ZBEÜ Kenevir Ar-Ge Koordinasyon Merkezi Zonguldak TSO ve Anadolu Kenevir Endüstrileri Derneği (AKED) iş birliğinde düzenlenen çalıştay sona erdi. Proje Onursal Başkanı Dr. Cemil Çakmaklı süreç hakkında değerlendirmelerde bulundu.

Kendi web sitesi üzerinden yayınladığı makale ile kenevir yetiştiriciliğinin önemine değinen Çakmaklı Zonguldak’ın yer altı ve yer üstü diğer projelerini de kaleme aldı.

Çakmaklı’nın yazısı şu şekilde:
"Üniversitemiz (BEÜ), tam bir Zonguldak üniversitesi oldu. Zonguldak için projeler geliştiriyor. Tamda olması gerektiği gibi, Zonguldak’ın sorunlarına ‘’projeli çözümler’’ üretiyor.

Bu defa, bölgede Endüstriyel Kenevir Üretimi Projesini ele almışlar. Benden de bu projeye önderlik etmemi ve projenin Onursal Başkanı olmamı rica ettiler.

Bölgenin sorunlarının boş laflarla değil, gerçekçi projelerle çözüleceğine inanan, ömrünü projelere adamış bir Zonguldaklı olarak severek kabul ettim bu öneriyi.  

Böyle bir iş birliği için üniversitenin Sayın Rektörü Prof. İsmail Hakkı Özölçer’e ve projeye büyük bir enerji yükleyerek yürüten Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Sayın Prof. Emine Yılmaz Can’a ve AKED Kurucu Başkanı Ercüment Degidiben’e teşekkür ediyorum. Açılış konuşmasında teşekkür ettim ama, bu güzel insanlar bir kere daha teşekkürü hak ediyor.

KENEVİR PROJESİ, TAM BİR ZONGULDAK PROJESİDİR

Kenevir bizim çocukluğumuzda da Zonguldak’ta ekilip biçilen tanıdık bir bitkidir.

Kenevir ve yine bir lif bitkisi olan keten, bizim köylerde her evde ekilirdi. Lifleri kalın olan kenevirden ipler ve kilimler dokunur, ince lifli ketenden giyecekler dokunurdu. Bizim keten ipliklerinin yanı sıra o yıllarda, ‘’pelemek’’ denilen hazır ithal ipliklerde ortaya çıkmıştı. Pelemek ipliğinin Hollanda’dan ithal edilen bir iplik olduğunu ve adının Hollanda’nın Osmanlıcası olan Felemenk’ten türediğini zannediyorum.

Düzeltilmiş haliyle söylersek ‘’felemenk’’ ipliklerinin de evlerdeki ‘’düzen’’ denilen dokuma tezgahlarında dokunduğunu ve bizim evde üretilen keten ipliklerinin de aynı tezgahlarda dokunduğunu hatırlıyorum.

Evlerde dokunan Felemenk bezlerinin terlettiğini, bizim keten ipliklerinden üretilen keten bezlerinin çok daha sağlıklı olup, terletmediğini onları giyenler söylerdi.

Ama söz kenevirden açıldığına göre, 2-3 metre boyundaki kenevir saplarının biçildikten sonra derelerde ıslandığını, sonra biraz kurutulup ‘’mengelez’’ denilen el aletlerinde özlerinin kırılarak liflerinin çıkarıldığını hatırlıyorum.

Ama ne olduysa oldu, bizim köylerde kenevir ekimi yok oldu gitti.

Ne olduğunu sonradan anladık.

Meğer bizim kenevir, mucizevi ekolojik özellikleri olan bir bitkiymiş ve bu yüzden uluslararası siyasi oyunlara kurban gitmiş. Yasaklanmış.  

Yakından bakıldığında kenevir gerçekten de mucizevi bir bitkidir. Çünkü bugün dünyanın ve yaşamın baş belası bütün kimyasal ve sentetik ürünlerin yerini alabilen doğal, organik bir üründür kenevir. Kullanıldıktan sonra, sentetikler gibi doğayı tıkamayıp, eriyip doğal döngüye katılabiliyor.

Üstelik; gıdadan, tekstile, ilaçtan otomotive, kozmetikten inşaata, hemen hemen tüm sektörlerde sentetiklerin yerine kullanılabiliyormuş. Ellibin tür kadar ürün elde edilebiliyor, evet yanlış duymadınız tam ellibin türü aşkın ürün elde edilebiliyor kenevirden.

Dahası bugün bütün dünyanın çare aradığı küresel ısınmaya ve giderek meteorolojik felaketlere sebep olan atmosferdeki aşırı CO² kirlenmesini emebiliyor ve köklerinde depolayabiliyor kenevir…

Yukarıda kenevirin siyasi bir bitki olduğunu söyledik.

Gerçekten de Uluslararası siyasete ve siyasi baskılara neden olmuş bir bitkidir kenevir. Bu kadar çok doğal ürün üretilebilen kenevir, petrolden üretilebilen bütün sentetik ürünleri, ilaçların, kozmetiklerin doğal alternatifi olduğu için petrol tekellerinin düşmanı ve hedefi haline gelmiştir. Genellikle ABD’de yerleşmiş petrol rezervlerini ele geçirmiş Yahudi orjinli firmalar mesela DuPont; ürettiği petrol türevlerine rakip gördüğü için, medya gücünü de kullanarak bizim keneviri uyuşturucu hammaddesi ilan ederek ve ABD’nin siyasi gücünü kullanarak Türkiye dahil bütün dünyada yasaklattılar keneviri.

