Duayen sanayici ve hayırsever işadamı Zeki Yurtbay’ın ölümü büyük üzüntü yarattı.  Yurtbay 2016 yılında Pusula Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni olan Atilla Öksüz’ün sorularını yanıtlamıştı. Çocukluk yıllarından bu günlere yaşadıklarını, iki çocuğunu kazada kaybetmesinin ardından yaşadıklarını ve iş dünyasına ilişkin tecrübelerini aktarmıştı

Atilla Öksüz: Zeki Yurtbay’ın bugünkü başarısını anlayabilmek için galiba önce çocukluk yıllarınıza gitmemiz gerekiyor. Nasıl tanıştınız ticaret ile ailenin ticari kültürü neydi, nelerle karşılaştınız?

Zeki Yurtbay: Babam terzilikle işe başlıyor, terzilikten manifatura mağazacılığına bürünüyor. Daha sonra kredi açılan bir müşteri borcunu ödeyemiyor, babam alacağını istediği zaman babama diyor ki: “Seninle beraber bir kiremit ocağı açalım, hem para kazanırız, hem de borcumuzu öderiz.” Biz o zaman 13-14 yaşlarındayız, aile içerisinde bu durumu anlattı, biz heyecanlandık, “Çok güzel olur” dedik. O sırada bir başka müracaat oluyor, “Benimde tarlam var, beraber tuğla üretelim” diyor. Rahmetli babam, ona da, “Peki” diyor. Ustabaşı babama soruyor: “Tek kalıp mı istiyorsunuz, çift kalıp mı? Tek kalıptan günde 5 bin adet tuğla çıkar, dört kalıptan 10 bin tuğla çıkar.” Biz bilmiyoruz ki tek kalıpta veya çift kalıpta kaç kişi çalışıyor? 20 işçi çalışacağı yerde çift kalıpta 40 kişi çalışıyor. “4 kalıp” deyince bir baktık 40 işçi çalışmaya başladı.

"BABAMA YALVARIYORUM"

Babam manifatura dükkanındaki bütün sermayeyi tuğla için çekti, o arada kiremit ocağı da açılıyor. O sene tuğladan zarar edildi, para kazanılmadı. Kiremitten de zarar edildi. Rahmetli babam, artık ikinci sene yapmayacak. Bizde çok heyecanlıydık. Babama yalvarıyorum, “Ben yapacağım, biz toprak sahibinden rica edelim, bize burayı kiralasın” diyorum. Ben 14 yaşındayım, babam beni kırmadı, tuğla harmanı kiralandı ve biz bir öncekinin yarı kapasitesinde çalışmaya başladık. Çok iyi hatırlıyorum, 438 bin adet tuğla yaptık, 8 bin lira para kazandık, fakat daha sonra toprak sahibi para kazandığımızı görünce bir dahaki sene, “Size burayı vermiyorum” dedi ve şu anda tuğla fabrikamızın olduğu yere geldik. Ama oradaki randımanı burada alamadık. Ona rağmen 1955 senesinde rahmetli babam berber dükkânın da tıraş oluyor, orada askerler de var. Bartınlı bir üst teğmen var, babası onu görmeye geliyor. “Bartın’da kiremit fabrikalarım, tuğla fabrikalarım var, şöyle para kazanıyorum, böyle para kazanıyorum” diye anlatıyor. Babam dükkana geliyor, bana anlatıyor. Bende, “Bu kişiyi davet edelim, görüşelim” diyorum. Babamla o kişiyi bulduk, adam anlattı. 30 metre bir alan, 10 metre boşluğu var, netice itibari ile fabrika binası yapıldı, ama yanlış toprak ve kil seçtiğimiz için kiremidi-tuğlayı yapamadık. Başarılı olamadık, sonra ben Bartın’a gidiyorum, orada birkaç fabrika var, onları ziyaret ediyorum.

