Zonguldak'ın UNESCO Küresel Jeopark Ağı'na dahil olması amacıyla Zonguldak İl Özel İdaresinin hazırladığı proje kapsamında  Zonguldak Turizm Altyapı Hizmet Birliği (ZONTAB) çatısı altında “Zonguldak Kömür Jeoparkı İrtibat Birimi” adıyla kurgulanan yeni birimin başına getirilen Zonguldak Belediyesi Şehir Plancısı Gülsüm Yılmaz Hotel Gazetesi için Zonguldak’ı yazdı.

KARADENİZ’İN SİYAH İNCİSİ

Cumhuriyet’in ilk yıllarında Zonguldak’a yolu düşen bir gezginin, Zonguldak için yazdıkları aslında bu şehrin hikâyesinin de başlangıcı sayılabilir. “Clare Sheridan” isimli aynı zamanda Winston Churchill’in kuzeni olan bu İngiliz seyyah, seyahatine İstanbul’dan başlayıp, kıyıyı izleyerek Zonguldak’a gelmiş ve daha sonra kaleme almış olduğu anılarında burayı “medeniyetin gözlerden uzak kalmış ileri karakolu” olarak nitelendirmiştir.

Zonguldak’ın bu kibirli İngiliz kadın tarafından “medenî” bir yer olarak tasvir edilmesi aslında o yıllarda kentin hatta bölgenin sahip olduğu ve Anadolu’nun birçok şehrinde bulunmayan olanakları ile ilişkilendirilmelidir. 1920‟li yılların başında, savaştan yeni çıkmış bir ülkenin pek çok şehrinde yaşama dair birçok imkansızlıktan söz edilirken Zonguldak, tenis kortları, lokalleri, sinemaları, baloları, sosyal tesisleri, peyzaj düzenlemeleri vb. kent dinamikleri ile adeta dönemin parlayan yıldızı olarak öne çıkmıştır.

Zonguldak'ta Gezilecek Yerler başlıklı gezi rehberi konumuza göz atabilirsiniz.

Bugünkü varlığını ve kazanımlarını kömüre borçlu olan Zonguldak; tarih sahnesine 1829 yılında keşfedildiği kabul edilen kömürle beraber çıkar. Daha sonrasında, kömürün devlet tarafından pazara sunulmak istenmesi sonucu bölgeye birçok yerli ve yabancı sermaye gelir. Sermayenin 1900’lerin başından itibaren kömür işletme merkezlerini Ereğli’den Kozlu ve Zonguldak’ a taşıması ile bölgenin zaman içerisinde şehir olabilecek kadar gelişmesine zemin hazırlar.

En basit ifadeyle, Zonguldak’ın Cumhuriyet ile birlikte tecrübe etmeye başladığı değişim ve dönüşüm öyküsünü tarih ELMAS harflerle yazmıştır. Bu sebeple Zonguldak; o yıllarda sanayinin lokomotifi, uygarlığın ve çağdaşlığın beşiği olmuştur. Öyleki yabancı sermayenin iş gücü dışında, yaşam alanlarını da bölgeye getirmesiyle Zonguldak, Karadeniz’in Paris’i diye bilinir olmuştur.

Batı Karadeniz’in en büyük ikinci şehri olan Zonguldak, şiirlere konu olacak kadar güzel bir şehirdir.  1946 yılında yayınlanan bir şiirinde Orhan Veli Kanık, Zonguldak’ı şöyle anlatır.

Güneşli bir günde

Masmavi göreceğiz Karadeniz’i

Balkaya’dan Kapuz’a kadar,

Karış karış biliriz bu şehri;

EKİ’nin çiçekli bahçeleri,

Rıhtıma kömür taşıyan vagonlarıyla;

Paydos saatlerinde yola dökülen,

Soluk benizli insanlarıyla.

Siyah akar Zonguldağın deresi

Yüz karası değil, kömür karası

Böyle kazanılır ekmek parası…

Bu şiirinde Orhan Veli, doğal ve kültürel güzelliklerini de anlattığı bu şehrin çarpıcı hikâyesini gözler önüne sermektedir aslında. Henüz çekilmemiş hüzünlü bir Cumhuriyet hikâyesidir Zonguldak. Bir emek belgeselidir. Devrimdir. Aşktır. Deli dalgalardır. Ölüme ağlanan, keder deneyimi olan kentlerdendir.