Oysa; uyuşturucu hammaddesi olan bizim endüstriyel kenevir, latince adıyla Cannabis Sativa değildir. Uyuşturucu hammaddesi olan kenevir Cannabis İndica, yani hint keneviridir. Onun da endüstriyel kenevirle alakası yoktur. Yani bizim yıllardır kullandığımız endüstriyel kenevir, uyuşturucu yaftasıyla yaftalanıp suçlu ilan edildi. Uluslararası sentetik tekellerince mahkûm edildi ve Türkiye dahil pek çok ülkede ekimi yasaklandı. Uyuşturucu olduğu için değil, sentetik petrol türevlerinin yerine geçebildiği için.

Bizim kenevirin ortadan kaybolma sebebi bu…

Dönelim şimdi Zonguldak’taki endüstriyel kenevir projemize.

Eğer biz keneviri ekilir, dikilir ve işlenir hale getirebilirsek, kenevir Zonguldak’a çok büyük faydalar sağlayacaktır. 

Kenevirin Zonguldak’a ilk faydası; havadaki CO²’yi emebildiği ve köklerinde depolayabildiği için, kömür üretimi ve dışarıdan ithal edilerek, bölgedeki termik santrallerde yakılan 20 milyon ton kömürün doğurduğu havadaki CO² kirliliğine çare olacaktır. Yani Zonguldak’ın CO² ile kirletilmiş havasını temizleyecek, insanımızın zehirlenmesini önleyecektir.

Ama bir başka çok önemli katkısı daha olacak Zonguldak’a ve bizim köylerimize. Gelirsizlikten ve verimsizlikten terk edilen, sadece birkaç yaşlının yaşadığı köylerimize yeniden hayat verecek, boşalan köylerimizi ve boş kalan topraklarımızı canlandıracak. Yani, köye geri dönüşü sağlayacaktır kenevir projesi.

Daha neler neler.

Daha ne çok faydası var bu kenevirin.

Bir dönüm kenevir, 25 dönüm orman kadar O² üretebiliyor, yine bir dönüm kenevir 4 dönüm ağaca eş kâğıt üretebiliyor. Bir ağaç en az 20 yılda yetişiyor, kenevirse yalnızca 4 ayda. Kenevir 8 kez kâğıda dönüştürülebiliyor, ağaç ise 3 kez. Tarım ilacına ihtiyaç duymuyor, çok az suya ihtiyaç duyup kolaylıkla yetişebiliyor.

Bütün bunları belirttikten sonra, yüksek sesle söyleyebiliriz.

Kenevir projesi, tam bir Zonguldak projesidir.

GELECEĞİN PROJELERİNE YAKLAŞIM VE ZONGULDAK PROJELERİ

Proje proje demişken, geleceğin projelerine ve bu bağlamda bizim Zonguldak projelerine de bir bakalım. Geleceğin Zonguldak’ını belirleyecek olan projeler için genel doğruları bulmaya çalışalım.

Geleceğin projeleri Zonguldak’ta değil, bütün dünyada artık doğaya ve doğal dengeye uygun olmalıdır. Bunun için de, geleceğin global tehlikelerine ve ekolojik tehditlere cevap verebilmelidir. Bugün dünyamız ve yaşam; küresel ısınma ve iklim felaketleri, biyolojik çeşitliliğin azalması, toprak hava ve su kirliliğiyle karşı karşıyadır. Bütün bu olumsuzlukları insanın projeli eylemleri doğurmuştur.

Bu yüzden geleceğin projeleri bu tür global tehlikelerin ve ekolojik tehditlerin değirmenine su taşımamalıdır.

Bu açıdan bakıldığında Türkiye zaten hassas bir konumdadır.

İki coğrafi kıtadan oluşan ülkemiz, bünyesinde üç ekolojik kıta barındırmaktadır. Bunlar; Avrupa-Sibirya, İran-Turan ve Akdeniz Ekolojik kıtalarıdır. Yani üç ekolojik kıta Türkiye’de birleşmekte ve bu birleşim noktasında biyolojik çeşitlilik çok yüksek bir seviyeye ulaşmaktadır. Örneklemek gerekirse, tohumlu bitkilerde tür ve tür altı takson sayısı, bütün Avrupa kıtasında 6.000 tür seviyesindeyken, Türkiye’de bu sayı tek başına 11.700 türe ulaşmaktadır. Diğer bir deyişle, Türkiye’nin çeşitliliği ve bu yüzden ekolojik sorumluluğu bütün dünya ülkelerinden daha fazladır. Bu türleri korumak zorundayız.

Zonguldak’ta ekolojik durum daha da büyük önem arz etmektedir.

ZONGULDAK BİR ÇEŞİTLİLİK CENNETİDİR

Zonguldak, her yerde bir ekosistem varken dört ekosistemi birden bünyesinde barındırmaktadır. Zonguldak’ta deniz ve kıyı ekosistemi, dağ ve orman ekosistemi, vadi ve akarsu ekosistemi ve de tarımsal ekosistem bir arada bulunmaktadır.

Ekosistemler açısından Zonguldak’ın jeolojik, topografik ve demografik çeşitliliğine göz atalım.