"HASAN USTA SEN GEL"

18 yaşındayım, “Bayrak Kiremit Fabrikası” diye bir fabrika var, onun baş ustası, yani o gün ki genel müdür, onunla görüştük gelmeyi kabul etti. Tabii istihbarat yapacağım, soracağım, yolda daha önce ziyaret ettiğim Güleç Kiremit Fabrikası ustası Hasan Usta’yı görüyorum.  Ona soruyorum, “Bu ustayı tanıyor musun?” diye. Ses çıkarmıyor, ben hemen Hasan Usta’ya transfer teklifini yaptım. “Hasan Usta, sen gel, ne kadar ücret alıyorsun, 157 lira mı? Ben sana 300 lira vereceğim” dedim. Bana, “Patrona zam teklifi yapacağım, kabul etmezse geleceğim” dedi. Patronu zam teklifini kabul etmemiş ve Hasan Usta bize geldi. Hasan Usta ile beraber bir otobüsün tepesine çıktık, Hasan Usta ile kazma-kürek sırtımızda otobüsten indik. Saltukova’ya kadar yürüyerek gittik, otobüs belli bir yere kadar gidiyor tabii o zaman. Orada “Osman Bey” diye birinin tuğla harmanı ve kiremit ocağı var, bir zamanlar bize, “Toprak ve kil burada var, ben size yardımcı olurum” demişti. Onu bulduk, o da bizi “Halil Akça” diye birisine götürdü, o da kiremit üretiyor. Akşam bizi eve çağırdı, gittik, “Sana ne vereceğiz?” dedik. “100 bin lira isterim” dedi. Biz fabrikayı 50 bin liraya mal ediyoruz, 3 bin lira lense ettik ve toprak almaya başladık. Aldığımız topraktan çok güzel kiremitler elde etmeye başladık ve öyle zannediyorum ki, Çaycuma’nın ilk sanayisi kurulmuş oldu. Artık büyümeye başladık.

"OĞLUM ÇİVİYİ CUMA GÜNÜ ALIVER"

Biz bunlarla uğraşırken, daha kiremit çıkmadan fabrikamız fırtınadan yıkıldı. “Baba, sen hiç merak etme, bu fabrika tekrar ayağa dikilecek” dedim. Tekrar gittik, Bartın’dan ustaları getirdik. Çivi alacağım, tamir sırasında gittim, durumu anlattım, tabii fabrika yıkılınca “Yurtbay battı” deniliyor. “2 sandık çivi alacağım, parasını Cuma günü vereceğim” dedim. “Oğlum çiviyi Cuma günü alıverirsin” dedi, orada dükkan başıma göçtü. Orada dedim: “Ben bu adamların altında kalmayacağım.” Sonra iki defada fabrikamız yandı, daha doğrusu yakıldı. O sırada otomotiv işimiz vardı, fabrikanın yanması bizi fazla sarsmadı. Bursa’ya gittik, orada bir fabrika ziyaret ettim. “Halil Bey” diye birisi, “Bizim fabrikayı kurun” dedi, “Ona gücümüz yetmez” dedim. “Gözde büyütülecek bir şey yok” dedi. “Biz yandaki kiremit fabrikasını kopya ettik, sizde bizi kopya edin” dedi. Ve biz 1970 yılında modern kurutmalı makinelerle daha güzel bir fabrika kurduk. Bu fabrika 25-30 sene devam etti. Şu anda tam otomatik bir tesis kuruldu.

GAZİPAŞA DENEYİMİ…

Atilla Öksüz: Zonguldak’ın Gazipaşa Caddesi’nde de ticaret yaptığınız yıllar oldu. Ama şartlara göre değişim, gelişimin de anahtarı gibi duruyor sizde?