Nüfusunun tamamının ayaklanıp, çoluk çocuk sokağa döküldüğü sonra da aynı on binlerce kişinin Ankara’ya yürüdüğü grevin şehridir Zonguldak… Mücadelenin, başkaldırının, kader birliğinin simgesi, emeğin başkenti bu kasvetli şehrin hikayesi yürekleri titretir her daim…

Cumhuriyet’in ilk kenti

Yeşil, mavi ve siyahın buluştuğu Karadeniz’in siyah incisi bu kentin rengi, gridir. Kömür ile var olan şehrin kendine has dokusu ve kokusu vardır. Bir anda bastıran beklenmedik yağmurları, isi, pusu, göz korkutan yokuşları, bitmeyen merdivenleri, şehrin ortasından geçen demir tren rayları, köprüleri ile dönemin ihtişamı üzerine yapışmış yıkık dökük ama karakterli binaları sayesinde bu kentin ruhundaki hüzün hemen hissedilir. Yağmuru, sisi, karanlığı ve yalnızlığıyla İngiltere’nin ıssız kıyılarına hapsolmuş küçük bir kent, içine kapalı bir Norveç kasabası ya da bir nevi Edinburg gibidir… Cumhuriyet’in ilk kenti ve ülke sanayiinin lokomotifi olan bu gri gotik kent; o mağrur havasını solumayanları ürkütebilen küçük ama gururlu bir şehirdir.

Zonguldak’ta yaşayanların hissettiği apayrı bir şehir ruhu, bir şehir kültürü, bir şehir dili vardır. Şehirde orta yaş üstündeki nüfusun çoğu nasırlı ellere sahiptir. Kazma kelimesi küfürü değil emeği çağrıştırır mesela… Lavuar, yevmiye, domuzdamı, tasman, göçük, grizu, şövelman, nefeslik, tahkimat, tüvenan, pavyon, amelebirliği, varagel… vb. gibi kelimeler Zonguldak’ta yaşayan hemen hemen herkesin kelime dağarcığındadır.

Türkiye’ye altın devri yaşatan bu kömür kentinde Cumhuriyet döneminde yapılan endüstriyel üst ve alt yapı yatırımının değeri ölçülemez boyuttaydı. O yıllarda 8000 km’lik demiryolu ağı oluşturma çalışmaları ile tüm kent şantiye alanına dönmüş, kent nüfusu madende ve kentteki diğer şantiyelerde çalışmak üzere gelen insanlar sebebiyle son derece kozmopolit bir hal almıştı. Bu nedenledir ki, Türkiye’de bir zamanlar Zonguldak’la bağı, akrabalığı olmayan yok gibiydi.

Behçet Kemal Çağlar, Zonguldak’ta kaldığı yıllarda, bu sanayi atılımını bizzat gözlemleyerek ve ilham alarak “Demir ağlarla ördük Anayurdu dört baştan” çağrışımını ve 10. Yıl Marşı’nın bazı dizelerini Faruk Nafiz Çamlıbel’le birlikte kaleme almıştır.

Zonguldak bir “sıkışmışlık” hissi veriri insana… Maden ocakları sebebiyle yeryüzü ve gökyüzü arasında, coğrafyası sebebiyle dağlarla deniz arasında, modernlikle taşralılık arasında, Ankara ile İstanbul arasında, sıkıntı ile rahatlık/konfor arasında, şanslı bir geçmişle belirsiz gelecek arasında, gitmekle kalmak arasında… Liste uzar da uzar… Ama bu sıkışmışlık başka bir açıdan bakıldığında da güven ve aidiyet hissi geçirir insana…

Zonguldaklı olmak, yazı Kapuz plajında geçirmektir mesela. Ayaklarınıza yapışmayan kumunda gruplar halinde yayılmış tanıdıklardan börek-kek-çay ikramları alarak yürümenin sıcaklığını serin sularında gidermenin samimiyeti hiçbir yerde yoktur. Tersane koyunda yüzerken açılıp şehri denizden izlemek, plajın üstünden geçen Türkiye’nin en manzaralı yolcu treninden birine el sallamak ancak bir Zonguldak ritüelidir. Bol kayalıklı Orta Kapuz, tersane ile Kapuz plajının ortasında yer alır ve şehrin içindeki bu plajlarda iş çıkışı bile denize girebilmek bir keyiftir.

Zonguldak’ta olmak, Fener‘de yürüyüş yapmayı, tenis kortuna gitmeyi, kayalıklardan masmavi denizi ve balık tutanları merakla izlemeyi gerektirir. Gezi yolunda yürürken sürprizli şekilde birden karşınıza çıkan deniz fenerinin zarafetine hayran olmamak zordur. Fener parkındaki taş arabalara oturmayan, taş anfiden ve seyir terasından denizi seyretmeyen Zonguldak’lı neredeyse yoktur. Zonguldaklı olmak B Tipinde ağaçların altındaki masalarda oturup, adada ormandan denize bakıyor hissine kapılmaktır. Üst cemiyette bu sefer hangi masada, hemen tepedeki ışık saçan deniz fenerine mi, ışıltılısı denize yansıyan Zonguldak’a dönük mü oturmayı düşünmektir. Doktorlar Lokalinde her masaya uğrayıp, her tanıdıkla selamlaşıp, lezzetli sohbetlere eşlik etmek, doyumsuz manzaranın bir parçası olarak güneşi batırmak gibisi yoktur.