Zonguldak’ta toprağın altı, kömürü ile bilinir ama onun ötesinde manganezi, boksiti, kuvarsı, şifertonu başta olmak üzere, Zonguldak büyük bir yer altı çeşitliliğine sahiptir. Bir de buna mağaraları eklerseniz, Zonguldak’ın yer altı çeşit çeşittir.

Toprağın üstüne dönüp baktığımızda dimdik dağları tepeleri ormanları, onların ayak ucunda incecik vadileri, vadilerdeki dereleri, çaylarıyla ve binlerce çeşit bitki ve hayvanıyla toprağın üstü de çeşit çeşittir Zonguldak’ta.

Bunların dışında bir başka zenginliği, sosyolojik çeşitliliği vardır Zonguldak’ın. İnsan çeşitliliğidir bu.

İki yüz yıl kadar önce o zaman tek değerli enerji kaynağı olan kömür, bilinen deyimiyle yetmiş iki buçuk milleti Zonguldak’a toplamıştır. Balkanlardan; Arnavutlar, Hırvatlar, Boşnaklar, Doğu Karadeniz’den; Gürcüler, Abazalar, Hopalılar, Rizeliler, Trabzonlular bölgeye gelip yerleşmiştir. Üstüne üstlük kömür işletmelerini yönetmek için Fransızlar, Almanlar, Ermeni ve Rum işletmeciler yıllarca bu bölgede yaşamıştır. Kendimden bir örnek vereyim; Çelikel Lisesinde son sınıfta, bizim 6 Fen-A’da 30 kişiydik. Babası Zonguldak’ta doğmuş biri ben sadece iki kişi vardık.

Yani, insanı da çeşit çeşit bir şehirdir Zonguldak.

Toprağın altı çeşit çeşit, üstü çeşit çeşit, insanı çeşit çeşit, ekosistemleri çeşit çeşit olan Zonguldak, bir çeşitlilik cennetidir.

Ben hep söylerim; güzellik çeşitliliğin en yüksek düzeydeki optimizasyonudur. Bu yüzden, bu çeşitlilik yüzünden Zonguldak gerçekten de güzel bir şehirdir. Ancak bütün güzellikler ve çeşitlilikler gibi yönetilmesi zordur Zonguldak’ın.

Sözün kısası Zonguldak projeleri de, çeşitliliği de en iyi yöneten doğanın kurallarına uygun olmalıdır. Yani projeler ekolojik bilinçle hazırlanıp, ekolojik sorumlulukla yönetilmelidir.

Bu bakış açısıyla Zonguldak’ın mevcut ve gelecekteki projelerine dönüp bir bakalım.

ÖNCE YER ALTI PROJELERİNE BAKALIM…

Zonguldak; yer altı ile, kömür ve kömür projeleri ile yola çıktığı için ‘’altı projeli, üstü projesiz’’ bir şehir olmuştur hep. Yerin altını önce Almanlar, sonra Fransızlar projelendirmiştir. Şehrin adının bile Fransız projelerinde yer alan ‘’ZONE GÖLDAG’’ (Göldağ zonu) kelimesinden türediğini ileri süren etimologlar ve Zonguldak tarihçileri vardır.

Göldağ; Zonguldak’ın yakınında bulunan 780 metre yüksekliğinde bir dağdır. Tepesine yakın bir yerde bir göl olduğu için adı GÖLDAĞ’dır. Bir görüşe göre; Fransızların ZONE GÖLDAG’ı evrilip ZONGULDAK olmuştur.

Yani Zonguldak ismi, Fransızların yer altı projelerinden gelmektedir.

Bugünden 200 yıl kadar geçmişe uzanan kömür döneminde Zonguldak karmaşık tektoniği yüzünden proje geliştirmekte ve uygulamada çok zorlanmıştır. Çünkü başka kömür havzalarında, Ukrayna’da, Avusturalya’da, Güney Afrika’da hatta Almanya kömür havzalarında olduğu gibi, kömür damarları yer yüzüne paralel ve düzenli konumda değildir Zonguldak’ta…

Zonguldak Kömür damarları adeta arzın merkezinden yer yüzüne doğru uzanan dik ve yeryüzüne doğru parçalara ayrılan dallardan oluşmuştur.

Bu kömür tektoniğini projelendirmek ve burada üretimi mekanize etmek hemen hemen imkansızdır. Kömür burada insan gücüne ve özel çözümlere dayalıdır. Zonguldak kömür üretimini kuyular, galeriler, desandriler, domuz damları, özel ahşap imalatlar ile doludur. Havalandırma ve nakliyat çok zordur. Üstüne üstlük Zonguldak taşkömürleri grizu denilen yanıcı gazlarla iç içedir. Bol kazalı, bol ölümlü bir kömür havzasıdır Zonguldak.

Bu yüzden tarımla ve hayvancılıkla uğraşan Zonguldak’ın Türkmen köylülerini madene sokmak, madenci yapmak çok zorlu olmuştur. Türkmen köylüler zaman zaman mükellefiyetlerle ve Jandarma zoruyla yer altına sokulmuşlar, zaman zamanda askerlikten muaf tutularak çalıştırılmışlardır. Diğer bir deyişle ölümü gösterip sıtmaya razı edilmişlerdir.

