Zonguldak Sanat Derneği Başkanı Fuat Kayabalı'nın kızı Av. Devrim Nur Kayabalı'nın röportajı

Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Devrim Nur Kayabalı kimdir?

Şu tarihde doğdum, şuralarda okudum, böyle sertifikalarım var, şöyle aranan bir insanım şeklinde cevap vermeyeceğim. Zira, bunları anlatan mesleki CV’lerimiz her yerde erişilebilir durumda. Ben, hatalarıyla, doğrusu, yanlışı, vicdanıyla bir İNSANIM. ‘’ İNSANIM’’ kısmını vurguluyorum. Çünkü, onlarca insanla karşılaşıyoruz hergün. Ve çoğu insanın ne yazık ki hayattan pes ettiğini görüyoruz. Öfkelenmiyorlar, ağlamıyorlar, hiç bir şey yapmıyorlar. Yalnızca zamanın geçmesini bekliyorlar. Ruhlarını yitirmiş onlar. Birde bunu ‘’gurur ya da cool’’ bir tavır olarak görenler var ki onların durumu daha da vahim. Oysa ben hala hissediyorum, mutluyum, üzgünüm ruhum hala canlı. Duygularımı olumlu/olumsuz dışa vurmaktan da hiç çekinmiyorum. Ve başardığım herşeyi de bu bahsettiğim enerjiye borçluyum. Yani, kandan candan etten kemikten sade bir insanım. Ben buyum. Ötesi yok.

Avukat olmaya ne zaman ve nasıl karar verdiniz?

Siyasi arena da farklı mevkilerde hizmet veren birbirine bağlı kalabalık bir aile de dünyaya geldim. Çok küçük yaşlardan beri de toplum, dünya sorunları, hukuki süreçler, siyasi yapılanmalar hakkındaki konuşmalar içerisinde bulundum. İsmimin kökeni de burası. O nedenledir sanırım, dünyaya geliş anımdan beri aşinayım hukuka. İlkokul anından itibaren ise yanlış gördüğüm her şeye karışmaya başladım. Küçük yaşlarda en yakın arkadaşlarım vardır ya okullarda dışlanmış, ezilen kişiler… heh işte benim en yakın arkadaşlarım genellikle o kişilerdi. Zaman içerisinde ‘’Adalet’’ duygumun ve insanlara yardımcı olma çabamın çok yüksek olduğunu gördüm. Ancak bunu hiçbir sıfata sahip olmaksızın yapmam mümkün değildi. Önce ben ayakta duracaktım, sonra insanları ayağa kaldıracaktım. O nedenle Avukat olmak istedim. Her zaman başarılı ve çalışkan bir öğrenciydim. Üniversite sınavında puanımın çok yüksek gelmesi ve ailemin de diretmesi ile hiç istemeden İTÜ/Genetik Müh. Bölümüne başladım. Çok geçmedense bunun bir hata olduğunu herkese göstererek , ait oldum meslek olduğuna inandığım Hukuk Fakültesi’ne geçtim.

DNK Hukuk Bürosu’nun kuruluş öyküsünü ve bugünlere gelme sürecini bizlerle paylaşır mısınız?

Hukuk Fakültesi’ne başladığım andan itibaren değerli üstadlarımızın yanında kendi tercihimle staj gördüm. Üniversite 1. Sınıftan itibaren. Herkes tatil fotoğrafları paylaşırken ben fotokopi çekiyordum. Tabi, öyle başladım. Fotokopi çekmek, çay, kahve yapmak… Hiç de gocunmadım. Çünkü, bana göre mutfağını bilmediğiniz bir işin restoranında yemek yiyemezdiniz. Önce mutfakta paspas yapacak sonra Loca da hizmet bekleyecektiniz. Zaman içerisinde benim daha üst sorumluluklara sahip olmam gerektiğine karar verildi. Çalıştığım her yerde kıdemimin üzerinde görevler verildi. Hepsinin altından kalktım. Çok okuyordum, çok meraklıydım, çok çalışıyordum… Ancak bir süre sonra iş şuna dönmeye başladı. Siz bir şeyler başarıyorsunuz. Ama isminiz hiçbir yer de geçmiyor. Siz uykusuz kalıyorsunuz ama övgüyü başkaları topluyor. DNK HUKUK BÜROSU’nu böyle kurdum. Kuruluş anımızdan itibaren ben ve tüm ekip arkadaşlarım şu saikle hareket ettik : ‘’ Biz bir işi alıyorsak işin büyüklüğü yahut küçüklüğü diye bir şey olamaz. O iş bizimse, her iş aynı özveri ile çözülmelidir. Ve her sorun için daima bir çözüm vardır.’’ Bu bilinç ile hareket edince başarı kaçınılmaz oluyor. Böyle böyle bir başarı diğerini o ötekini diyerek zamanla büyüdük. Büyümeye de devam ediyoruz.