Ülkenin bilinen ilk “beach clup” ı Deniz kulübünün dili olsa da konuşsa… Deniz Kulübü, 1951 yılında kurulan Zonguldak Tenis Deniz İhtisas Kulübüne bağlı yemek ve eğlence salonu olarak işletilmekteydi. Ereğli Kömürleri İşletmesinin mülkü olan kulüp, kente gelen konukları ağırlamak ve kurumda çalışan üst düzey yöneticilerin misafir ve ailelerine mahsus üyelik kartı usulü sistemiyle çalıştırılırdı. Deniz kulübünün kayalıklarından, Emirgan Otel’in altındaki Kadir Ağa anıtına yüzmek alışkanlıktı. Şimdilerde gündüz denizinde serinlemek, gece ise eğlenip coşmak için hala o şahane koyun içinde varlığını sürdürmektedir.

Kortta karşılaşılan tanıdıklarla laflayıp, dev defne ağaçlarının serinliğinde tenis maçı izlemek Fener semtinin olmazsa olmaz alışkanlıklarından biridir. Kentte yaygın olarak bilinen tenis, aslında kent kültürünün de simgelerindendir. Zonguldak Tenis Deniz İhtisas Kulübü; asırlık bir ihtisas kulübü olarak binlerce sporcu yetiştirmiş, bu sporcular uzun yıllar boyunca tek kulüp olarak kentimizi yurt içinde yapılan turnuvalarda temsil etmiştir. Kentimizin 1920’li yıllardan gelen tenis kültürünü ve görgüsünü her zaman için diğer sporculara örnek olacak şekilde göstermiş, sportif başarısının yanı sıra kentin, kültür ve eğitim yuvası işlevini de üstlenmiştir. Dolayısıyla kort o tarihten bu yana kentin en önemli sosyalleşme mekanlarından da biri olmuştur.

Zonguldak’lı olmak; sabah Kozlu plajına yürümektir, Ilıksu’da, Değirmenağzı’nda deniz öncesi kahvaltı etmektir. Liman arkasında müdavim sohbetine denk gelmektir.  Filyos’a trenle gitmektir. Türkali’de, Göbü’de çadır kurmaktır. Ereğli plajında pide yemektir. Bu kentin tüm kıyılarının ayrı keyfi, ayrı sevdalısı vardır.

Bu kentin her yerinden tren geçer…

Bu kentin her yerinden tren geçer… İster plajda, ister çarşıda, ister trafikte, ister evinde ol, tren sesi duymak çok sıradandır ve neredeyse her Zonguldak’lının trene bakma alışkanlığı, trenlerin geçtiği tünelde yürümek gibi bir eğlenceleri vardır. Tren kent belleğinin önemli bir parçasıdır.

Zonguldak’ta yaşayan herkes; şehri ikiye bölen tertemiz(!) Acılık deresini gördükce Venedik’e özenir. Derenin temizliği değil de, şehrin iki yakalı oluşu İzmir’i çağrıştırır aslında. Derenin üzerinde, 1952 yılında Alman MAİG firmasının projesi ile yapılan 5 ayaklı Fevkani Köprüsü vardır. Şehrin iki yakasını birbirine bağlayan bu köprünün altında yürüyen yayalar, köprü altı esnafının beslediği, barındırdığı sokak hayvanlarına gülümsemeden geçmezler. 

Zonguldaklı olmak; adımlarını sayarak bitirebildiğin Gazipaşa caddesinde çarpışmadan yürüyebilmek, mutlaka en az üç tanıdıkla selamlaşmaktır. Madenci anıtında, Emral çarşısı ya da İstanbul Pastanesi önünde buluşmaktır.

Zonguldaklı olmak; her daim Çatı Kebabın Zonguldak’a özel soslu kebabını, İstanbul Pastanesi’nin supanglesini özlemek ve arkadaşların sipariş ettikleri Selanik gevreği’nden paket paket almaktır. Sahilde simitle çay içmektir. Haşlanmış mısırla yaş fındık yemektir.

