23 Mart Cumartesi günü Maden Mühendisleri Odası Lokali’nde Prof.Dr. Şenol Kuşçu ile yapılan kent söyleşisinin moderatörlüğünü emekli akademisyen Mustafa Yüce yaptı. Kalabalık bir izleyici topluluğunun katıldığı söyleşi Şenol Hoca’nın esprili ve mizahi anlatımıyla şenlikli bir havada geçti. Söyleşi sonunda Prof. Dr. Kuşçu, “Cılga Yoldan Otobana” adlı anı kitabını okuyucularına imzaladı.

ZOKEV Başkanı Kürşat Çoşgun’un yaptığı açılış konuşmasının ardından, Engin Çöl’ün hazırladığı Prof. Dr. Kuşçu’nun yaşamından kesitlerin yer aldığı bir video sunumu yapıldı.  Söyleşi bazen fotoğraflar üzerinden bazen de izleyicilerin sordukları sorular üzerinden devam etti. Sorulara Şenol Hoca’nın ilginç mizahi cevaplar vermesi söyleşinin şenlikli geçmesini sağladı. Prof. Kuşçu söyleşide, dersliklerin bir arada olduğu tek veya iki öğretmenle eğitimin sürdüğü 120 haneli yoksul bir köyde çocukluğum geçtiğini söyleyerek konuşmasını şöyle sürdürdü:

“ATATÜRK'ÜN YOLUNDAN GİDEN BİR ÖĞRETMENİMİZ OLDUĞU İÇİN ÇOK ŞANSLIYDIK"

“Yoksulluk diz boyuydu. Okula gelen her çocuk ısınmak için yakacak odunuyla birlikte okula gelirdi.  Sınıflar bir arada olduğu için üst sınıfın derslerini de dinliyor, onların sorularına cevaplar bulmaya çalışıyordum. Bu merakım beni okulumda başarılı bir öğrenci yapmıştı. Atatürk’ün yolundan giden bir öğretmenimiz olduğu için çok şanslıydık. Oradaki çocuklar gibi ben de hayvan güdüp, toprak belleyip, eve odun taşıdım. Köyde hayat çok zordu. Onun için hep derslerime çalışmak, okulda başarılı olmak zorundaydım. Sanat okulu sonrasında Yıldız Teknik Okulu’nu kazanıp orada okumak çok zordu ama o zamanki üniversiteler bu zorlukların altından kalkabiliyor, köyünden gelmiş öğrencilerine sahip çıkabiliyorlardı. Şimdiki üniversitelerde bu tür sorunlar çözülmediği gibi, üniversitelerin sorun ürettiğini ve her yıl sorunların öbekleşerek büyüdüğünü görüyoruz.

“FIRINDA ÇALIŞAN KÖYLÜLERİMLE BİRLİKTE EKMEK FIRININI YURT EDİNDİM”

İstanbul’a ilkin akrabalarımın yanına gittim ama orada fazla kalamadım. Bizim köylüler İstanbul’da genellikle fırıncı olarak çalışırlar. Amcaoğlum da onlardan biriydi. Onun yanına gidip kalacak bir yer aradığımı söyledim. Fırında çalışan işçiler bir araya gelip, kendi kaldıkları yerde bana yatacak yer gösterdiler. İki hafta kadar onlarla birlikte kalıp okuluma devam ettim ama oradan okula gidip gelmek çok zordu. Okulun yanındaki Niğde Yurdu’na başvurup yurt müdürüne durumumu anlattım. Zor durumda olduğumu görünce beni yurda yerleştirdiler. Yurtta kalorifer yoktu ama orada mutlu bir öğrencilik hayatı yaşadım.

“HARİTA DÖRDÜNCÜ SINIFTAN BİR ÖĞRENCİ YILMAZ GÜNEY'İ OKULA GETİRMİŞ!"

