Tam bir Karadeniz benzeri Orta Avrupa şehri.
3 danışman, eşim ve ben 4 gün kalmıştık.
5’i yedek olmak üzere 67 hayvan seçmiş,
Toplumsal hayattan notlar almış dönmüştük.
Kalan süreçte ithalat prosedürleri hazırlanacak,
iki tırla hayvanlar Edirne Kapı’dan girecekti.
Anlaşmaya göre kapıya teslim, tüm sorumluluk firmada olacaktı.
Firmamız ilk kez ithalat yapmış,
Zonguldak’ta bir çiftliğe Avusturya’dan hayvanlar geliyordu.
Bakanlık ve il müdürlüğü süreci yönetiyordu.
Bizse gelin alırcasına ahırı, yemi, elemanlarımızı hazır etmiş,
hazır ettiğimizin raporunu ithalat dosyasına eklemiştik.
Bizimle birlikte ailemiz de dostlarımız da
heyecanlı bekleyişe başlamıştı.
Her karşılaştığımız, her selam verdiğimiz:
“Ne haber, geldi mi bizimkiler?” diyordu.
Baktığınızda belki küçük ama
bizim için çok büyük bir adımdı bu süreç.
***
Edirne Kapı’dan geçmişlerdi,
iki katlı, 2 adet özel taşıma aracıyla.
Heyecan daha da doruğa çıkmış,
iki gün sonra kapıdalardı.
Gece vakti telefonumuz çaldı.
Yerel bir gazeteci arkadaşımız:
“-Ali Bey, sizin tırlar mı devrilen?”
“-Ne diyorsun?”
“-Valla abi, Zonguldak’ta bir firmaya ait
hayvan nakliyat aracı otoyolda devrilmiş deniyor.”
Ali Bey:
“-Olur mu öyle şey? Olsa ilk benim haberim olur.”
Hemen firma yetkilisini arıyoruz.
“-Evet Ali Bey, maalesef bir tırımız devrildi, olay yerindeyim.
Sorumluluk bizde, haberleşiriz.”
Evet, tır otoyolda devrilmişti!
Polisler otoyol yanında hayvanları indirebilecekleri
güvenli bir alan oluşturmuşlardı bu süreçte.
Yetkili gelmiş, kapaklar açılmış,
hayvanlar bu bölgeye indirilmiş.
Bu sırada nakliyat ayarlanmış,
hayvanlar yeni tıra yüklenmiş.
***
İlk tır devrilenden önce ahıra ulaştı.
Biraz buruk, biraz heyecanlı
büyük çapta hayvancılıkla tanışma serüvenimiz başladı.
Tırdan indirilişlerinin bile bir ritüeli vardı.
İki katlı tırın her katında on altı hayvan vardı.
Önce alt kat boşaltılıyor,
sonra asansör indiriliyor, üst kat boşaltılıyordu.
Bir davul zurnamız eksikti.
Neden düşünmedimse!
Tertemiz, sıfır ahırımıza yerleştirdik birinci tırı.
***
İkinci tır bir gün sonra geldi.
Firma tüm hasarı karşılayacaktı.
Biz böyle durumlara milli servet, hatta dünya serveti,
hatta canlı hayatı olarak baktığımız için firmanın bu yaklaşımı
üzüntümüzü kesmiyordu.
Sonuç: 2 hayvanın ayağı kırılmıştı.
Çözüm: kesim.
Nasıl yani? Gebe bu hayvanlar.
“-Şu an 5 aylıklar, büyük hayvanlar,
dört ayı atlatamazlar.”
Bu kadar heyecanla başlattığımız,
doğum ve süt sağım heyecanı ile başlayacağımız
sürecimize Zonguldak mezbahanesinde kesimle başladık.
İki hayvanımızı bağıra bağıra kestirdik.
Mezbahanede bizzat bulundum.
Kesimlerinde, sıyrılmalarında,
parçalanmalarında.
***
Hüzünlü başlangıç, firmanın hasar tespiti,
söyleşmeler, temenniler…
Biz ahırda 57 gebe hayvanımızla baş başa süreci başlattık.
Tam on yıl oldu.
En büyük hayat tecrübemiz.
Ne kafa gözler yardık, maddi manevi.
Her gün şükrettik;
bize bu imkanları, bu aklı, bu cesareti, bu şansı verdiği için;
Allah’a, doğaya, evrene, ailemize.
***
Bölgemizde artık Hasan amcalara,
Ayşe teyzelere,
Hans ve Mary olabilmenin rol modelliği başlamıştı.
Yıllar sonra bana verilen ödevi;
tüm il dinamiklerine
BAKKA salonunda anlatacaktım.
“Zonguldak’ta neden hayvancılık gelişmemiş,
nasıl gelişir?”
Projesini yazacak ve sunacak kadar
iki kıtada hayvancılığa şahit olma sürecim başlamıştı.
***
Olur ya yolunuz düşerse Innsbruck’a.