Zonguldak’ta sadece konuşuyoruz.
Dedikodu ile geçen yıllar göçü durdurmadı.
Koltuk kavgası ile geçen yıllar insanlara ekmek kapısı açmadı.
Kibir ile geçen yıllar ticareti arttırmadı.
Kazık ata ata geçen yıllar, vatandaşların alışveriş için başka şehirlere kaçmasını azaltmadı.
Herkese mavi boncuk dağıtılan yıllar, şeyinde boncuk olduğunu zannedenlerin sayısını azaltmadı.
Kişilerin şahsi iş takip bürosuna dönen STK’lar, o kişilere makam- mevkii nasip ettikçe liyakatin önemi  STK'ların ruhu kalmadı.
Valilerin paçalarına yapışılan yıllar bitmedi ama hiç bir vali bu şehrin başını göğe erdiremedi. Yaptıkları ile de kimseye yaranamadı.
Zonguldak’ta hepimiz konuşuyoruz.
Asıyoruz.
Kesiyoruz.
Sonuç itibariyle değişen bir durum yok.
Konuşan çok.
İcraat yok denecek kadar az.
Yıllardır konuşanlar, 15-20 kişinin çalışacağı küçük işletmeciliğin önünü açıp destekleyebilselerdi bugün başka bir Zonguldak’tan bahsediyorduk.
Örneğin.
Zonguldak Belediyesi ve TOKİ marifetiyle yapılan 40 milyon liralık sahil düzenleme projesine harcanan para ile Zonguldak’a bir fabrika kurmayı neden kimse tasarlamıyor? Betona dökülen paralar istihdam ve üretim için harcan mıyor? Bunları neden dillendirenler yok mesela!
Örneğin cami inşaatlarımız için harcanan paraların beşte biri ile mahallelerde sosyal merkezler kurulması ve kadınların üretime yönlendirilmesi neden konuşulmuyor?
Üstelik böyle şeyle önerenler kâfir sayılıyor!
Mesela BAKKA veya diğer bazı kurumların hayata geçmeyen ve geçmeyecek projelere harcadığı paralarlar bir kestane işleme fabrikası için neden harcanmıyor? Zonguldak’ın bu özel kestanesinin farklı ürünlerle markalaştırılıp ihraç edilmesi neden sağlanamıyor?
Hangi birini sayalım. Bizde örnek çok.
Bunlar gibi yerel kalkınma imkânlarına kafa yormamış, risk almamış, hayata geçirmemiş, imkân ve yetkilerini yapmak isteyenler için kullanmamış ne kadar isim varsa Zonguldak’ı çok sevmekten bahsediyor.
Allah’ım ölüyorlar Zonguldak için.
Bayılıyorlar! Onlar olmasaymış ot bitmezmiş bu kentte! Şehri, insanlığımızı, değerlerimizi betona gömdükleri yetmemiş bir de alkış bekliyorlar. Yeniden yeniden seçilip gelmek istiyorlar.
Halk deyimiyle söylemek gerekirse;
“Hadi lan oradan!”

Klavye siyasetçileri!
Sayıları çok fazlalaştı.
Baktılar sosyal medyadan bir paylaşım yaptıklarından nasıl olsa beğeni geliyor.
O zaman ne gerek var halka gitmeye.
Yaz paylaş.
Çek paylaş.
Gelsin beğeniler.
Alkışlasın goygoycular.
Akrabalar.
Arkadaşlar.
Partililer.
Hiç sosyal medyadan siyaset yapmak ile halka gitmek aynı şey olabilir mi?
Hiç emeğini, ekmeğini, alın terini, sevgini, merhametini, saygını paylaşmadan siyaset olabilir mi?
Bizimkilerin çoğu sosyal medyadan 100 beğeni gelince belediye meclis üyesi, 200 beğeni 50 yorum gelince belediye başkanı, 300 beğeni 100 yorum gelince milletvekili seçileceklerini zannediyor.
Yazık valla!
Size samimi konuşayım.
Siyaseti nerenizden okuyor nerenizden anlıyorsanız o taraftan girer aynı yerden çıkarsınız!
Bırakın bu ucuz işleri.

Basından bu kadar korkmayın!
Son dönem dikkat çeken bir başka konu var.
Basın karşısına çıkmaya çekinen tüm kurum, kurul ve siyasetçilerimiz tüm işlerini sosyal medya üzerinden görmeye çalışıyor.
Yani sipariş usulü.
Sosyal medyadan paylaşayım.
Nasıl olsa gazeteciler alır.
Öyle de oluyor.
Her açıklama haber değeri taşımakla birlikte bazı uyanık siyasetçilerimiz bunu bir kaçış yolu olarak görüyor.
Soru sorulmasın.
Benim istediğim dışımda yazılan çizilen olmasın.
Eleştiri gelmesin.
İktidarı da muhalefeti de genel olarak böyle.
Pandemi elbette bir etkendir.
Ama hem pandemi hem de sosyal medya siyasetçi, atanmış ve seçilmişlerin bir kaçış – kurtuluş yolu olmasın!
Sorudan, eleştiriden korkan ve kaçan siyasetçi aslında halktan kaçıyordur!