Zeki Yurtbay: 1960 yılında ihtilal olmuştu. Rahmetli babam, Dodge kamyonlarının bayiliğini aldı. Bu da bize cazip geldi ve “Zonguldak’ta bu işi yapalım” dedik. Zonguldak’ta bir dükkan kiraladık. Bu işi yapanlar müşteriye devlet dairesi gibi davranmışlar. Ciddi ve müşteri ile ilgilenmeyen bir yapıya bürünmüşler. Biz Zonguldak’ta müşteriyi kapıya kadar karşıladık, kapıya kadar uğurladık ve güzel bir isim yaptık. Zonguldak’ta Renault bayiliğini bize teklif ettiler, fakat dükkanın çevresini az buldular, o şekilde Renault bayiliği olmadı. Kamyon ve traktör bayiliğine devam edildi. Daha sonra Bartın’da tuğla fabrikası kurmak için geldim. Bartın’dan Gökkuşağı Vadisi’nden 3 bin metrekare arazi alındı. Oradaki tuğlacılar ve kiremitçiler bizden korktular ve arazimizi belediyeye istimlak ettirdiler. Başka bir fabrika kurmak istedik. 1994 yılında kriz çıktı. Önce iplik fabrikası araştırması yaptık, sonra radyatör fabrikalarını araştırdık. Nihayetinde seramik fabrikası kurmaya karar verdik. 2 yıl içerisinde fabrika kuruldu ve 11 milyon Dolar’a mal oldu ve devam etti. Şu anda da Türkiye’de seramik alanında ilk sıralarda yer alan bir fabrika halini aldık. Şu anda 700 bin metrekareden oluşan bir fabrika alanından bahsediyoruz. Bu yıl da büyüme kararı aldık ve kapasitemizi yüzde 60 oranında artırmayı planlıyoruz.

Atilla Öksüz: Sadece seramik alanında değil, diğer sektörlerde de yatırımlarınız var, bu yatırımlar neler?

Zeki Yurtbay: Yem fabrikamız var, hisselerini aldığımız fabrikalar oldu. ELSAN’ın yüzde 20 hisselerini almıştık. Daha sonra bu hisselerin çoğunu aldık. Seramik fabrikamız var, yapı kimyasalları fabrikası aldık ve çalışıyor. Daha da büyümeye niyetimiz yok. Artık büyümeler genelde borçla yapılıyor.

NİYE ZONGULDAK DEĞİL DE ESKİŞEHİR?

Atilla Öksüz: Bazı fabrikalarınızı Zonguldak’ta değil de başka illerde kurdunuz. Zonguldak’ta, Çaycuma’da yaşıyorsunuz, ama fabrikalar başka kentlerde ve oralarda istihdam yaratıyorsunuz. Bu fabrikaları Zonguldak’ta kurmadığınız yönünde eleştiriler oluyor zaman zaman. Neden? Neydi sizi bu tercihlere iten nedenler?

Zeki Yurtbay: Çok güzel bir soru sordunuz. Benim de bunu aydınlatmam için, açıklamam için bu soruya ihtiyacım vardı. Seramik fabrikamızı Zonguldak’ta kurmak istedik. 180 bin metrekare arazi bize ayrıldı. Çalışmalarımız başladı ve bir metre derinden su çıktı. “Bir metreden su çıkan bir arazide temel tutmaz” denildi. Biz Çaycuma’da bu fabrikamızı kuramadık. Daha sonra Düzce’de kurma teşebbüsüne girdik. Bolu Valisine gittik, ancak arsa talebimizi olumsuz karşıladı. Bartın Valisi Yavuz Erkmen’e gittik. Kendisiyle görüştük. Fabrikamızı Eskişehir’e kurmamız bir tesadüftü. Ancak seramik fabrikası için olmazsa olmazımız doğalgazdır. Bu nedenle de Eskişehir tam bir isabet oldu. 650 bin metrekare arazi üzerine kurduk. Çaycuma’da kurmak istiyorduk, ama nasip Eskişehir’e oldu. Çaycuma’da fabrika kurma aşamasındayken, Ankara’ya gittik ve bir bankadan kredi kullanma düşüncemiz vardı. Banka Müdürü, Çaycuma’dan geldiğimiz için bizi küçümsüyor. “Seramik işine gireceğiz, makinalar alacağız” deyince, “Sizin böyle büyük sektörlerde ne işiniz var?” diye sordu. Tabii benim canım sıkıldı, “Çaycuma’da kaç tane işadamı var?” gibilerinden konuştu. Ben de kendisine, “Sizin bir bankanız varsa, bizim 50 tane bankamız olur” cevabını verdim. Daha sonra özür diledi, ancak biz o bankadan kredi kullanmadık.