Zonguldaklı olmak; bir çok evde bakkala kim gidecek kavgası yapılsa da yokuş ve merdiven çıkmaktan üşenmemektir. Sonsuzluğa uzanan merdivenlerin ve ağlayan gökyüzünün kentinde yeşilin her tonuna aşina olmaktır. O kadar yeşildir ki etraf, kentin köhneliği bile güzel görünür göze… Zonguldak’ta yeşilin bittiği yerde sonsuz bir mavi başlar.

Zonguldaklı olmak; hava kirliliğine, deniz köpüğüne ve parklardaki çekirdek kabuklarına şaşıramamaktır. Havanın nemine alışık olmaktır.

Zonguldaklı olmak; kırmızı ve laciverti bir arada görünce Zonguldakspor’u hatırlamaktır. Takıma gönülden bağlı olup, maçları kaçırmamak, stadyumda spor yapmaktır.

Her Zonguldaklının; en az bir tane madenci tanıdığı vardır ve bir maden tesisinin yanından geçerken, ölümü hatırlamak, hüzünlenmek fıtratında vardır.

Kelebeğin Rüyası filmini en az 3 kere seyretmeyen Zonguldaklı azdır.

Türkiye’de ilk özel radyo kanalına sahip olan şehirdir Zonguldak. Ereğli Kömür İşletmesi (EKİ) tarafından kurulan, 12 Eylül yönetimince kapatılan ve ocaklarda çalışan on binlerce madencinin ve ailelerinin eğitimini hedefleyen “İnsangücü Eğitim Radyosu” olarak da anılan, 1967-1983 yılları arasında öncelikle madencilere yönelik programlarıyla yayın hayatını sürdüren EKİ Radyosu ile Türkiye’nin ilk sosyal güvenlik kuruluşu olan Amelebirliği’nin, bu kentin “İlk’lerin kenti” olarak anılmasında büyük payı vardır.

İçinden geçilip başka bir şehre gidilemeyen, ulaşmak için çaba göstermek gereken uçta kalmış bir kıyı şehridir Zonguldak.

İçinden geçilip başka bir şehre gidilemeyen, ulaşmak için çaba göstermek gereken uçta kalmış bir kıyı şehridir Zonguldak. İstanbul yönünden gelenler Düzce sapağından girip, kara ile denizin birleştiği kıyı şeridini izleyerek; Ankara yönünden gelenler ise Yeniçağa (Bolu- Gerede arası) yol ayrımından başlamak üzere bir orman denizinden geçerek şehrimize gelirler. Karayolu ile gelenler, kışın karlarla kaplı çam ormanları manzaralarını, baharda yeşilin binbir tonunu, sonbaharda ise bir renk cümbüşüne dönüşen doğayı izleme fırsatı bulurlar. Kente karayolu dışında deniz, hava ve demiryolu gibi farklı ulaşım olanakları ile de ulaşım sağlanır. Ankara’dan gün aşırı kalkan Karaelmas Ekspresi ile 8-9 saat civarı bir sürede ulaşılır Zonguldak’a… Zonguldak’a ulaşıldığında ise kent merkezinin kargaşasından  sıyrılıp sahile inersiniz hemen. İşte Türkiye’nin 67., madenciliğin 1. şehri Zonguldak sahile inildiği vakit başlar.

Şehir yekpare bir yamacın üzerine kurulmuş gibidir… Bundan mütevellit evlerin deniz görmesi sıradan bir durumdur. Hemen her balkonda denize karşı kahvaltı keyfi yapılır. Bu kentin sakinleri evlerinden yürüyerek denize girebilmenin kıymetini bilirler.

Kimse “çay içer misin?” sorusuna hayır demez Zonguldak’ta. Manzara alışkanlığından olsa gerek çay sevmeyen de tiryaki döner buradan. Her yerinden denizi görebilirsiniz ama karşı kıyıda ışık görülmediği için deniz manzarası gün batımına kadar anlamlıdır.       

2. vitesten 3. ye geçerken bitebilen bir çarşısı olan şehir küçüktür evet, büyümenize pek izin vermez gibi görünür, sıkışmış hissedersiniz ama bir kere çıktınız mı dışarı, o zaman anlarsınız nasıl yolunuzu açmış, ne çok şey öğretmiş, aslında ne kadar da ileridesiniz ve de ne kadar derinsiniz… Size asla kendini unutturmayan bir şehirdir Zonguldak.