Zonguldak’ın Türkmen köylüleri için havza tam bir ölüm havzasına dönüşmüş, son 60-70 yılda grizu ve göçüklerle beş bin insan kömür üretimi için şehit edilmiştir.  Yer üstünde de pnömokonyoz denilen kömür tozu hastalığından on bine yakın köylüde vefat etmiştir. Zaman böyle akıp gitmiş, bizim yaşayarak gördüğümüz yıllarda, bundan 50 yıl önce, yani 1970’lerde taş kömürü işletmesinde 35 bin kişi istihdam ediliyor ve 7 milyon ton tüvenan çıkıyordu. Ama yukarıda anlattığım gibi, havzadan kömür değil, ölüm ve hastalık çıkıyordu.

Bu günlerde rödovansçılarla birlikte 1 milyon 400 bin ton kömür çıkıyor bölgeden. Bölgede başka kullanan kalmadığı için termik santraller 20 milyon ton kömür yakıyor. 1 milyon tonunu içeriden alıyorlar, 19 milyon tonunu ithal ediyorlar. Kömür var diye kurulan demir çelik fabrikaları da ithalatla çalışıyor.

Sözün özü bölgede kömür üretimi sıkıntıda. Neredeyse durmak üzere… Ayrıca uluslararası düzenlemelerde karbon ayak izini sıfırlamak ve iklim krizlerini önlemek adına kömür üretimini sonlandırılmak üzere. Ne zaman bilinmez ama, 10-15 yıl içinde belki de kömüre veda edilecek. Bize de o zamana kadar kömürümüzü en az zararla ve can kaybıyla çıkarmak ve çıkardığımız müddetçe de ona sahip çıkmak zorundayız.

Bu zorunlu dönem için birkaç önerim var:

  1. Yüksek maaliyetleri ve mekanizasyon açmazları yüzünden sürekli zarar eden ve üretimi düşen TTK’ı, sermaye ve yönetim açısından kullanıcılara yani termik santrallere ve demirçelikcilere sahiplendirmek faydalı bir çözüm olabilir. Bu konu çalışılmalıdır.
  2. Termik santrallerin doğurduğu karbonik kirlenmeyi daha yakın bir kontrolle minimuma indirmek ve bölge havasını korumak zorunlu bir çalışmadır.
  3. Dünyanın en zor işini yapan rödovans denilen sistemle çalışan kömür girişimcilerine mostra değil, etüdü yapılmış projeli sahalar verilmelidir. Yani bu işletmecilere TTK’daki bilgi birikimi proje olarak aktarılmalıdır. Denetimleri de bu zemin üzerinde yapılmalıdır.

Bütün bunlar bir geçiş zamanı yaklaşımı olarak önerilmektedir. Bu geçiş zamanında bile kömürü ve kömür işletmecilerini yalnız bırakmamak bir Zonguldak sorumluluğudur.  

ŞİMDİ, BİRDE DÖNÜP YER ÜSTÜ PROJELERİNE BAKALIM

Yukarıda anlattığım gibi, Zonguldak adını bile yer altı proje çalışmalarından almaktadır. Ama Zonguldak yerin altı ile uğraşmaktan, üstüne dönüp bakmamış, Zonguldak’ta yer üstü ile ilgili projeler geliştirilememiştir.

Oysa bugün, Zonguldak’ta hızla birçok yer üstü projesi geliştirilmek zorundadır. Çünkü kömür, Zonguldak için çare olmaktan çıkmak üzeredir. Bu durumda hızla yer altından kömürü değil, insanı yer üstüne çıkarmaya dönük yeni proje hazırlıkları içinde olmalıyız.

Yukarıda sık sık belirttiğimiz gibi, karbon kirliliğinden ve küresel ısınmanın felaketlerinden kurtulmak isteyen insanlık, zaten kömürü ve ondan elde edilecek enerjiyi de gözden çıkarmış durumdadır. Muhtemelen yakın bir gelecekte kömür üretimi bütün dünyada durdurulacaktır.

O kesin vakte kadar biz de Zonguldak’ta kömüre alternatif yeni istihdam alanları oluşturabilecek projeler geliştirmek zorundayız.

Hep söylediğimiz gibi, bu yeni projeler geleceğin projeleri gibi ekolojik yaklaşımlı olmalıdır.

Esasen ekolojik yaklaşımlı bu projelerini düşünmeye taa 40 yıl önce başladık. Ama gerçekleştirmek için çok vakit kaybettik.

Bu konuya örnek en önemli proje, Filyos Vadisi Projesidir.

Herkesin bilmeye hakkı var. Bu projenin başlangıcını anlatmalıyım.

Filyos Projesinin Başlangıcı:

Benim mecliste olduğum zamanlarda, 1983 yılı başında Kandilli’de bir grizu faciası yaşandı. 400 işçi vardiyaya girdi, grizu patladı, 102 işçi şehit oldu, yarısı yaralandı. Dönemin Başbakanı ve İmar İskan Bakanı ile birlikte Kandilli’ye geldik. Soğuk ve yağmurlu bir günde 102 tabutun bir arada bir kasabaya sığmadığını gördük. Ama o gün Kandilli’ye sığmayan 102 tabuttan daha büyük bir şey vardı. Feryat ederek kendini Kandilli’nin çamurlarının içine atan 400-500 şehit madenci yakınının acısı ve feryatları yere, göğe sığmıyordu. O gün orada yaşadıklarım, hayatımın en büyük acısı ve çaresizliği olarak hala içimde yaşamaktadır.