Okula giderken köylülerimle diyaloğu kesmeyip, köyden gönderilen armağanları onlara iletiyordum. Yine böyle bir gün ev ziyaretinden dönerken vaktin geçtiğinin farkına varmamış, son belediye otobüsünü kaçırmıştım. Gece yarısı otobüs durağında tek başıma beklerken önümde son model bir araba durup nereye gideceğimi sordu. Yıldız Teknik Okulu’nda öğrenci olduğumu, Beşiktaş’a gideceğimi söyleyince arabaya buyur etti. Saçı sakalı birbirine karışmış, ayağı terlikli, babasının parasını yiyen zengin çocuklarından birini andırıyordu. Adanalı olduğunu söyleyince pamuk tüccarının oğlu olduğuna kanaat getirmiştim.  Beni yolda bırakmayıp yurdun önüne kadar getirince kahve içme teklifinde bulundum. Beni kırmayıp son model arabasını hamamın ısısıyla ısınan, Külhan denilen dar bir çay ocağının önüne çekti. Biz kahvelerimizi içerken son model arabanın üzerindeki ilgi bize doğru yönelince yurtta kalan öğrencilerin şaşkın bakışlarını üzerimde buldum. ‘Bu adamı nereden buldun’, diye kaş göz işaretleri yapıyorlardı bana. Ben de omuz bükerek tanımıyorum anlamında vücut dilimi kullanıyordum. Kısa sürede Külhan’ın içi yurdun öğrencileriyle dolmuş, herkes okula getirdiğim misafirle kucaklaşıp hoşbeş etmeye başlamıştı. Giderken hepimizle tek tek sarılıp kucaklaştı. Ertesi günü, ‘harita dördüncü sınıftan bir öğrenci Yılmaz Güney’i okula getirmiş’ dediler.

'KUYU ŞAKÜLLEMESİ VE TASMAN KONUSUNU İNCELEDİM'

Zonguldak’ta 1958 yılında Yüksek Maden Mühendislik Mektebi vardı ama sonradan okul kapandı.   1200 öğrenci ile birlikte Zonguldak DMM Akademisi kuruldu. Hocalarımız Yıldız Teknik ve İTÜ’ den geliyordu. Okulda ilk ders verdiğim yıllarda karayollarında başmühendis olarak çalışıyordum.  İstanbul’da Ekrem Ulusoy adında hocamın, doktora yapmam konusunda öğütlerine uyarak doktora yapmaya karar verdim. Madencilikte pek ele alınmayan, hocalara ilginç gelen Kuyu Şaküllemesi konusunu anlattım. Daha sonraları Zonguldak bölgesinde çok önemli bir konu olan “tasman” konusuna çalıştım. Kozlu Bölgesi’nde Bölüm Mühendisi Lütfü Çallı vardı. O zaman İhsaniye Yurtlarının olduğu bölgeye yeni bir üretim panosu hazırlanıyordu. Topoğrafların yardımıyla iki ayda bir gidip topoğrafik ölçüler yapıyorduk. Üretim sonrasında, yıllar geçtikten sonra pavyonlar yarılıp demiryolu dezenformasyona uğramıştı. Tasman konusundaki tezim yerelde önemliydi ve doktoramı geçeceğime inanıyordum. Ama o arada tez hocam Macit Erbudak’ı kaybetmiştim. Tezim madenci olmayanların eline geçince önemsenmedi ve sümen altı oldu. 

'TASMAN KONUSUNDA YAZDIĞIM TEZDEN FAYDALANDILAR'

1982 yılında Zonguldak’ın kamu binalarının Çaycuma’ya taşınması konusunda kamuoyu oluşmuştu.  ODTÜ ve İTÜ’ den hocalardan oluşan bir heyet gelerek kentimizde incelemelerde bulundu. Zonguldak’ta yer üstüne çıkmış tasmanı yerinde incelediler. Tasman konusunda kaynak aradıklarında, benim tezimi örnek olarak onlara sundular. Heyetin başında değerli hocamız Cemal Birön vardı. Yıldız Teknik Okulu’nda benim tezimin bekletildiğini öğrenince tezimle ilgileneceğini söyledi. İki hafta sonra doktora tezim kabul ettiler.

"TIP FAKÜLTESİNİ ÖĞRETMEN EVİ’NİN BULUNDUĞU YERE YAPILMASINI ÖNERDİM"

Kurucu üyemiz Ramazan Özen beni dekan yapmıştı. Bir gün Kozlu’nun tepesine, bugünkü Tıp Fakültesi Hastanesi’nin olduğu yere gittik. ‘Üniversite hastanesini buraya kuracağım’ dedi. Orman arazisiydi ve kamulaştırma konusunda sorun çıkmayacaktı. Ben bugünkü Öğretmen Evi’nin olduğu yeri önermiştim. O zaman dahi bizimle kentin politikacıları ilgilenmemişti. Üniversiteler merkezi olarak bütünleşip büyümesi gerekirken, buralara aktarılması gereken ekonomi Çaycuma, Ereğli, Devrek, Bartın’a yapılan kampüslere aktarıldı. Onun için şimdiki adıyla Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi topal kaldı.