Kuruluş serüveni 1800’lü yılların sonunda kömüre bağlı olarak başlayan Zonguldak kenti hep kömürle iç içe yaşamış, hala da kömürle birlikte yaşamaktadır. Emeğin başkenti Zonguldak’ta çıkarılan taş kömürü sayesinde, Cumhuriyet döneminde Ereğli ve Karabük’te iki adet demir çelik fabrikası kurulmuş ve bunlar ülke sanayiinin önemli bir parçası haline gelmiştir. Merkez ilçe ve ona bitişik olarak gelişen Kozlu, Kilimli, Çatalağzı ve Gelik yerleşimleri sosyal, kültürel ve ekonomik anlamda iç içe geçmiş haldedir. Bu bölgelerde yaşayan insanların yaşam biçimleri benzerdir, bölgenin-havzanın tümüyle ilişkilidir. Bu ard arda sıralanmış her kent diğeriyle ve merkez Zonguldak ile sıkı bağlantılı olsa da, kömür ocakları, kömür işleme ve dağıtım yerleri, yönetim binaları, işçi ve memur lojmanları ile kendine özgü bir kimliğe sahip olmuştur. 1980’lere kadar Gelik, Karadon, Kilimli, Zonguldak, Kozlu’da ayrı ayrı olmak üzere Ereğli Kömürleri İşletmesine (EKİ) bağlı özel ilkokullar, işçi sinemaları (aynı zamanda tiyatro salonu), işçi barınma evleri (pavyonlar), bakımlı lojmanlar ve lojmanlar arası peyzajlı bahçeler (işçi ve memur siteleri), ekonoma denilen satış kantinleri vb. mekan ve yapılarıyla, bir yandan da hazine arsalarına inşa edilen gecekondular ile Zonguldak ve Zonguldak halkı kendine özgü bir yaşam sürmekteydi. Bu yaşam biçimi özellikle son 20 yılda epeyce gerilese de, kömür bağlı yaşam kültürünün etkisi hala günümüze kadar gelmiş durumdadır. Zonguldak halkı kömürün zararlarından da nasibini fazlasıyla almakta, bir nevi bedel ödemektedir. Grizu patlamaları, göçükler, başka iş kazaları nedeniyle ölümler, yaralanmalar, sakat kalmalar, hava kirliliğinin olumsuz etkileri ile de birlikte yaşamak durumundadır. Yani Zonguldak’ta günlük hayat hala kömürle iç içedir.                   

Türkiye’nin ekonomik ve teknolojik gelişimine öncülük eden Zonguldak’ın hemen her bölgesinde bulunan kömüre dayalı endüstri yapılarının bir çoğu kömür politikaları gereği terkedilmiş durumdadır ve bu endüstri kalıntılarının bir çoğu sanayi geçmişinin izleri olarak korunma ve yenilenme yaklaşımıyla değerli varlıklara dönüştürülmesi, yeni sosyal kimlikler inşa etmek ve endüstriyel miras turizmini geliştirmek için bir kaynak haline gelmiştir.  Zonguldak turizmini şu an diğer şehirlerden ayırt eden en önemli özelliklerden biri de kıymetli endüstriyel miras potansiyelidir. Bu özel kentin hikayesini, belleğini, ruhunu ve tarihini yansıtan sanayi yapılarının dönüşümü ve değişimi ile kent turizmine kazandırılması yönünde çalışmalar tüm hızıyla sürmektedir. Bakir ve vahşi doğa ile bütünleşen, yaşamla iç içe olan bu endüstriyel yapılara kent içinde rastlayıp, hayranlık hissetmemek mümkün değildir. 

Zonguldak’ta endüstriyel mirasın korunması ve turizme kazandırılması amacıyla hayata geçirilme çalışmaları devam eden Üzülmez Kültür Vadisi projesinin tamamlanması ile birlikte 110 yıllık tarih yeniden hayat bulacak. Madenci ruhunun ve emeğinin kutsallığını bu topraklarda iliklerinize kadar hissedeceksiniz…

Yine; 1938’de Zonguldak’ın Çatalağzı bölgesinde kurulan ve ticari değeri olmayan toz kömürlerin yakılarak elektrik üretilmesini sağlayan santral, yapıldığı yıllarda Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk büyük termik santrali olarak hizmete açılmıştır. O zamanki adıyla “Işıkveren” şu anki ÇATES santral binası buram buram Cumhuriyet tarihi kokan eşsiz bir endüstri mirasıdır.

Ve Zonguldak’ta neler var?

Batı Karadeniz Bölgesi’nin en önemli liman şehirlerinden bir olan Zonguldak, aynı zamanda Karadeniz iklimi etkisi altında olan Zonguldak, coğrafi konum itibariyle diğer Karadeniz şehirlerinden farklı olarak soğuk hava akımlarına oldukça açıktır. Kışlar genelde soğuk ve yağışlı geçer, yazlar ise genelde serindir. Her mevsim yağmur alır, deniz sıcaklığının 20 dereceyi geçtiği yaz ayları ise en güneşli zamanlarıdır. Şehri gezmek için en ideal dönemler de haziran, temmuz ve ağustos aylarıdır.