O manzarayı yaşayan ve herkesin ortasında kendini tutan Başbakan Ulusu, dönüş için arabaya bindiğinde daha fazla kendini tutamadı ve gözünden yaşlar boşaldı. ‘’Ne yapacağız Cemil Bey, bu maden ölümlerine nasıl engel olacağız?’’ diye sordu. Benden önce İmar İskan Bakanı Ahmet Samsunlu atladı, ‘’Efendim, bu konuda Cemil Beyin zaten bir çalışması var.’’ dedi. ‘’Nedir’’ diye sordu Başbakan.

Kısaca; ‘’Kömürü değil, insanı yeryüzüne çıkaracağız Sayın Başbakanım. Alternatif istihdam alanları yaratacağız.’’ dedim. Ve dönüş yolunda Ankara’ya kadar Başbakan’ın arabasında planlama yıllarında oluşturduğumuz Türkiye’nin 26 havzasından biri olan Batı Karadeniz’in omurgası Filyos Vadisi üzerinde geliştireceğimiz projeyi anlattım.

Anlattığım şuydu…

Filyos Vadisi’nin denize ulaştığı yerde bir liman yapılacak, bu liman İç Anadolu sanayisiyle hızlı bir yük treniyle birleştirilecek ve İç Anadolu’nun Filyos’a bağlanması sağlanacaktır. Daha sonra bu liman; Karadeniz iç ticareti ile ilişkilendirilecek ve bu ilişki özellikle 480 km ötedeki Köstence’den, Tuna Su Yoluyla Avrupa içlerine kadar uzanacaktır. Filyos Vadisinin Bartın’a, Karabük’e, Çaycuma’ya, Devrek’e kadar uzanan bölümlerinde ise; Vadide ırmağın varlığını inkâr etmeden ve vadi ekolojisini bozmadan, kirletmeyen, yükte hafif pahada ağır bir sanayi kurmak, tarımı bütün vadiye yaygınlaştırarak organikleştirmek ve bölgenin emsalsiz zenginliklerini turizme açmak, projenin temeli olmalıydı.

Bütün bunları heyecanla anlattım. Yani Filyos Vadisi projesini, daha planlama yıllarında kafamda oluşmuş haliyle Sayın Ulusu’ya ve Ahmet Samsunlu’ya aktardım.

Başbakan Ulusu; Ahmet Samsunlu’ya ve bana, ‘’Oturun ve gece gündüz bu projeyi bitirin, bana da her hafta bilgi verin’’ dedi. Ankara’ya döndük, tam 6 ay gece yarılarına kadar bütün Bakanlık plancıları ve uzmanları ile bu projeyi çalıştık. Her safhasında Sayın Ulusu’ya bilgi verdik ve 1984 bütçesine o günkü parayla 30 bin liralık Filyos Limanı Etüt Ödeneği de konuldu. Proje için böylece küçük bir adım atıldı.

O gün bugün, ben de bu konunun sadece Ankara’da bitmeyeceğini ve çok uzun süreceğini tahmin ettiğimden bu proje için bir vakıf, Zonguldak Yüzüncüyıl Vakfı’nı kurdum. Zonguldak’ın bu projeyi sahiplenmesini sağlamaya çalıştım. Proje düştü, kalktı, yavaşladı, hızlandı. Proje zaman zaman gündemden düştü, zaman zaman ayağa kalktı. Pek çok siyasi iktidarın etkisiyle, katkısıyla bugüne kadar geldi. Ama tam 40 yılda geldi. Burada, başta Sayın Ulusu’yu ve Sayın Ahmet Samsunlu’yu rahmetle anıyor ve projede emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.

Filyos Projesinin Temelleri

Projenin bugününe bakarsak, aşağıdaki değerlendirmeyi yapmak istiyorum.

Aslında Filyos Projesi; bir havza projesi yaklaşımıdır. Türkiye, 26 havza üzerine kurulu bir ekosistemdir. Aslında Türkiye’de tüm projeler bu ekosistemleri gözeterek geliştirilmelidir. Bu havzalara genellikle havzaya hayat veren akarsuların adı verilir. Kızılırmak havzası, Sakarya havzası, Filyos havzası gibi. Esasında bu havzalar, havalarıyla sularıyla, toprakları ve ormanları ile kurdu, kuşu ve kısaca ekolojisiyle bu ülkenin temel servetidir. Geleceğidir. İşte bu yüzden ülkemizi gerçekten korumak, gerçekten savunmak istiyorsak, sadece coğrafi sınırlarımızı değil, ekolojik havza sistemlerimizi de korumalıyız. Buralardaki geliştirdiğimiz projelerde çok dikkatli olmalıyız. Onların doğal dokularını çok iyi tanımalı ve ona uygun mühendislikler geliştirmeliyiz.

Filyos havzasına yakından bakarsak, onun Zonguldak, Bartın ve Karabük illerinin ortak omurgası ve ortak ekolojik sistemi olduğunu, havzanın taa Bolu’dan, Çankırı’dan ve Kastamonu’dan beslendiğini görmeliyiz. Filyos havzasına, Zonguldak, Bartın, Karabük dereleri ve bunun ötesinde Bolu’dan, Kastamonu’dan, Çankırı’dan pek çok akarsu su taşır. İki ana aksta toplanan bu kolların toplam uzunluğu 600 km’i bulur. Bu kollar zaman zaman 2.000 metre yüksekliğindeki dağlardan, ormanlardan başlar. Kuş uçuşu 150 km’de 2.000 metre yükseklikten denize iner. Yani havzadaki suların akış hızı çok yüksektir. Bu yüksek hızlı akışlar denize 40 km kala birleşir ve büyük bir taşkın havzası oluşturarak denize dökülür. Özellikle bu taşkın havzasının mühendisliğini binlerce yıldır doğa usta yapmış, kendi yatağını ve taşkın havzasını oluşturmuştur.

