Aladdin Kara'nın Zonguldak'ın kömür tarihini anlattığı yazısı şu şekilde;

"Hititlerin eşeği, atı ve katırı çift sürerken koştukları Hitit tabletlerinde görülse de Homeros, katırın ilk kez Paflogonya Bölgesi’nde (1) görüldüğünden bahseder. Güney yarımkürede çöl iklimine dayanıklı deve ne ise, kuzey yarım kürede de katır odur. Babası eşek, annesi kısraktır. Kromozom sayılarının noksanlığından dolayı katırın doğurganlık özelliği yoktur. Anne eşek, baba aygır olunca, “ester” veya “bardo” denilen at görünümünde eşek iriliğinde melez olur. Bordo katırdan daha küçük olduğundan katır kadar iş görmez (2). 

Katır, beygirlere göre hastalıklara karşı daha dayanıklıdır. Masrafının az, bakımının kolay, soğuk ve sıcak ortamlara dayanıklı olması gibi nedenlerle kuzey yarımkürenin dağlık coğrafyasında insanların can yoldaşıdır. Ama beygirlere göre oldukça inattır. İnatçılığı da akıllı olup kendisini savunma ihtiyacından kaynaklanır; çünkü çekeri kadar yük taşımasını bilir. Yorulunca kendini dinlendirir ve sahibinin yönlendirmesine bakmaksızın kısa molalarla hareket eder. Diğer hayvanlar gibi sevgi ve ilgi gördüğünde oldukça yumuşak huylu olur. Ayaklarını yere sağlam basar; at ize basmama, katırın ise ize basma eğilimi göstermesi katırın daha emniyetli olduğunu gösterir. Günümüzde kırsal kesimlerde ve Zonguldak gibi merdivenlerin bol olduğu şehir sokaklarında çöpçü katırlarına ve kaçak kömür ocaklarında kömür çeken katırlara rastlanır.  

Katır deyince, küfelerinden taze ekmek kokusu yayılan EKİ’nin şirket katırları düşer aklıma. Çocukluk günlerimden çıkagelen deh, çüş, oha ve nal seslerinin ardında sosyal devletin kömür havzasına bakışı görülür. Zor geçen savaş günleri sonrası havzanın nefes alması, ekonominin canlanıp sosyal hakların öne çıkması bu dönemlere rastlar. Bizim gibi maden şehirlerinde ve yoksul yörelerde katır insanların vazgeçilmezidir. Yeraltında uzun süredir çalışan katırlar belli bir süre sonra yerüstüne çıkartılarak   kurum çalışanlarının  su, kömür, ekmek, kuru kumanya gibi ihtiyaçlarını taşırdı. 

Zonguldak için zirai don uyarısı! Zonguldak için zirai don uyarısı!

Üzülmez Bölgesi’nde, Asma, Dilaver ve Çaydamar ocaklarının yorgun katırları bugünkü Üzülmez Küçük Sanayi girişinde bulunan ahırlarda barındırılırdı. O günlerde burası EKİ’ye ait bekçilerin nöbet tutuğu Ankara Şehirkapı olarak biliniyordu. Buranın bir kısmı Daimi Tamirat birimine, üst kısmı da ahırlara ayrılmıştı. Ahır şefi komşumuz Ahmet Çavuş’tu. Ahırdaki atlar, ihtiyaç halinde ocak şefi ve vardiya mensuplarına seyisi ile birlikte gönderilirdi. Seyisin görevi atı şefe teslim ettiği zaman biter, seyis ahıra geri dönerdi. Atlar oldukça bakımlı ve temiz olurdu. Vardiya sonunda şef evine döndüğünde atlar da kendiliğinden ahıra dönerdi.

O dönemlerde havzanın birçok yerinde içme suyu mahalle çeşmelerinden ve kuyu sularından karşılanırdı. Bazı hallerde ahırın yanında bulunan kestane suyundan doldurulan su tenekeleri saka katırları ile evlere değin taşınırdı. Bir katır üzerindeki özel selesiyle altı teneke su taşırdı. O yıllarda EKİ’nin her bölgesinde ve işçi pavyonlarının bulunduğu yerlerde aracısız alışveriş yapılan ekonomaları (3) vardı. İşçi ve memurların ay sonu maaşlarından kesilmek üzere buralardan alışveriş yapılırdı. Ekonomalarda bulunmayan kumanyalar için seyis yazdırılan ihtiyaç listeleri ile şehre inerek de alışveriş yapar, kumanyaları aynı akşam evlere teslim ederdi. Seyisin çektiği yuların ardında bazen 3-4 katır birden olurdu. 

O yıllarda merkezi santral memurlarına manyetolu telefonlarla bağlanılır; santralcinin, aranılan yerin fişini bağladığı anda konuşma gerçekleşirdi. Bu yüzden çoğu kez aranılan yerin telefonu bilinmediği için “Beni filan yere bağla” denirdi. Ahırla işi olan bir yetkili telefonun ucundaki santral memuruna “Beni ahıra bağla” deyince, santral memurunun yüzünde tatlı bir tebessüm yayılırdı.  

Dilaver Taşancı ocağında seyis yanında  çalışırken  katırlarla  birlikte ocak içine ve  ayak başlarına malzeme çektim. Eski bağ demirini kollu çektirme aleti ile sökmeye çalışırken çektirmenin demir kolu benim koluma vurunca kendimi kaybedip yere düşmüşüm. Arkadaşlarım,  katırın çektiği kömür vagonunun içine koyup beni dışarı çıkardıklarında kendimi yüz yıl geriye ışınlanmış gibi hissettiğimi anımsıyorum."

Editör: Melisa Sapaz