Atilla Öksüz: Toplamda kaç çalışanınız var? Sizin için para nedir?

"BENİM İÇİN PARA HİÇBİR ŞEY"

Zeki Yurtbay: Bütün sektörlerin tamamı olmak üzere toplamda bin 600 kişinin üzerinde çalışanımız var. 50’nin üzerinde de ihracat yaptığımız ülke var. Benim için para bir şey değil ve bir değeri yok. Ancak sektöre girdiğiniz zaman büyümek istiyorsanız, para tabii ki gerekli. Sektöre olanların altında kalmamak için büyümek ve onlarla aynı seviyede olmak zorundasınız. Önemli olan sektörde yüksekte ve zirvede olmaktır. Para benim için ikinci planda kalıyor. İtibarınızı sarsmamak için gayret sarf ediyorsunuz.

Atilla Öksüz: Sizin için “küllerinden doğan işadamı” diyorlar. Çok kez fabrikalarınız yakıldı, ancak pes etmediniz ve çok iyi bir konuma geldiniz. Günümüzde bu pek böyle değil. Girişimciler şimdi daha mı sabırsız?

Zeki Yurtbay: Örneklerin çoğalması gerekiyor. Çaycuma’da sanayi ne kadar gelişirse, ardından da yetişenler olacaktır. İş hayatına atılmak isteyenler, gelsinler ve bizi ziyaret etsinler. Hiç çekinmesinler. Kendilerine yardımcı olabiliriz. Tabii her şeyden önce hayal kurmak gerekiyor. Hayal kurmayınca ve çalışmayınca olmuyor. Para ikinci plandadır, hayalleriniz için çalışırsanız para gelir. Biz iş hayatına atıldığımızda Türkiye’de iğne bile yapılmıyordu. Neredeyse banka sistemi bile yoktu. Banka teminat mektubu alma yetkimiz bile yoktu. Şimdi bankacılık sistemi gelişti. Eskiden sabit faiz yoktu ve değişken faiz vardı. Vadeler de bir yıldı. Faiz bugün 10 ise, yarın 100 olabiliyordu ve firmayı yıkabiliyordu.

Atilla Öksüz: Zonguldak’ta gündemde hep Filyos var, ama sonuç yok… Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz?

Zeki Yurtbay: Filyos Projesi’yle Çaycuma’ya gemiler gelecek, sanayinin önü açılacak, ancak bunlar halen daha konuşuluyor, meydanda yapılan bir şey yok. Filyos Vadisi, gerçekten gelişmeye müsait ve çok büyük arazisi olan bir alan. Yapıldığı zaman Ankara ve Kayseri gibi büyük sanayi şehirlerinin limanı haline gelebilecek bir alandan bahsediyoruz. Çevresine büyük sanayi yatırımları yapılabilecek bir alan. Fakat bir şey var ve olmuyor.

Atilla Öksüz: Bunun olmamasının sebebi sanayiciler mi, milletvekilleri mi, bürokratlar mı?

Zeki Yurtbay: Bana göre hepimizin bir kabahati var. Biz her şeyi devletten bekliyoruz. Türkiye, özel sektörle kalkınan bir ülke haline geldi. Devletimizin sanayide bir ağırlığı olmamasına rağmen biz her şeyi devletten bekliyoruz. Ancak bir gerçek de, ülkemizde bir sermaye birikimi yok. Bunu da görmek gerekiyor. Örneğin, Devrek’ten bahsedelim. Devrek’in Almanyalısı çoktur. İlk yıllarda Devrek bankalarına para aktı. Bundan herkes istifade etti. Fakat o para sanayiye dönüştürülemedi ve sermaye birikimi olmadı. Öyle akmaya devam edecek zannettiler, ancak zamanla azaldı veya kesildi.

Atilla Öksüz: Oradaki hata neydi?