İşte bu ekolojik gerçekleri dikkate alarak, Vadide ırmağın varlığını inkar etmeden ve vadi ekolojisini bozmadan, kirletmeyen, yükte hafif pahada ağır bir sanayi kurmak, tarımı bütün vadiye yaygınlaştırarak organikleştirmek ve bölgenin emsalsiz zenginliklerini turizme açmak, projenin temel yaklaşımı olarak ele alınmalı, proje sadece liman çevresine sıkışıp kalmamalı, tüm vadiyi kapsamalıdır. Bu kapsayıcılık Filyos’tan Çaycuma’ya, Gökçebey’e, Devrek’e, Karabük’e ve Beycuma’ya kadar bir bütün olarak devam ettirilmelidir.  

Projenin Yanlışları

Çok uzun süren proje uygulama aşamasında başlangıçtaki temel ilkeler unutularak ve vadinin ekolojik gerçekleri gözden kaçırılarak bazı temel hatalar yapılmıştır.

Bu hataları aşağıda sıralıyorum:

  1. Projenin ilerleyen aşamalarında 40 km uzunluğundaki doğal taşkın havzası daraltılmış, seddelenmiş ve taşkın havzası mülkiyete ve imara konu edilmiş ve yerleşime açılmıştır. Bu Filyos Vadisi Projesinin geleceği için büyük bir ekolojik cinayettir. Aynı zamanda yapılan yatırımları riske atmaktır. Günün birinde bu taşkın havzasında ve oraya su taşıyan derelerin kollarında yapılan betonlamalar, şimdiden bile büyük su taşkınlarına sebep olmaktadır.
  2. Filyos Vadisi Projesinde yapılan diğer büyük hata; Bolu’daki Köroğlu dağlarından inen suları, Filyos Irmağına taşıyan ve Filyos Irmağının suyunun yarısını veren Ulusu Deresinin önünün kesilerek Ankara’ya yönlendirilmesidir. Bunun için DSİ; 6 metre çapında ve 30 km uzunluğunda, Gerede’den Çamlıdere’ye uzanan bir tünel açmış, Işıklı’da bir regülatör kurarak, Ulusu deresinin sularını Ankara’ya aktarmıştır. Vadiden vadiye su aktarmak bir ekolojik cinayettir. Burada da Filyos Vadisinin can damarı olan sular Ankara’ya aktarılmakta, Vadi kurutulmakta ve giderek yok edilmektedir.
  3. Filyos vadisinde yapılan bu büyük hataların yanı sıra, Çaycuma’da, Gökçebey’de, Devrek’te, Beycuma’da kısaca Filyos Irmağını besleyen her derede ‘’Taşkın Önleme ve Dere Islahı’’ adıyla dere yatakları daraltılıp, beton kanallar içine alınmıştır. Bu beton kanallar, ırmaklarla, derelerle doğanın irtibatını kesmiş, selleri ve taşkınları azdırmıştır.
  4. Projenin başından beri düşünülen, adeta projenin olmazsa olmazı olan, Ankara’yı Filyos limanına bağlayacak ‘’Hızlı Yük Treni Projesi’’ unutulmadan ve unutturulmadan takip edilmelidir. Bugünkü Irmak İstasyonu üzerinden gelen bu uzun demiryolu ile Filyos Projesinden beklenen faydayı gerçekleştiremez. Muhtemelen Kızılcahamam Gerede aksı üzerinden projeye lojistik hız kazandıracak, ‘’Ankara bir saat’’ projesi mutlaka hayata geçirilmelidir. Yoksa projenin makro fizibilitesi kaybolacaktır. 
  5. Sonuç olarak, DSİ’nin yaptığı seddeler ile ırmağın taşkın havzası işgal edilmiş, taşkın havzaları mülkiyetlenmiş ve imarlanmıştır. Bunun sonucu olarak Filyos Projesi’nin doğal doğruları unutulmuş, Filyos projesi; DSİ müdehaleleri yoluyla bir toprak kazanma projesine dönüşmüştür. Diğer yandan, Filyos’un sularını Ankara’ya aktarma projeleri vadinin ekolojik geleceğini tehlikeye atmıştır.

Bütün bunların yanı sıra ‘’taşkın önleme ve dere ıslahı’’ adıyla dere yataklarının betonlanması, oralarda kazanıldığı zannedilen topraklara yerleşilmesi havzadaki tüm hidro-ekolojik sistemi bozmuştur.

Bütün bunların sonucunda ve küresel ısınma ve iklim değişiklikleri nedeniyle oluşan meteorolojik felaketlerin de giderek arttığını dikkate alırsak, Zonguldak için kurtuluş olarak gördüğümüz Filyos projesi büyük felaketlere davetiye çıkaran bir proje haline gelmiştir.  

Ve maalesef akla bile getirmek istemiyoruz ama vadi; üzerine yapılan yatırımları da yok edebilecek büyük felaketlere gebe bir hale getirilmiştir.

Maazallah, bir gün gelir ırmak; ondan aldığımız bu taşkın yataklarını tamamen geri alır, üzerine yaptığımız konutlar ve işyerleri sahiplerini malsız bırakır, yoksul eder, bunun acısı ve maaliyeti sadece Zonguldak’ta kalmaz, bütün ülkeye yayılır.

