Büyük önder Atatürk, Samsun’a çıktığında 38 yaşında bir yarbaydı.

Her ne kadar gemide 18 arkadaşının olduğu söylense de Kâzım Karabekir Paşa’nın damadı, rahmetli Prof. Dr. Faruk Özerengin’in belgelerinde tam yolcu sayısı 48 olarak ifade edilmektedir.

Bu 48 kişinin 23’ünü Mustafa Kemal ve karargâh mensupları, geri kalan 25’ini ise er ve erbaşlar oluşturmuşlardı.

Bu yolculuğa sebep olan olaylar öncesinde; Osmanlı Devleti çöküyor, 1. Dünya Savaşı’nda yanlış tarafta konuşlanıyor ya da konuşlandırılıyor, Anadolu’da başlayan isyanlar Türk yurdunu sarıyordu.

Nitekim, İtilâf Devletleri savaşı kazanıyor, “savaş ganimeti” adı altında, İttifak Devletleri’ni bölüşmeye hazırlanıyorlardı.

Anadolu kaçınılmaz olarak, bu paylaşımın en önemli merkezindeydi.

Bu koşullar altında Mustafa Kemal’in aklında tek bir hedef, düşüncelerinde “kayıtsız, şartsız özgürlük“ vardı.

Uzun ve çok zorlu bir yolculuktan sonra; “Tam Bağımsız” Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruluyor, modern dünyada “rol model” olacak birçok yeniliğe imza atarak rüştünü ispatlamaya başlıyordu.

Genç Türkiye Cumhuriyeti ekonomik, siyasi, kültürel alanlarda gelişim sürecini planlı bir şekilde sürdürürken, Atatürk’e ithaf edilen şu cümle, günümüzde de hepimize rehber olacaktı!

“Eğer ülkeni kurtaracak bir rehber beklemekteysen, ben size hiçbir şey öğretememişim”

Bu cümlenin Atatürk’e ait olup olmamasının çok önemi yok.

Önemli olan; sıkıntılı süreçlerde, sıkıntıların giderilmesi için gerektiğinde bir kişinin ya da kişilerin, yaşanan sıkıntıların üstüne cesaretle gidebilmesi “toplum çıkarını” gözeterek, çözümler üretebilmesi, üretilen çözümlerin takipçisi olabilmesidir.

Bu yazıda anlatılmak istenilen tam da budur!

‘BEN’ başlığında, herkes kendisini görebiliyor, Ben’in yerine kendini koyabiliyorsa, Zonguldak için de ümit var demektir.

Ya umutsuzluk içinde dövünecek, sürekli şikâyet edecek, eğrisine doğrusuna bakmadan durmaksızın muhalefet edeceksiniz…

Ya da çözümün odağına önce kendinizi koyacaksınız.

“Umut olabilmek için, içinizde yaşattığınız bir umudunuz olabilmeli”

Kişisel ikbal beklentilerine kapılmadan inançla, kararlılıkla ve bilgiyle harmanladığınız umudunuzu, topluma aşılama şansınız vardır.

Bunun için siz önce kendiniz umudunuza inanmalı sonra o inancı insanlara aşılamaya gayret etmelisiniz.

Zonguldak için çok uzun zamandır söylenen, adeta dillere pelesenk olan “makus talih, makus kader” söylemine asla katılmadığımı, ötesinde de şiddetle karşı çıktığımı, daha önce defalarca söylemiştim.

Bir şehrin kaderi, içinde yaşayanlarla belirlenir.

Siz kaderinizi kabul etmiş, kaderinize razı gelmişseniz, nerede yaşarsanız yaşayın, orası da makus talih / makus kader şarkıları söylemeye başlayacaktır.

Zonguldak, diğer tüm şehirlerden hiç de farklı değildir!

Daha cömert ya da daha eli açık olmamıştır hiçbir zaman.

İnsanları daha cesur ya da korkak değillerdir, Anadolu’nun herhangi bir şehrinde, kasabası ya da köyünde yaşayanlarından.

Sıradan bir şehirdir. İnsanları da sıradan Anadolu insanıdır.