Büro sahibi olmanın avantaj ve dezavantajları neler oldu?

Çok samimi söylüyorum. Dezavantajları çok çok daha fazla. Bir kere yaptığımız iş oldukça stresli ve biz müvekkillerimizin stresini onlardan alarak kendi sırtına yükleyen bir büroyuz. ‘’Bizimle misiniz, tamam, sizin sorununuz artık bizim sorunumuzdur.’’ O nedenle, en ufak hata yapma ihtimaline sahip değiliz. Buda mesai saatlerinizin ve sorumluluğunuzun artması anlamı taşıyor. Büro açtığımdan beri sosyal ve özel hayatım yok denecek dereceye indi diyebilirim. Dostlarım sürekli isyan halindeler, sosyal planlara uyamıyorum, telefonum hiçbir zaman kapalı olamıyor… Gibi Gibi…

DNK Hukuk Bürosu’nun olarak uzmanlık alanlarınız nelerdir?

Türkiye genelindeki Avukat sayısının önlenemez artışından sanırım bizim meslektaşlarımız da iş kaybetmeyelim de ne gelirse kaça gelirse alalım gibi bir yaklaşım oluşmaya başladı. Duyuyoruz. Benim her zaman en karşı çıktığım şey bu oldu, biz tekel bayi değiliz her şeyi aynı anda aynı kalite de satamayız. O nedenle, şöyle bir yaptırıma gittik. Özel Hukuk ve Kamu Hukuku olarak böldük çalışma alanlarımızı ve iki alanın başına da uzmanlarını koyduk. Her hukuki soruna büromuzdaki alanın uzmanı meslektaşımız müdahale ederek çözüme kavuşturuyor. Ancak özellikle Fikri Sınai Haklar ( Marka ve Patent Hukuku ), Ulusal ve Uluslararası Dış Ticaret, Sigorta Hukuku ile Ceza Hukuku alanlarındaki kadromuz ve çalışmalarımız çok güçlü diyebilirim. Şimdiye kadar ki referanslarımız da bunun göstergesi. En büyük avantajımız ise yabancı dil. Mesleki İngilizce, Rusça, Fransızca dillerine çok hakimiz. Ticaret Hukuku alanında bu bize büyük bir avantaj sağlıyor açıkçası.

Daha çok hangi tür davalara bakıyorsunuz?

Ceza ve Sigorta Hukukuna ilişkin dava sayımız oldukça fazla. Ek olarak, Marka ve Patent hukukuna ilişkin Hukuk Müşavirliklerimiz de yadsınamaz sayıda.

Mesleğinizi icra ederken sizi en çok zorlayan şey nedir? Bunun üstesinden nasıl geliyorsunuz?

Saat. Sanki 24 saat 1 gün için çok yetersiz bir zaman dilimiymiş gibi geliyor. Ceza Hukuku alanında hizmet veriyor olmak da bunun en büyük nedenlerinden. Gece yarısı sabaha karşı beklemediğiniz bir anda telefon çalıp müvekkiliniz emniyete çağırabiliyor ve bu her zaman İstanbul il sınırları içerisinde de olmuyor. Çok fazla seyahat gerektiriyor işimiz. Müvekkilinizin ikametgahı yahut iş yeri merkezi İstanbul il sınırları içerisinde olabilir. Ancak Medeni Usul Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu gibi görev ve yetkiye ilişkin kuralları belirleyen kanunlarımız var. Örneğin, bir taşınmaza ilişkin davalar taşınmazın bulunduğu yerde açılır. Ne yapıyorsunuz, gidiyorsunuz. Göçebe yaşıyoruz diyebilirim.