Zeki Yurtbay: Oradaki hata, bu işe ön ayak olanlarının dürüst hareket etmemelerinden kaynaklandı. Bugün Zonguldak insanının bir birine güveni olmuş olsa, bankalarda 200 fabrika kuracak mevduatları vardır. İnsanların birbirlerine güvenmeleri gerekiyor. Bu güveni sağlamak da çok zor... Bu güne kadar halka açık kurulan şirketler iyi netice vermedi. İşçiler hep kandırıldı. Halbuki dürüst muamele ve güzel bir işletme olmuş olsaydı, o bir fabrika 10 fabrika olurdu, ancak olmadı.

Atilla Öksüz: Eski Çaycuma Kaymakamı, şimdiki Ağrı Valisi Musa Işın’ın bir takım eleştirileri vardı. Kırsal kalkınmayı ayaklandırmak adına çabaları oldu ve en son, bu kentin insanlarının tembel olduğunu söyledi. Bu eleştiriden hangi sonuçları çıkartmak gerekiyor?

"MUSA IŞIN, HALK ADAMIYDI"

Zeki Yurbay: Yörede birkaç yerde lider pozisyonunda kişiye ihtiyaç var. O kişiler öncülük yapar. Bu hayvancılık olur, sanayi olur, tarım olur, her şey olur. Sayın Kaymakam Bey, Çaycuma’da çok güzel çalışmalar yaptı. Böyle insanlara Türkiye’de ihtiyaç var. Şu andaki Valimiz Sayın Ali Kaban da bu anlamda çok başarılı. “Halk adamı” dediğimiz insanlar vardır, onlardan biri de kendisi. Devletin ileri gelenleri mi, yöredeki insanlar mı öncülük yapacak, bilemem, ama birilerinin öncülük yapması gerekiyor. Bunu milletvekilleri, bürokratlar, şehrin ileri gelen sanayicileri yapabilir. Ben bu oluşumun içerisinde yer almaya her zaman hazırım.

Atilla Öksüz: Yeniden 18 yaşında olsanız ve elinizde şu andaki imkanlar olmasa, nereden başlardınız ve neler yapardınız?

Zeki Yurtbay: Bende bir heyecan vardı ve o heyecanla her şeyi başardık. O zaman bir tuğla harmanı işlettik, tuğlanın tanesi 4 kuruştu. O zamanlar konut da fazla yoktu. Köylüler manda ve öküz arabalarıyla tuğla ve kiremit almaya gelirdi. O yokluklar içinde çok güzel çalışmalar oldu. Ben 14 yaşımda işçi çalıştırmaya başlamıştım. Çevredeki köy çocukları ile çalışırdık ve birlikte yemek yerdik. İşçi ile çalışan arasında bir fark olması gerekiyor, ben bu farkı o birliktelik içerisinde kaybettim. İşçi beni dinlememeye başlamıştı. O zaman çalışan ile çalıştıran arasında bir fark olması gerektiğini gördüm ve bu farkı korurum. Bu çok tatlı bir çizgidir, bunu sağlamak gerekiyor.

Atilla Öksüz: Birçok platformda söz aldınız ve konuşmalar yaptınız. Ancak öneriler pek dikkate alınmıyor. Zonguldak’ta, özellikle sanayi alanında bir atılım yok denecek seviyelerde. Sizce neler yapılması gerekiyor?

"BİRLİK OLMADAN OLMAZ"

Zeki Yurtbay: Burada bana göre Ticaret ve Sanayi Odası Başkanları, Belediye Başkanları, Kaymakamlar, Milletvekilleri ve Vali memleketin lideridir. Birlik olunması ve bir araya gelinmesi gerekiyor. Birlikten güç doğar. “Sen yaptın, ben yaptımdan öte önemli olan o işin görülmesidir. Bugün Zonguldak bölgesi gerçekten geride kalmıştır. Bunda kömür ocaklarının çok büyük zararı olmuştur. Bir gün TSO’da bir toplantıdayız. Bir konuşma yaptım. Orada dönemin TTK Genel Müdürü de vardı. Konuşmama,  TTK, bu memlekete çok zarar verdi” sözleriyle başladım. Bu TTK Genel Müdürünün dikkatini çekti. TTK’nın Zonguldaka ve memlekete ne zararı olabilir? Zararı şu: Doğan ve büyüyen çocuk, “Ben kömür işletmelerinde çalışacağım” diye yetiştirilmiş. Devlet güvencesiyle yetişmiş. “Ben yetişeceğim, büyüyeceğim ve şu işi yapacağım” diye bir anlayış yok. Devlet güvenceli bir iş hayali ile yaşamış. Her şey devletten beklenir olmuş. Bu açıdan zararı dokunmuş. Elbette memlekete faydası da var. Eskiden TTK’da 60 bin işçi vardı ve Zonguldak’ta herkes iş sahibiydi. Şimdi kurumda çalışan 9 bin işçi var, Devrek, Çaycuma ve civar köyler göç vermeye başladı. Köylerde insan kalmadı.

