Zonguldak Valisi Erdoğan Bektaş’a yazdığı mektup ile binlerce kişi tarafından paylaşılıp on binlerce yüreğin duygularına tercüman olan Zonguldaklı sinema yönetmeni Kıvanç Baruönü yeni bir yazı paylaştı. İşte, bu akşam (Pazartesi 23:15) TRT1’de yayınlanacak olan ve Zonguldak’ı en iyi anlatan sinema filmi Kelebeğin Rüyası’nın mimarlarından Baruönü’nün “KELEBEK MEMNUN Kİ RÜYASINDAN UYANMAK İSTEMİYOR UYKUSUNDAN…” başlıklı yazısı.
‘Kelebeğin Rüyası’ filmi bu akşam TRT1 ekranlarında, hal böyle olunca aklıma gelenleri paylaşmak istedim o günlere dair. Son günlerde Zonguldak adı artı bir olarak kamuoyu gündemine pekte iyi şeylerle gelmese de biz biliyoruz ki bu günlerde geçecek, neler geçmedi ki…
KELEBEK MEMNUN Kİ RÜYASINDAN UYANMAK İSTEMİYOR UYKUSUNDAN…
Bundan yıllar yıllar öncesine dayanıyor hikayemiz, bir gün telefon çalar. Karşıda ki ses bir film projesi için Zonguldak’ta yardıma ihtiyaçları olduğundan bahseder. Bildik tanıdık kimse var mı oralarda diye sorar. Film, Zonguldaklı iki şairin hikayesini anlatmaktadır. Henüz senaryo yazım aşamasında olsa da yönetmeni aynı zamanda senaristi oraları bir görmek istemiştir. Şaşırıp, 70 yıl öncesinde kalan Türkiye’de sadece şiir sevdalısı bir kaç kişinin hatırladığı bu iki ismi bulup, onların hikayesini perdeye taşıyacak kim ola ki dediğimde, cevap hemen gelir, Yılmaz Erdoğan…
Aileden babam bu şekilde dahil olur projeye, Zonguldak’taki keşif gezisinde ailemiz adına mihmandarlık yapar Yılmaz Erdoğan’a ve ekibine…Tesadüf bu yana şairler amcamın arkadaşıdır. Şairlerin hocası Behçet Necatigil babamın da hocasıdır. Babamsa rakı masasında keyifli adamdır. Bir bir anlatır o yılları, hoş Zonguldakta yaşı yetmişlere gelmiş kime sorsanız bir heyecan başlar anlatmaya, o yıllar güzel yıllardır. Zordur, savaş kapıdadır ama, yokluk yoksunluk almış başını gitmiştir ama bir başkadır işte Zonguldak.. Genç Cumhuriyetin lokomotifi, ekonominin temel direği, Türkiye’nin en ‘Avrupalı Kenti…Yerin altı başka üstü başkadır Zonguldak’ta ve bu dönem bilinmez çoklarınca…
Aradan seneler geçer, bir gün telefonum çalar. Bu sefer arayan Ömer Faruk Sorak’tır. Zonguldak’ta bir film projesi olduğundan bahseder, film Zonguldaklı iki şairin hayatını anlatmaktadır.Yönetmeni ise Yılmaz ERDOĞAN’dır. Babamın arkadaşı yani…
Babadan sonra şairler beni de gelip bulmuştur… Çocukluğumdan kalma bir iki mısra gelir hemen aklıma Rüştü’den Muzaffer’den ve bir heyecan kendimi projenin içinde bulurum. Senaryoyu bir çırpıda okurum, hatta ‘okumak’ fiili burada eksik yetersiz kalıyor. Çünkü ben bu filmi ilk seyredenim..O gün mailime ilk düştüğünde senaryo, sokaklarını bildiğim havasını soluduğum, tenhalarında ağladığım güldüğüm kentte, bu seferde de Yılmaz Erdoğan’ın peşisıra Rüştü ve Muzaffer’le dolaştım. Ben bu filmi o gün seyrettim ilk.
Bir anda iş oldu bittiye geldi, ben zaten gönüllü proje zaten güzel ve iki yıl sürecek macera başlamış oldu. Takvimler 2011 Temmuz sonu..