Devrim Hanım çok güçlü bir karakteriniz ve başarılı bir kariyer var. Size başarıyı getiren etmenler nelerdir? Bunun sırrını açıklar mısınız?

İlk soruda aslında bunun yanıtını vermiştim. Eskimeyen klişelerden : İşimi tutku ile yapıyorum. Her şeyin önüne koyuyorum. İnsanlar bizi seçtikleri için şanslılar, bunu onların da hissetmesi için sorumluluklarımı hayatımın birincil önceliği yapıyorum. Ve cesurum. Bizim mesleğimiz düşünüldüğünde şahsi başarılarımda bu tavrımın etkisi büyüktür. Doğruyu söylemekten, gerekirse tartışmaktan veya her ne ise başıma gelecek korkmuyorum. Ne hazırladığımız evraklar üzerinde ne duruşmalarda otomat kalıplar sunmuyorum. Müvekkilden aldığımız bilgiyle o anı, onların yerine yaşıyorum. Çalıştığımız tüm arkadaşlara da aynı tutkuyu aşılıyorum.

İş dışında neler yaparsınız?

5 yıl aktif spor yaptım. Son 1-2 yıldır biraz sekteye uğrasa da toparlayacağım. At binmeyi çok seviyorum. Atları çok seviyorum. Adım attığım her yerde birçok tablo görebilirsiniz. Doğayla iç içe olmak bana çok iyi geliyor. İnsan elinin mümkün olduğunca az değdiği yerlere gidip , hatta kaçmak diyelim biz ona vakit geçirmeyi seviyorum.

Avukat olmasaydınız ne olmak isterdiniz?

Aşçı olmak isterdim. Terapi olduğunu düşünüyorum, bir çeşit. Hala da vakit buldukça yemek kurslarına gidiyorum. Mutfak bana rehabilitasyon merkeziymiş gibi geliyor.

Genç hukukçulara vermek istediğiniz tavsiyeleriniz nelerdir?

Sayımız günden güne önlenemez şekilde artış gösteriyor. Bu kadar fazlalık kaliteyi düşürdüğü gibi iş hacmini de daraltarak meslektaşlarımızı strese sürüklüyor. Bir mesleği sevmek ve onu iyi yapabilmek farklı kavramlardır. Ailem onu istiyor vs gibi saiklerle seçilecek bir meslek değil bizimkisi. Hele hele bazı arkadaşlarımızda şöyle bir algı var : Avukat dendiğinde Mercedes’ler havalarda uçuşuyor, Mercedes’ten inip Porsche ‘a biniyorsun. Takımını çekip plazalarda toplantı yapıyorsun. Aman ha… Bu noktaya gelmesine geliyorsunuz da, oraya gelene kadar… İcra Dairelerinde sabahlıyorsunuz, uykusuz kalıyorsunuz, yatağınızdan çıkıp emniyetlere koşturuyorsunuz, aldığınız verdiğinize yetmiyor, insanları memnun edemiyorsunuz… Birçok basamak var. Her basamak stres yüklü. Demem o ki, hukuk akademik bir alan. Kağıtla kalemle, kitapla defterle ilgisi olmayanın, kriz yönetemeyenin, acil paraya ihtiyacı olanın veya toplum baskısı nedeni ile mecbur kalanın yapabileceği bir meslek değil… Psikolojisi güçlü, meraklı, idealist biri değilseniz hiç bulaşmayın derim ben. Birde şöyle bir sorun var çağımızda, mesleğimiz siyasi dalgalanmalardan çok etkileniyor. Kanun Koyucu etkileniyor çünkü. O nedenle özellikle son yıllarda mesleğimizin icrası çok daha zor bir hale geldi. Her çağın popüler mesleği farklı, zaman değişiyor. Kendinizi tanıyın, yalnızca tek bir hayata sahibiz hepimiz. Onu da, mutsuz olacağınız bir şeyle harcamayın. Her ne yaparsanız yapın, sadece en iyisini yapın. Göreceksiniz, sektörünüz ne olursa olsun başarı yanınızdan ayrılmayacaktır. Her şeyi yaşama şansına sahip değiliz, o nedenle hepimizin her yaş ve kulvarda birbirinden öğreneceği çok şey var.

Editör: TE Bilişim