Atilla Öksüz: Filyos’ta açılan davalar var. TEMA’nın açmış olduğu davalar var, Çaycuma Belediye Başkanı Bülent Kantarcı’nın acele kamulaştırma sürecine ilişkin açtığı başka bir davası var. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?

"LİMAN TEK BAŞINA İŞE YARAMAZ"

Zeki Yurtbay: Bülent Bey’in açtığı davanın konusunu detaylı bir şekilde bilemiyorum. Ancak birlik ve beraberlikten bahsediyorsak, bölgeye liman ve fabrikaların kurulmasını istiyorsak, üzerimize düşen ne varsa yapmamız gerekiyor. Limanın kendisi bir işe yaramaz, etrafında fabrikalar olması gerekiyor. Limanda bulunan bir gemiye 50 tane firma mal gönderir. Gemi taşımacılığı ihracat anlamında çok önemlidir. Türkiye’nin ihracatının neredeyse yüzde 95’i gemilerle sağlanıyor.

Atilla Öksüz: 2013 yılında Türkiye’nin en hayırsever 50 işadamı arasında yer aldınız. Bölgede eğitim ve başta üniversitenin gelişimi için çağrılarınız çabalarınız oluyor. Sizce bu çalışmalar istenilen noktada mı?

"BEÜ, ÇAYCUMA’YA DAHA FAZLA DEĞER VERMELİ"

Zeki Yurtbay: Maalesef çalışmalar istenilen noktada değil. Sayın Rektörümüz Prof. Dr. Mahmut Özer’i çok seven birisiyim. Ancak Çaycuma’ya biraz daha para ayırması gerektiği görüşündeyim. Bizim okulumuz yapıldı ve o zaman için 3 bin metrekare bir alan ayrıldı. Ben fakülteyi, “sadece talebeler okusun” diye yapmadım, yöreye faydası olması için yaptım. 36 derslikli bir okul yapılacaktı. Sayın Valimiz Erdal Ata ile görüşmüştük. Tıraş olmak için berbere gittim. Hal hatır sordum. “İşlerimiz geçen yıl daha güzeldi” dedi. “Bu yıl ne oldu?” diye sordum. “Geçen yıl yüksekokulda 600 talebe vardı, şu anda bu sayı eksik ve bu bizi etkiledi” dedi. O anda fakülte yapmaya karar verdim. Vali Bey’e de okul değil, fakülte yapmak istediğimizi ifade ettik. O günkü Rektörümüz de ilgi gösterdi. Biz 3 bin metrekare alana fakülte yapmayı düşünmüştük, daha sonra bunu 4 bin metrekarelik bir alan üzerine kurduk. Orası Gıda Mühendisliği Fakültesi olarak yapıldı. Çok geniş bir alanımız var. Çaycuma’da üniversiteler bölgesi olabilecek bir alan var. Bu anlamda Çaycuma’ya daha fazla değer vermesi gerekiyor.

Atilla Öksüz: Çaycuma’da vakıf üniversitesi kurulması yönünde öneriler geliyor. Sizce kurulmalı mı?

Zeki Yurtbay: Çaycuma’ya bu anlamda çalışma yapılabilir. Ulaşım alanında sorunu olmayan bir yerden bahsediyoruz. Bununla birlikte arazisi de gerçekten müsait durumda olan bir alan. Ankara’ya 2 saat, İstanbul’a ise 3 saatlik bir mesafesi bulunan bir alandan bahsediyoruz.