Filyos Projesi ve Doğalgaz

Bir de son yıllardaki doğalgaz çıkarılmasının projeye etkilerine kısaca değinelim. Zonguldak karbon havzasının deniz kısmında kömürle beraber bulunması muhtemel olan doğalgaz rezervlerine ulaşılmıştır. Ülke için son derece sevindirici olan bu gelişme, Filyos Vadisi Projesini yakından etkilemiş, Filyos limanı bu amaca tahsis edilmiş ve yanında doğalgazın adeta partneri olan bir gübre fabrikası planlanmıştır. Yani vadi; kömürün karbonundan kurtulmaya çalışırken, bir başka karbon bileşiğiyle yüz yüze gelinmiştir. Ülke için son derece gerekli bu doğalgaz projesi, Filyos Vadisinin başlangıçtaki proje hedeflerini bir tarafa atmamıza, havzanın bütününün organik tarımla, turizmle, kirletmeyen sanayiyle kavuşturma hedeflerine engel olmamalıdır.

ZONGULDAK YERLEŞİM PROJELERİ

Başlangıçta söylemiştim, artık bütün dünya insanları bütün projelere, bu arada yerleşim projelerine ekolojik gözlükle bakıyorlar. Geçmişte yapılan, doğayı ve ekosistemi yok sayma anlayışları artık terk ediliyor. Bu açıdan Zonguldak; yer altındaki kömür üretimine fokuslandığı için, insanların yaşadığı yer üstündeki yerleşim projelerine gereken önemi verememiş, bu yerleşim projelerinde büyük hatalar yapmıştır. Yamaçlara yerleşmek yerine, derelerin taşkın havzaları olan kılcal vadilere, yani dere yataklarına yerleşmiştir. Bu dere yataklarına kaçak göçek, imarlı imarsız yerleşilmiştir. Bu Zonguldak merkez yerleşmesinde de böyle olmuştur, Çaycuma’da, Devrek’te, Gökçebey’de, Beycuma’da, insanın yerleştiği her yerde böyle olmuştur. İnsan yerleşmelerinde Zonguldak topogrrafyası unutulmuştur. Bugün her yerde, hemen her yağmurda su baskınları kaçınılmaz bir kader gibi yaşanmaktadır.

  1. Zonguldak Merkez Yerleşimi

Bu konuya bir örnek olarak, Zonguldak merkez yerleşim hikayesine bir bakalım. Zonguldaklılar; derelerin birleştiği noktaya ‘’İki su çatı’’, derelerin denize kavuştuğu yerlere de ‘’ağız’’ derler.

Bu yüzden Zonguldak’ta pek çok iki su çatı vardır. Pek çok da ağız vardır. Çatalağzı, İnağzı, Değirmenağzı, Alacaağzı hatta Filyosağzı. Bugünkü Filyos yerleşmesine ağzı atılarak, sadece Filyos denilmektedir. Bu da Filyos kelimesinin Karabük’ü, Devrek’i, Çaycuma’yı, Gökçebey’i de içeren bir vadinin adı olduğunu unutturmaktadır. Bugünkü Filyos’un gerçek adı, Filyosağzı’dır. Tıpkı Çatalağzı gibi…

Zonguldak’ta Üzülmez ve Kokaksu derelerinin birleştiği ve birleştikten sonra denize döküldüğü yerin üzerine kurulmuştur. Bizim eskiler oraya ‘’İki su çatı’’ ya da ‘’Üzülmezağzı’’ derler. Yani Zonguldak; Üzülmez ve Kokaksu derelerinin birleştiği ikisuçatında onların denize döküldüğü ağızdaki bir alüvyon deltasında kurulmuştur.

Yanlış söyledik, kurulmuş değil kendiliğinden peyder pey oluşmuştur.

Bugünkü şehir merkezi, bizim Gaca köylülerinin ekip biçtiği alüvyon deltası üzerinde kuruludur. Oralar bizim Gaca köylülerin ekip biçtiği yerlerdir, oraların ilk tapuları da Gacalılarındır.

Gel zaman, git zaman, bizim Gacalıların iki su çatındaki topraklarına kömüre koşanlar ve koşanların peşinden koşanlar geldiler, Üzülmezağzının oluşturduğu alüvyon deltasına yani derenin yatağına yerleştiler. Düzensiz, kendiliğinden, plansızca yerleştiler. O zamanlar herkes toprağın altıyla uğraştığı için, toprağın üstüyle kimse uğraşmadı. Bu yüzden; hep diyoruz ya Zonguldak’ın altı planlı, üstü plansızdır.

Zonguldak şehri, rastgele ekleye ekleye oluşmuştur, yani eklektiktir. Zonguldak merkezi Üzülmez deresi ve Kokaksu deresinin denize döküldüğü alüvyon deltasına kurulmuştur. Alüvyon deltası önce çarşı oldu, mahalle oldu, sonra belediye oldu, vilayet oldu. Ekilen biçilen toprak demiryolu oldu, cadde oldu, lavuar oldu. Derelerin yatakları işgal edildi, yok edildi. Ama hiçbir zaman bir plan yoktu. Üstüne üstlük derelerin ağzına bir de liman yapıldı. Ama bütün bu rastgele zamanlarda; derelerin yataklarını işgal etme yanlışı hızlanarak devam etti, sadece denize yakın yerler değil işgal etme geriye doğru da hızlanarak devam etti.