"YETİŞTİRDİĞİM MÜHENDİSLERİMLE HER ZAMAN ÖVÜNÜYORUM" 

Mühendis, fizik, kimya, matematik, biyoloji, gıda, bayındır, çevre, eletrik-eloktronik gibi belli alanlarda eğitim almış uzman kişidir. Yani bilim insanlarının ürettiği teorik bilgiyi uygulanabilir hale getiren kişidir. Yetiştirdiğim mühendislerimle her zaman övünüyorum. Daha çok mühendis eğitmeme müsaade etmediklerinden emekli olmak zorunda kaldım. Eskiden kendi dalında kitap yazmayanlara doçent veya profesör unvanı verilmiyordu. Şimdi ortalık apartman üniversitelerle doldu.

Üniversite yapılırken okulun altından geçecek menfez yapım işini karayolundan tecrübelerimden dolayı bana vermişlerdi. Faruk Bey şantiye şefi, Zeki Sümer ise kontrol amiriydi. O zaman Kozlu Nefeslik Kuyusu’nun bulunduğu yerde dere yatağı vardı. Oraya, Site’nin tepelerinden ve Cezaevi’nin olduğu bölgeden sular geliyordu. O yıllarda yolun üstünde yapılaşma yoktu.  Bahçelievler’deki yapılaşma genellikle yolun altında toplanmıştı. Yağış, ormanlık alana ve toprak zemine düştüğü için yağan yağmur sorun oluşturmuyordu. O haldeyken bile 2X3 metre boyutunda beton bir menfez yapıldı. Şimdi aradan 40 yıl geçti. Her yer beton oldu. Yağan yağmur, bir akar arıyor. Yani menfeze ulaşamadan sel olup akma tehlikesi var. Bu konuda üniversite yönetimini tekrar uyarıyorum: Metre kareye 300 kg yağmur yağdığı takdirde okul sular altında kalır. Okul yönetimi bu konuda uyarılarımı dikkate almalı.

Ünlü ressamların eserleri Zonguldak'ta sergileniyor! Ünlü ressamların eserleri Zonguldak'ta sergileniyor!

‘ALİ KUŞÇU AMCAM OLUR HOCAM!'

Okulda bir gün hoca isim yoklaması yaparken soy ismimden esinlenerek ‘Ali Kuşçu’yu tanıyor musun?’ diye sordu. Hocamın, Milli Piyango İdaresinde çalışan amcamı tanımış olmasından dolayı sevinerek ‘tabi tanıyorum hocam, amcam olur’ dedim. Sınıfta gülüşmeler oldu. Oysa Fatih Sultan Mehmet zamanının ünlü matematikçisi ve astronomunu soruyormuş bana.

'ÇOK KONUŞANLARA AFYON LOKUMU İKRAM ETTİM'

Bizim köylüler Karabük’ten gelirken elleri boş gelmez, Safranbolu lokumu getirirlerdi. Ben de onları yanıma gelen konuklara ikram ederdim. Sohbet uzadıkça lokumlar keyifle yenir, odamda oturma süreleri uzardı. Bir gün bir arkadaşımın Afyon’dan getirdiği lokumları ikram ettiğimde konuklarımın Safranbolu Lokumunu yerkenki rahatlıkta olmadıklarını keşfettim. Afyon lokumları Safranbolu lokumları gibi ağızda kolay dağılmayıp dişlere yapışıyordu. Bunu keşfedince odama gelen konuklara Safranbolu lokumu yerine Afyon lokumu ikram etmeye başladım. Afyon lokumu dişlere yapışınca sohbetler uzayıp gitmiyor, oturma süreleri uzamıyordu.”

Prof.Dr. Şenol Kuşçu, söyleşisinin sonunda “Cılga Yollardan Otobana” adlı kitabını okuyucularına imzaladı.

Editör: Tuğçe Atalar