Atilla Öksüz: Türkiye Büyük Millet Meclisi Üstün Hizmet Ödülü’ne layık görüldünüz. Bu sizin için ne anlam ifade ediyor?

Zeki Yurtbay: Bana göre fevkalade önemli bir ödül. Bu benim için bir onurdur. Buna layık görülmekten de gurur duyduğumu ifade etmek isterim.

Atilla Öksüz: Son dönemdeki siyasi iklimde birliktelik esintileri var, ancak istenilen seviyede değil. Bunun çimentosunu sağlayacak olan işadamlarına bir çağrınız var mı?

Zeki Yurtbay: El birliği içerisinde olmalıyız” diye düşünüyorum. Bugün Zonguldak olarak TBMM’de 2 partimizin milletvekili var ve bu vekillerin birlik beraberlik içerisinde, el ele vererek çalışması gerekiyor. Parti nedir? Hizmet için vardır. Bir ayrılık olması için değildir. Milletvekillerimizin iş birliği içerisinde olması lazım... Milletvekillerimiz de becerikli insanlar, sıradan insanlar değiller.

Atilla Öksüz: Seçim dönemleri dışında sizi ziyaret eden siyasiler var mı?

Zeki Yurtbay: Çok az da olsa var. Tabii burada bizim de kabahatimiz var. Bizim de milletvekillerimizi ziyaret etmemiz gerekiyor. Bu konularda dört dörtlük bir insan değiliz. Özcan Ulupınar’ı çok seven birisiyim. Kendisinin bakan olabileceğini de ifade etmiştim. Milletvekili oldu, inşallah bakanlık da alır. Bizim milletvekillerimiz gerçekten iyiler.

Atilla Öksüz: Günde kaç saat çalışıyorsunuz?

Zeki Yurtbay: Eskiden 15 saat çalışıyordum. Ancak şimdi o kadar yoğun çalışmıyorum. Sabah saat 10.00 gibi ofise geliyorum, akşam da saat 18.30 gibi evime gidiyorum. 1937 doğumluyum, ama Allah’a bin şükür gayet memnunum.

Atilla Öksüz: Gençlerde çabuk pes etme ve yılgınlık var, onlar ne yapmalılar, tavsiyeniz nedir?

Zeki Yurtbay: Kendilerine güvenmeleri ve azmetmeleri gerekiyor. Kendilerine güvenip çalışırlarsa, bir şeyler olacaktır. Çaycuma’da bu anlamda gerçekten örnekler var. Bugün mermercilikle başlayıp fevkalade sanayici olan arkadaşlarımız da var.

Atilla Öksüz: Hayatta insanın başına birçok olumsuzluk geliyor, siz de iki oğlunuzu, Oktay ve Olcay’ı kaybettiniz. Kolay şeyler yaşamadınız. Hiç vazgeçmeyi, iş hayatından çekilmeyi düşündünüz mü?

YA HER GÜN MEZARA GİDİP AĞLAYACAKTINIZ…

Zeki Yurtbay: Çocuklarımın ikisini kaybetmek benim için büyük bir darbe oldu. Ben işlerden elimi-ayağımı çekebilirdim. O dönemde 55 yaşlarında filandım. Çocuklarımın olmayışı bizi kamçıladı. İşlerimizi torunlarımıza devredebilme düşüncesi bizi kamçıladı. Biz çoğu şeylerimizi o kazadan sonra yaptık. Yeni fabrika aldık, okul yaptırdık. Seramik fabrikalarımızı kurduk. Bunlar acının verdiği şeylerle oldu. Ya her gün mezara gidip ağlayacaktınız, ya da kendinizi işe vererek, acınızı unutmaya çalışacaktınız. Biz ikinciyi tercih ettik.

Atilla Öksüz: Artık torunlarınız var ve onları yetiştiriyorsunuz. Daha ne kadar çalışacaksınız?

