekil 4. Yağışa dönüşebilir su buharı değişimi haritası (Gürbüz ve Jin 2017)