Çokça vicdanlı ve merhametli, misafirperver ama o kadar da alçakgönüllü ve çalışkandır.

Devletin dayattığı vergilendirme yapılandırmaları içinde, yüksek gelir elde eden işletmelerin varlığına bağlı olarak yüksek vergiler ödemiş, ancak ödediği vergi dilimi kadar hizmet dönüşü alamamıştır.

Bunun nedeni, meclise gönderdiği dirayetsiz milletvekilleridir, hepsi bu.

Bu dirayetsizliğin asıl sahipleri de bizzat Zonguldak halkının kendisidir!

Neden derseniz?

Kendisini temsil edeceğine inandığı vekilleri bizzat kendileri seçmişler, şehirdeki ayak oyunlarına dümen suyu olmuşlardır, istemeden.

Arada gerçekten şehre sahip çıkan vekillerimiz de olmuştur elbette, bir elin parmakları kadar.

Onların da değeri bilinememiştir aziz Zonguldak tarafından.

Önümüzdeki yolu da yine kendimiz belirleyeceğiz!

Yazının başındaki Atatürk girizgâhı tam da bu nedenlerle yapıldı.

Değerli dostlar, sevgili Zonguldaklılar…

İnanmak istediğiniz biçimiyle “makus kaderiniz”den kurtulmak için ya da sizi kurtarması için asla bir kurtarıcı beklemeyin, kendinize inanın yeter.

Atatürk yola çıkarken ne yanındakilerin ne kendisinin kurtuluşa dair şüphesi vardı.

Kendisini kurtarmasını istediği bir lideri ya da yol göstereni de yoktu.

Yüreğinde inancı, aklında sürekli okuyarak beslediği bilgileri ve birikimleri vardı.

İnancınız ne kadar güçlü olursa olsun, bilginiz yoksa, bilgilenmek için çaba sarf etmiyorsanız, çıktığınız yolda mesafe kat etmeniz neredeyse imkansızdır.

Yine tam tersi, ne kadar bilgili, birikimli olursanız olun, inancınız yoksa mesafe kat etmeniz o kadar imkansızdır.

Demem o ki;

Atatürk olun, ikinci bir Atatürk beklemeyin.

Karaelmas denilen varlığımıza o kadar çok can verdik ki, kömürün rengi neredeyse kızıla döndü. Siz de artık kızıl elma olun.

Bir avuç kömüre bir ömür tüketmedik, bir ömrü kömür peşinde geçirdik.

Çünkü biz o kömüre inanmıştık.

Dün, o kömürü çıkarırken yanımızda kimse yoktu. Bugün de kimsenin olmasına ihtiyacımız yok.

Biz ocakta bir ömür harcarken, bize ait olmayanlar ve bizden görünüp, bize ait olmayanlara çanak tutanlar;

Aşağıda verilen canları, yukarıda tükenen insanları usul usul taşıdılar çaresizliğe.

Usul usul aldılar elimizden bize ait olanı, bizden olanı, biz olanı.

Çare bizdik, çaresiz bırakıldık.

Bu il 8 ilçesi, 25 hanesi, 360 köyüyle ve içimizden, bağrımızdan koparılan 2 şehriyle bizimdir.

Muslu’su kadar Saltukova’sıyla, Alaplı’sı kadar Gökçebey’iyle…

Bartın ya da Karabük denildiğinde, bizden ayrı düşünenlerden misiniz yoksa?

Eski arkadaş, eski eş, eski araba, eski iş olur.

Eski baba, eski anne, eski kardeş, eski akraba olabilir mi?

Ayağa kalk aziz Zonguldak.

Öyle bir kalk ki;

Vur kazmayı damara

Bütün alem inlesin

Sen öldükçe yaşarsın

Bunu dünya öğrensin

Vur, vur, vur…

Kalk ayağa kalk, kalk, kalk…

Muhtaç olduğun kudret, bu ülke için yıllarca seve seve verdiğin canında, karayı kızıla boyayan, akıttığın aziz kanındadır!

Sen Zonguldak'sın,

Zonguldak ol…

Editör: TE Bilişim