Zeki Yurtbay: Ben torunlarımı 30 yaşına getirebileceğimizi düşünmüyordum. “Onları 12, 13 yaşlarına getirebilirsek, ne mutlu bize” diyordum. Ama bugün Allah’a şükür 30 yaşındalar. Kızımız 26 yaşında, onlar da iş hayatına atıldılar ve işleri yürütebilecek durumdalar. Ancak ben kendimi işten çekmiyorum ve çalışmaya devam ediyorum. Ölünceye kadar da çalışmaya devam edeceğim. Sanıyorum bir zaman sonra işkolik oluyorsunuz. Çalışmayı daha çok seviyorsunuz, severek yapıyorsunuz ve yorulmuyorsunuz. Bu tıpkı gazetecilik gibidir. Siz nasıl gece-gündüz çalışıyorsunuz ve yorulmuyorsunuz, bu işi severek yapıyorsunuz, bizim de aynı. Severek yapılan bir işte yorulmazsınız. Benim öyle ahım şahım lüks bir yaşantım da yok. Bir apartman dairesinde oturuyorum. Para kazanmasam da yaşayabilecek bir durumdayım, fazla bir harcamamız da yok.

Atilla Öksüz: Toplum, bu kadar zengin bir kişinin apartman dairesinde oturmasını nasıl karşılıyor? Bu kadar zengin ve bu kadar mütevazi olabilmek nasıl yorumlanıyor?

Zeki Yurtbay: Toplumdan, çevremizden olumsuz bir yaklaşım olmadı. Benim parayla işim olmaz ve harcama yapmam. Eşim gerekli yerlere gerekli harcamaları yapar. Kiraların büyük bir çoğunluğunu o toplar ve gereken harcamaları yapar.

Atilla Öksüz: İlk dikkatimizi çeken şeylerden birisi masanızdaki notlar ve rakamların yazılı olduğu dosyalar oldu. Birçok dosya ve yazı içerisindesiniz. Nelerle uğraşıyorsunuz? Tüm detaylarla ilgileniyor musunuz?

Zeki Yurtbay: Tabii biz ülke genelinde ve ülkeler arası çalışan bir kurumuz. İstanbul’la her hafta görüşmelerim olur. Ne, nerede takılmış, nereden ödemeler gecikmiş ve gelmemiş? Bunları araştırıyorsunuz. Biz banka garantili satış yapmıyoruz, ancak bu güne kadar 650 milyon Dolarlık bir ihracat yaptık ve batan paramız 250 bin Dolar. O da İsrail ve Amerika’da battı. Tek tek bunların hepsini takip ediyorum. Duruma göre tedbirli hareket ediyoruz. Genelde bayilerimizde asla sıkıntı yaşamıyoruz.

Atilla Öksüz: Eşiniz bu kadar yoğun bir tempoda çalışmanızı nasıl karşılıyor?

Zeki Yurtbay: O da benim çalışma tempoma alıştığı için olumsuz bir şey söylemiyor. Uzun yıllardır bu tempoda çalıştığımı kendisi de gördüğü için o da buna alıştı.

Atilla Öksüz: Son olarak neler söylemek istersiniz?

Zeki Yurtbay: Ben öncelikle gençlere seslenmek istiyorum. Hayal etsinler, hayal çok güzel bir şeydir. Tabii aşırı hayallerden bahsetmiyorum. Gerçekleştirilebilir olan hayaller kursunlar. Onları gerçekleştirmek için çalışsınlar. O hayaller gerçekleştikçe, daha da büyür. En önemlisi, dürüst ve çalışkan olsunlar. Bütün mesele budur. Yalandan kesinlikle kaçınsınlar. Bankalarda ve piyasalarda yanlış hareket edilmesin. Bugün bizim bankalarla çalışmaya başlamamız 60 yıla dayanır. Bu güne kadar hiçbir bankaya, “Bizim çekimizi bir gün bekletin” denilmemiştir. Denildiği zaman bitersiniz. Banka müdürü sizin arkadaşınız dahi olsa, o kayıtlara geçer. Gençler küsmesinler ve çalışsınlar. Devlette çalışmak da özel sektörde çalışmak da bir onurdur, ancak ben şahsen kendi işimi yapmayı tercih ederim.

Editör: TE Bilişim