Zonguldak, antik çağlardan beri ilgi görmüş bir kenttir ve çevresinde antik kentler ve tarihi anıtlar bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi Çaycuma ilçesi Filyos beldesinde bulunan, tarihi M.Ö. 1200’e dayanan “Tios – Tieion Antik Kenti” dir ve halen devam eden arkeolojik kazılarla gün yüzüne çıkartılmayı beklemektedir. Filyos, MÖ III. yüzyılda ticari amaçla kurulmuş bir Milet kolonisidir ve ilkçağda Karadeniz’in kuzeyinden getirilen malların boşaltıldığı önemli bir ticaret merkezi olarak bilinmektedir. Çeşitli dönemlerde Roma, Bizans ve Cenevizlilerin hüküm sürdüğü beldede kale, açık hava tiyatrosu, yeraltı şehri, su kemerleri, antik liman mendireği gibi kalıntılar bulunmaktadır. Karadeniz’e hakim bir noktada yükselen Filyos Kalesi, büyük taşlarla inşa edilmiş güçlü, heybetli ve etkileyici bir yapı, emeğin tarihi izlerini barındıran eşsiz bir tarihi lokasyondur.

Zonguldak’ın Alaplı ilçesine bağlı Gümeli Beldesi’nde bulunan, Türkiye’nin en yaşlı ve dünyanın bilinen en yaşlı 5 ağacından biri olan, tarihi neredeyse Mısır piramitlerine kadar uzanan, 2016 yılında keşfedildiğinde 4112 yaşında olan porsuk ağacının; Hititlerin Anadolu’ya göç ettiği yıllarda bile burada olduğunu bilmek oldukça şaşırtıcı.

Zonguldak kıyı şeridi birbirinden güzel plajlarla çevrili. Altın kumsallı Filyos Plajı, Kozlu Plajı, Uzunkum Plajı ve Ilıksu Plajı, şehrin en popüler plajları arasında. Toplam 18 plajı bulunan ve bu plajların bir çoğu yerleşim bölgelerinden kolayca ulaşılabilir pozisyonda olan Zonguldak’ın denizi çoğu zaman dalgalı ve rüzgârlıdır. Vahşi doğası, özgün kayalıkları ve serinleten suları ile bu plajlar kent halkının yaşam rutininin bir parçası olarak yoğun kullanılmaktadır.

Hikayesinin yanında binlerce yılda şekillenmiş etkileyici mağaraları, her mevsim gezilebilen şelaleleri, doğa yürüyüşü ve kampçılık için ideal yaylaları ile Zonguldak, ülkemizin keşfedilmeyi bekleyen en özel ve güzel şehirlerinden biridir.

Zonguldak kent merkezine 18 kilometre uzaklıkta bulunan Gökgöl Mağarası’nın 350 milyon yaşında olduğu tahmin ediliyor. 3350 metre uzunluğundaki mağara, ziyaret edilebilen doğa harikalarından biri. 2001 yılında turizme açılan ve içerisinde binlerce yılda oluşmuş travertenler, sarkıt ve dikitlerle büyüleyici manzaralar sunan Gökgöl Mağarası’nın girişindeki yeni tamamlanan ziyaretçi merkezi de, endüstriyel ve jeolojik miras ögelerinin tanıtımı açısından güçlü bir turizm değeridir.

Tarihi M.Ö. 2500 yılına uzanan tarihi ilçe Ereğli’de bulunan ve üç mağara kompleksinden oluşan Cehennem Ağzı Mağaraları, doğal basamakları, mağara göletleri ve sarkıtlarıyla ilginç bir gezi deneyimi sunuyor ve Zonguldak merkezine 50 kilometre uzaklıkta bulunuyor.

Çaycuma ilçesine bağlı Çayır Köyü’nde bulunan Çayır Köyü Su Mağarası, 1300 metre uzunluğu ve çevresini saran doğal güzellikleriyle mutlaka görülmesi gereken yerler arasında. Mağaranın içindeki nehirlerde bot gezileri düzenleniyor ve çevresindeki göletlerde alabalıklar yaşıyor. Efsanelere göre bu alabalıkların pek çok hastalığa iyi geldiği söyleniyor. Çevresinde yürüyüş parkurları bulunan mağaranın önünde de piknik yapabileceğiniz mesire alanları var.

Yine içindeki gölüyle Kızılelma Mağarası ve 800 metre uzunluğundaki İnağzı Mağarası, bölgede gezebileceğiniz en ilgi çekici mağaralar arasında.