O günden sonra yoğun bir araştırma süreci, binlerce fotograf kitap yazı, belge, anı, röportaj, döneme ait gazeteler ve daha neler neler.. Meğer ben ne kadar az şey biliyormuşum doğup büyüdüğüm kente dair ve meğer Zonguldak bağrında ne çok şey saklıyormuş benden, bizden.. Araştırdıkca, okudukca heyecanlandım hüzünlendim, güldüm ağladım ve ne varsa topladım çıkınıma…
Herkes yeni heyecanlar getirdi, herkes gönlünü koydu. Burada sanırım yine iş dönüp dolaşıp şairlere geliyor. Hani ne yalan söyliyeyim hepimiz senelerdir bu sektör içinde onlarca projede var olduk. Pekçok hikayeyi ekrana perdeye taşıdık.Hepsine gönül verdik şüphesiz ama bu sefer bir başka.. Neden derseniz, verem o yıllar ölümün öteki adı ve onlar daha yirmisinde yakalanmışlar bu illete.. Ama hayatı sevmişler, ‘aslolan yaşadığımızdır birgün öleceğimiz değil’ diyip ağaçı ağaç, çiçeği sadece çiçek diye sevip, görmüşler… Dostlukları, sevdaları, tutkuları insana ait ne varsa ve bizim unuttuğumuz bu zamanda, onlar kısacık kelebek ömürlerine dolu dolu sığdırmışlar. Onları tanıdıkca kendinden utanıyor insan, ne için kimleri kimleri üzüyoruz diyor.Ne hırslar peşinde yok pahasına kendini tükettiğini hatırlıyor ve ölümde var diyor sonunda…
Ama aslolan yaşadığımız !
Bu film hepimizi bir yerinden yakaladı. Bunda sebep, belki şairlerin gizemi belki de Yılmaz Erdoğan’ın sihri ama film artık BİZİM filmimizdi.
Sonrası döküldük yollara, hep birlikte Zonguldak’taydık artık. Hava puslu, ve illaki yağmurlu.Tek bende şemsiye hazır çünkü bir ben Zonguldaklı.. Prodüksiyon ekibi önde biz arkada sokak sokak dolanmaya niyetliyiz ama ne mümkün, yanımızda Mükremin abi var. Ve Mükremin Abi çok sevilmekte Zonguldak’ta.
Havası yağmurlu olsa da, arada karadenizin sert rüzgarı vursa da Zonguldaklı sıcak, bizi bize bırakmıyor ki..Hani değil sokak sokak kenti dolanmak adım atmak mümkün olmuyor.Eyvah…İlk gün tam bir fiyasko planlanan hiçbir yeri göremiyoruz. Zaten yağmur bir yandan ve bir tek ben şemsiyeli ekipten.. .
İlk gece, Dedeman oteli…
Gökhan Tiryaki, Hakan Yarkın, Ferhat Bilgin, Defne Deliormanlı ve Yılmaz Erdoğan önlerinde bilgisayarlar peki burası olmaz ise biz bu filmi nerede çekebiliriz hesabında…Bir ben küskün odanın köşesinde kendi kendime, bu film başka yerde çekilemez telaşında..
İlk gece Dedeman oteli…
Önlerinde bilgisayarlar ülkeyi bir uçtan bir uca adeta taradılar, yetmedi Bulgaristan ve Gümülcine’ye değin gidildi. Az öte de camdan ışıl ışıl Zonguldak ama bize bir o kadar uzak gelde çık işim içinden…Üstelik Yılmaz Erdoğan babamın da arkadaşı, hatır var arada…Ve o an son silahımı çektim !
‘Hadi çorbacıya…’
Rüştü’nün Muzafferin ve dahası nicelerinin en yakın arkadaşı bu kentin gece yalnız boş sokakları.. Bir umut sığındım bende geceye ve yalnızlığına şehrimin. Gün içinde ne kadar kalabalıksa caddeleri akşam çöktüğünde bir o kadar yalnız bu şehir ve belki de bu yalnızlığı, karanlığı şaire dokunur dedim. Şair dediğim Rüştü, Muzaffer değil zira onlar biliyor sokakları, Yılmaz Erdoğan bahsettiğim!
