Zonguldaklı Yazar Alaaddin Kara, Ters Dergi’de çocukluğunda Fahri Beylerin evi diye bildiği binanın yıkılışını anlattı.

 Alaaddin Kara’nın tersdergi.com’da yazdığı yazısı şu şekilde:

Bir yerde yıkıma ve yağmaya karar verildiğinde önce kazanç getirici, en güzel yapılar gözden çıkarılır. Faili meçhul cinayetlerde bile böyle değil midir?

Şimdi kamyon kasasının üzerine çıksanız bile göremezsiniz. Görüntüler, o günlerde karakalemle üzerinden geçilmişçesine daha belirgindi. Eski Ankara Yolu üzerinden Sapça’ya dönüp, Güntepe Sapağı’ndan aşağıya dikildiğinizde ta aşağıda Asma Ocağı’nın kuyu şovalmenlerini görürdünüz. Keskin virajları döne döne aşağıya inerken fren balatalarından çıkan hırıltıyla bir korkunun içine düşer, merakla aşağıya uçurumlara bakardınız. Kok fabrikasının bacasından çıkan dumanların içinden manevra yapan kömür lokomotiflerinin görüş alanınıza girmesi gecikmezdi. Ağaçlarını madene kaptırmış kel tepeler sarıdan yeşile dönmemiştir daha. Dilaver Bölgesi arkanızda kalmış, Asma Kömür Harmanı yakınlaşmıştır. Kok Fabrikasının kızgın fırınlarının üzerinden ara ara yükselen su buharına gözünüz takılır sonra… Aydıntepe Evleri’nin kırmızı kiremitlerini, Üzülmez İlkokulu’nu ve top sahasındaki ahşap tribünü görüş alanınıza girmiştir artık.

Keskin dönemeçleri döne döne inerken ilkin iki hazneli su deposu ile karşılar sizi. Asma deresinden tulumbalarla basılan dere suyu burada toplanarak, evlerimizin su ihtiyacı karşılanırdı. Bakmayın siz oranın adının Kuru Çeşme olduğuna… Oranın suyu ve meyve ağaçları hiç eksilmez; bahçelerinden meyve yemeyip suyundan içmeyen olmazdı. Asfalt yolun alt ve üst kısımlarına özenle yapılan hizmet evlerine imrenerek bakardınız. Tepelerden aşağıya inip, evlerin arasından süzülürken, kamelyası ve çiçekli bahçesiyle birlikte düz bir ev dikkatinizi çekerdi.

Kahvehanelerin yakınında; camisi yapılırken taş, okulu yapılırken harç taşıdığım yerdi burası…. Yıkılmadan önce Çör ailesi oturuyordu, ondan önce de Kıran’lar… Kıranlardan önce Galip Baba… Ama anneme göre o ev Fahri beylerin eviydi. Oturduğumuz evin ahşap penceresinden içeri dolan yağmur suyuna aldırmazdı ama, o evin yıpranan çerçevelerini görür; Fahri beylerin evi çürüyor, derdi. Fahri beylerin evi derken; Havva hanım teyzeyi ve oğulları Galip ağabeyi bu bütünün içine koyardı. Köyünden dışarı çıkıp kömür yurduna ilk geldiğinde, kendisine el uzatıp kol kanat geren insanları unutması mümkün değildi. Az katıkla çok yemek yapmasını, dikiş makinası ile işçi tulumları dikmesini Fahri beyin hanımı Havva hanım teyzeden öğrenmişti. En önemlisi de bu evde yaşayanlarla söyleşirken kendisine Fatma hanım diye hitap edilmesiydi.

Her çocuğun en iyi şekilde eğitim alarak özgür bireyler olmasını isterdi Fahri bey. Biz çocukların evindeki kitaplarından faydalanarak ders çalışmasından gizli bir övünç duyardı. O zamanlar her yerde bulunmayan Hayat Mecmuası’nın yapraklarını yıpratırcasına karıştırmamıza ses çıkarmazdı. En çok balina avcılarını anlatan resimli sayfalara baktığımızdan olacak ki o renkli sayfalar diğerlerine göre daha fazla yıpratmış olurduk. Biz çocuklara kızmamaları için kendi çocuklarına uyarılarda bulunurdu Fahri bey. Okul harçlığı vermek için boyalı iskarpinlerini sık sık bize gönderirdi. Biz de bayramlarda ilk kez onun elini öper, onun verdiği şekerlemeleri yerdik. Evin çevresinde boyalı ahşap çitlere sarılmış rengarenk çiçeklerin büyüsüne kapılımayan çocuk yoktu mahallemizde. Küçük bahçesinde yetiştirdiği meyve ağaçlarının bol yemişli dallarında aklımız kalırdı.

Birçok mahallenin başına gelen yok oluş süreci bizim başımıza da geldi yıllar sonra. Hizmet evlerinin Toplu Konut İdaresine devredilmesi yönünde eğilim belirmişti. Evlerin bakımı yapılmıyor, bahçelerine garaj, ev vs gibi yapılaşmalara göz yumuluyordu. Bir yerde yıkıma ve yağmaya karar verildiğinde önce kazanç getirici, en güzel yapılar gözden çıkarılır. Faili meçhul cinayetlerde bile böyle değil midir? Bir ülkede kargaşa yaratılacaksa en bilgili, en korkusuz, en barışçı, en araştırmacı insanları bulup yok etmezler mi?

Bir pazar sabahı iş makinelerinin gürültüsüyle uyandığımda, ‘Fahri beyin evini yıkıyorlar’ dedi annem. İş makinesinin kepçesi, geçmişteki güzel yıllarımızdan öç alırcasına evin duvarlarını kemiriyordu. Ev kısa zaman içinde moloz yığınlarına dönmüştü. Çiçekli kamelyalar, rengârenk açan kokulu Fransız gülleri ve meyve bahçeleri kısa zaman içinde tarumar edilmişti. Anayoldan evin sahanlığına çıkan merdiven, kapı tokmağına değil de moloz yığınlarının altında kalan anılara çıkıyordu artık. Kentsel dönüşüm adı altında dayatılan arabesk kültürün yerleşkemize indirdiği ilk darbeyi içimiz acıyarak izledik. Sanayi kentinin kültürel miraslarından olan hizmet evlerinin koruma altına alınıp müze haline getirilmesi gerekirken, ilk akla gelenin yımık olmasını anlamak mümkün değildi. Üstelik en güzel ve en gösterişli olan, annemin deyişi ile Fahri beylerin evini…

Editör: TE Bilişim