Üç şelalenin birleşiminden oluşan, Zonguldak’a 12 kilometre uzaklıktaki Harmankaya Şelaleleri, tüm dünyadan doğaseverlerin ilgisi çeken bir yer. Çam ormanları arasında her mevsim harika fotoğraflar çekebileceğiniz şelaleler, endemik bitki türleri ve vahşi yaşam zenginliğiyle de ünlü. İyi düzenlenmiş yürüyüş yollarıyla çevrili şelalelerin çevresinde kamp da yapılabiliyor.

Süzek deresi, Gökçebey ilçe merkezinin hemen güneyinden Filyos Çayına dökülen Ahmetler Deresi’ni besleyen kollardan biridir. Süzek Deresi’nin Ahmetler Deresi ile birleştiği mevki, aynı zamanda Süzek Kanyonu’nun ve içinden aktığı vadinin/kanyonun da giriş noktasıdır. İrili ufaklı şalaleler bulunmaktadır. Doğa ve macera seven ziyaretçilere birçok aktivite fırsatı sunmaktadır.

Değirmenağzı Deresi üzerinde bulunan şelaleler irili ufaklı pek çok şelaleden oluşmaktadır. Değirmenağzı deresinin, 595 metre rakımlı tepesinden akan şelale doğa ile bütünleşmiş bir görsel sunmaktadır.

Bacaklı Yaylası Zonguldak’ın en yüksek yeri konumundadır. Rakımı 1.500 metredir. Kuş ve yaban hayatı yönüyle zengin yaylalardır. Bölüklü Yaylası Zonguldak’ın en yüksek noktası olan Bacaklı Yayla’nın eteklerindedir. Halen yaylacılık gelenekleri sürdürülen yayla endemik canlı türleri açısından zengindir. Yayla Zonguldak’a 80, Alaplı’ya 35 kilometre uzaklıktadır.

Zonguldak merkezde bulunan Maden Müzesi, kömürün ve kentin tarihini tüm ihtişamıyla gözler önüne sermektedir. Fuaye alanında Kömür- Şehir İlişkisi ele alınmıştır. Tanıtım odasında 10 dakikalık Zonguldak tanıtımından sonra sergi salonuna alınan ziyaretçilere, Zonguldak’ta kömürcülük hakkında tarihi ve teknik bilgiler verilmektedir. İkinci kat vitrinlerinde iş güvenliği, topoğrafya, sağlık, sosyal bakım ile ilgili malzemeler ve eğitim kitapları sergilenmektedir. Üçüncü kat kömürün kok türevleri, fosiller ve kömürün oluşumu anlatılmaktadır. Ayrıca hemen yanında TTK Eğitim Ocağı bulunmaktadır.

Türkiye Taşkömürü Kurumu’nun kuruluş sürecinin anlatıldığı, maden işçilerinin eşyaları ile çeşitli dönemlere ait pek çok belgenin sergilendiği Karaelmas Maden Şehitleri Müzesi, ziyaretçilerini kentin madencilik tarihinde yolculuğa çıkarıyor.

Karadeniz Ereğli Müzesi, 2. Abdülhamid döneminde yaptırılan Halil Paşa Konağı’nda hizmet veren Karadeniz Ereğli Müzesi, Roma döneminden Osmanlı İmparatorluğu’na uzanan zaman diliminden pek çok tarihi esere ev sahipliği yapıyor. Müzenin bulunduğu konak da eşsiz bir Osmanlı mimari eseri olarak görülmeye değer.

Kdz. Ereğli Kent Müzesi, 2 Aralık 2014 tarihinde hizmete açılmıştır. Kent Müzesi Binası 19.yüzyılda yapılan kâgir bir yapıdır. Geleneksel Kdz. Ereğli konutu özelliklerini taşıyan yapı, yerel malzemeler kullanılarak yerel ustalar tarafından yapılmıştır. Kent müzesinde Kdz. Ereğli’nin tarihi gelişimi anlatılmaktadır. Müzenin içinde yüzyıla yakın döneme ait tıbbi malzemeler, plaklar, müzik aletleri, elektronik cihazlar, yöresel kıyafetler, madeni eşyalar olmak üzere günlük kullanılan pek çok malzeme bulunmaktadır. Kdz. Ereğli Kent Müzesi haftanın altı günü belirli saatlerde ziyarete açıktır.