Çünkü biliyorum bu hikaye burada anlatılmalı, bu kentin buna ihtiyacı var.Ve ekipte bir ben küskün çünkü bir ben Zonguldaklı…Umudu bağladık çorbacıya, ya açıkmadım derse Yılmaz Erdoğan yandık! Ver elini Gümülcine !
Hani soralar şimdi bu projenin dönüm noktası neydi sizin için diye bu geceyi anlatırım kendi adıma…
Ve tahmin ettiğim gibi, Zonguldak’ın gece boşalan sokakları, kentin merdivenlerle örülmüş hali, kat kat yapısı.. Eski dar sokakları, limanı, bir dönem içinden tren geçen ve şimdi treni kalmasa bile pekte değişmeyen caddesi…
Daha çorbacıya oturmadan bende bir gönül rahatlığı, sokakların ellerinden öperim…
Ertesi gün Zonguldak’ta küçük bir şehir turu ama gönüller daha rahat artık burası bizim filmimizinde çekim mekanı...
Benim için çok daha farklı tabii ki, düşünsenize hani dededen Zonguldaklı bir aile…Anlatılanların yalancısıyım buralar dağ tepe taş tarla iken at binermiş bizimkiler. Rüştü ve Muzaffer amcamın arkadaşı hatta anılarda şiirlerde geçer adı. O kadar yakın…Ve hikaye için sokak sokak gezdiğimiz yerler benim çocukluğum.Filmi seyredenlere sözüm, ama o kayalıklarda az ateş yakmadık, anadan babadan gizli az demlenmedik…Hani şair sayılmazdık ama severdik gözden uzak tenhaları…Gençtik bir zamanlar.
Balonun yapıldığı mekan, hani son derece şık arabaların beylerin ve hanımların geldiği ışıl ışıl parlayan yer Yayla Konağı, bahçesinde geçti çocukluğum. Hala durur bir yerlerde lise yıllarıma ait fotografları. Korkut, ben, Gülay, Aslı ve Selin bahçesinde bir gün onlarca fotograf çekmişiz.Ve ben 25 yıl sonra aynı bahçedeyim.Yılmaz Erdoğan, Kıvanç Tatlıtuğ, Mert Fırat ve Belçim Bilgin… Korkutlara haber veremedim…
Tenis kortu, hani Suzan’ın şampiyonayı kazandığı kort benim top peşinde koştuğum yer. Halam orada almış lise diplomasını, tam da o kortta…Fenerde iki tek atıp veresiye karın doyurdukları yer.İlk gençliğim, ilk aşklar… Burası bende kalsın.
Halkevi, liman, trenin geçtiği cadde bu liste uzar gider. Değişen tek şey dostlar, binalar caddeler aynı, hatta yüzlerde hala aynı kömür kara izler.Ve umut gözlerde onca yorgunluğuna rağmen hayatın…Değişen tek şey dostlar…Rüştü ie Muzaffer gibi dost kaldı mı artık?Sizin var mı böyle bir dostunuz…
Devamını merak edenler söylesin, belli mi olur bir fırsatını bulurum oturup yazarım bir bir sırası ile…
İşimiz tarihe not düşmek, iyi film sahipsiz!
Son bir hatıra o günlere dair
Film ekibinden biri o dönem Zonguldak’ta berbere gider.Ara sokaklarda küçük bir erkek berberi, adı bende saklı…. Sohbet muhabbet derken traş biter.Bizimki hali ile koltuktan kalkar ve borcunu sorar.Berberimiz gülümser, ne borcu der sen bizim Muzaffer’in arkadaşısın sende para mı alacağız. Bu hikayeyi ne zaman nerde anlatsam burnumun direği sızlar, bir damla yaş gelir oturur gözlerime.İşte böylesi güzel insanlar var memleketimde.Hepsine selam olsun..
Bu akşam TRT1 ekranlarına bekliyoruz sizi…
Birlikte biraz geçmişe gitmeye var mısınız? Hele ki bu aralar tüm Türkiye’nin gündemine ister istemez pekte iyi sebeple gelmezken adımız, keşke yetiştirdiği böylesi değerler ile anılsa kentim.Yazarı ile şairi ile…

