Dünyanın dört bir yanından gelen insanlar taşkın yataklarına yerleştiler, durmadılar, suyun en az olduğu zamana göre dereleri beton kanallar içine aldılar. Bu işgallerin peşi sıra doğal kurallar işledi. Dereler de yataklarına yerleşenlerden intikam almayı hiç ihmal etmedi. Seller ve su baskınlarının ardı arkası hiç kesilmedi.

Zonguldak’ın tarihi; her on yılda bir olan su baskını hikayeleriyle doludur.

Mesela Ağustos 1955’te yaz ortasında metre kareye 431 kg yağmur düştü. Her şey yok oldu, ahlak bile yok oldu. Çapulcular şehri yağmaladı.

Sonra o yıllarda, Atatürk’ün Almanya’da okuttuğu Asım Kömürcüoğlu diye bir mimar, Fevkani Köprüyü yaptı. Dere yataklarını derelere bırakarak onların üstüne Fevkani (üstteki) anlamına gelen, herkesin köprü zannettiği bir üst platform yaptı. Yani Fevkani; kesinlikle sadece bir köprü değil, bir üst platformdur.

  • Yıkılan Fevkani’den Alınacak Ders

Bugün yıkılan bu üst platformdan ders alıp, alttaki dere yataklarını derelere bırakıp onun üstünde trafiğimizle, yaya bölgelerimizle, meydanlarımızla yaşayacağımız bir ikinci kat Şehir Merkezi kurmalıyız. Bunun için cesur ve kararlı olmalı, ırmak yatakları üzerindeki yapılar için bir kentsel dönüşüm projesi yapmalı, dere yataklarından binaları kaldırmalıyız. Bu arada, derelerin ağzını da limandan koparmalı, açık denize bağlamalıyız. Yoksa liman zaman içinde derelerin atık deposu ve bir bataklık haline dönüşecektir. Tarak gemileriyle, limanı temizlemek çare olmayacaktır.

Çaycuma'da büyük operasyon! Eski muhtar gözaltında! Çaycuma'da büyük operasyon! Eski muhtar gözaltında!

Bilmeliyiz ki; derelerle aynı kotta düzenlenmiş kavşaklarla, meydancıklarla bu şehri sel baskınlarından kurtaramayız. Dereler hiçbir zaman kendi kotlarını bize kullandırmaz. İşte bu yüzden dere kotundan yukarıda bir Fevkani (üst) şehir merkezi planlamalıyız. Eğer böyle radikal bir çözümü projelendirmezsek, Zonguldak’ın yedi ceddi selden, su baskınından hiçbir zaman kurtulamayacak, rahat yüzü görmeyecektir.

  • Diğer Yerleşimler

Zonguldak Merkezi’nin bu hikayesi, Zonguldak’ın hemen hemen her yerinde Çaycuma’da, Gökçebey’de, Devrek’te, Eğerci’de, Kozlu’da, Kilimli’de aynen geçerlidir. Çünkü bu yerleşmeler de yüksek dağlardan kopup gelen derelerin ve ırmakların kenarında kuruludur. Tüm Zonguldak vilayeti dere yataklarına girmeden o yatakları derelere bırakarak ve yamaçlara yerleşerek yaşamayı öğrenmelidir.

SONUÇ

Zonguldak’ın yer altı ve yer üstü projelerini bu biçimde değerlendirdikten sonra, şunları söyleyebiliriz:

Artık Zonguldak’ta ekolojik yaklaşımlı bölge insanına istihdam sağlayacak yeni projeler geliştirmeliyiz, geliştirilenlere sahip çıkmalıyız. BEÜ Üniversitemizin geliştirdiği kenevir projesi de bölge olarak sahip çıkmamız gereken bir projedir. Bu proje, ekolojik özellikli olmasının yanı sıra bölgemizde yüzlerce ürünün üretilmesine de kaynaklık edecek ve pek çok girişimin önünü açacaktır.

Projeyi yürüten Sayın Dekan Prof. Emine Yılmaz Can, daha şimdiden bütün üniversite bölümlerini harekete geçirmiş, Devrek’teki, Çaycuma’daki Meslek Yüksek Okullarına kadar bir sürü fakülte kenevirden yeni ürünler geliştirmeye başlamış bile. Kimi fakülte inşaat malzemeleri üretiyor, kimisi kozmetik. Kimisi bez, kimi türlü türlü yiyecek üretiyor. Bütün bunlar yarın bölgedeki girişimciler için birer yatırım konusu olacak araştırmalar.

Diğer yandan bu proje, bölgedeki ekolojik tarımı güçlendirecek, bölgemizin kanayan yarası köyden şehire, şehirden başka illere göçün azaltılmasına katkı verecektir.

Bütün bunların yanı sıra yine bu proje, bölgedeki mevcut karbonik kirlenmeyi azaltacak, karbon emisyonlarını emerek temiz bir Zonguldak’ın önünü açacaktır.

Bu yüzden bu proje tam bir Zonguldak projesidir.

Hepimiz bu projeye bütün zorluklarına göğüs gererek, bıkmadan usanmadan sahip çıkmalıyız.

Çünkü bu proje sadece bir Zonguldak projesi değil, Zonguldaklılar için adeta bir görev tanımıdır.

Dr. Cemil Çakmaklı

Editör: U. G.