Alemdar Gemisi‘nin Kurtuluş Savaşı’ndaki tek deniz çatışmasının silahsız kurtarma gemisidir. Aynı ölçülerde yeniden yapılarak müzeye dönüştürülmüştür. Alemdar Gemisi, ordunun ihtiyacı olan silah ve cephaneyi Trabzon ve İnebolu’ya taşımıştır. Bütün bu hizmetleri anlatan materyallerin yer aldığı müzeyi, çok sayıda yerli ve yabancı turist ziyaret etmektedir.

Devrek Bastonu, üzerinde bir çok farklı desen çeşitleriyle hafif ve yüksek kalite özelliğiyle bilinen kızılcık ağacı kullanılarak yapılmaktadır. Devrek Bastonu Satış Merkezi ziyaretçilere farklı baston türleri sunarken baston yapımını gözlemleme imkanı da sunmaktadır. Klasik Devrek bastonunda en çok kullanılan baston formu, burma ve bu formda yer alan yılan figürüdür. Baston yüzeyinde burma formunun kolay olması ve yılan figürünün bu forma uygun düşmesi nedeni ile oldukça fazla miktarda kullanılmaktadır.

Zonguldak Deniz Feneri, 53 metre yüksekliğiyle Karadeniz sahilinde dikkat çeken Zonguldak Deniz Feneri, şehrin en bilinen simgelerinden biri. 1908 yılında inşa edilen fener, 20 deniz mili uzaklıktan bile görülebiliyor ve hala aktif olarak kullanılıyor. Panoramik deniz ve gün batımı manzaraları sunan fener, yerli ve yabancı turistler tarafından sıkça ziyaret ediliyor.

Zonguldak, Karadeniz ve Anadolu’dan esinlenen zengin bir mutfağa sahiptir. Buğday ve mısır unu kullanılarak birçok yemeğin yapıldığı Zonguldak’ta Karadeniz deniz kültürü de oldukça yaygındır ve hemen her yerde balık pişirilir. Hamsi ve palamut zamanlarında tüm şehirde ızgara balık kokusu hakim olur.  Şehrin çevresindeki çam ormanlarında dünyanın en güzel kestane çeşitlerinden biri olan kuzu kestanesi üretilir. Sebze ve tahıl ağırlıklı yemekler de sıkça tüketilir. Zonguldak’ın en sevilen yemekleri ise Ereğli pidesi, ısırgan otu yemeği, göce çorbası, bulgurlu uğmaç çorbası, pastırmalı zılbıt, keşkek, çilek, kızılcık ve kestane reçelidir.

Zonguldak (il merkezi), Kilimli, Alaplı, Çaycuma, Devrek, Gökçebey, Karadeniz Ereğli ve Kozlu isimli 8 ilçesi olan şehrin her ilçesinin kendine özgü doğal güzellikleri, simgesel ürünleri ve yöresel festivalleri var. Alaplı’nın Gümeli beldesinde düzenlenen “Yayla ve Bal Festivali”, Zonguldak merkezinde haziran ayı sonunda düzenlenen ve Uluslararası düzeyde ilgi gören “Karaelmas Uluslararası Kültür ve Sanat Festivali”, Kasım ayı sonunda Ereğli ilçesinde düzenlenen “Ereğli Hamsi Festivali”, Kdz. Ereğli’de haziran ayında düzenlenen “Uluslararası Osmanlı Çileği Kültür ve Sanat Festivali”, yine Kdz. Ereğli’detemmuz ayında düzenlenen “Uluslararası Sevgi Barış Dostluk Kültür ve Sanat Festivali” ve Devrek’te düzenlenen “Uluslararası Devrek Baston ve Kültür Festivali” pandemi süreci öncesinde yapılan festivallerden birkaçıdır.

Zonguldak kent bütününün ciddi anlamda kıyı şeridine cephesi bulunmasına rağmen, iklimsel ve topoğrafik sebeplerden dolayı deniz turizmi imkânlarının kısıtlı olduğu bilinmektedir.  Oysa deniz turizmi dışında birçok alternatif turizm potansiyeli bulunan Zonguldak turizminin esas önceliği; ülke sosyo-ekonomik gelişimine verdiği katkılardan ve madenin çevresindeki kentleşme sürecinden oluşan çarpıcı hikayesinin en önemli ve özgün değer olduğu yadsınamaz.

Bu bağlamda sizleri hüznün ve emeğin başkentine, öncelikle bu özel kentin hikayesini, belleğini, ruhunu ve tarihini yansıtan sanayi yapıları ile bunların dönüşümü ve değişimi ile kent turizmine kazandırılması yönünde yapılan çalışmaları yerinde görmek için, eşsiz doğal güzellikleri ile kültürel birikimi için, ekolojik yaşamın keyfini çıkarmak için ve en önemlisi de alternatif ve özgün deneyimler tecrübe etmek için bekliyoruz.