Anlaşıldı, Koronanın peşimizi bırakması için biraz daha zaman var.

Resmi adı “Emek ve Dayanışma Günü” olan1 Mayıs İşçi Bayramı törenlerini korona nedeniyle bu yıl ancak sosyal medyadan izlemek zorunda kaldık.

Aslında bu çok özel günün halkın çoğunluğu için hâlâ gerçek bir bayram olamadığını bir kere daha görmüş olduk. Hatta bayramı bu yıla has sembolik olarak kutlamaya çalışanlarda da coşkudan ziyade bir görevi yerine getirmenin dinginliği vardı sanki. Tabiki bu arada Taksim meydanında DİSK üyelerine yapılan hoyrat saldırı bence anlamsızdı. Orada sembolik bir çelenkle anmaya izin verilmeliydi.

İzlerken düşünüyorum, neden geniş emekçi kesimler; işçisi, memuru, esnafı, çiftçisi.. Hasılı bütün üretenler 1 Mayıs ruhunu içine sindirememiş, yani içselleştirememiş?

Bence kutsallarımız arasında en başlarda olması gereken; emeğimiz, alın terimiz, ekmeğimiz, geleceğimiz, ailemizin dirliği gibi kavramların karşılığı olan değerleri içinde barındıran bu güzel günü daha bir bayram gibi birbirimize sarılarak kutlamamız gerekmiyor mu?

Nedir bu toplumda aynı kaderi paylaşan insanların sağ veya sol adına, aslında somut hiç bir karşılığı olmayan, hatta sadece egemen pozisyonu ele geçirmiş olan dar bir azınlığın çıkarları için birbirini hasım gibi görmesi?

Ben kendimi özgürlükçü solda tanımlayan biri olarak asıl davamızın bu ülke insanının daha iyi yaşamasını sağlamak olduğu idealiyle yaşamımı ve siyasi konumumu şekillendirdim. O nedenle dünyaya, emeğe, emekçiye, sermaye düzenine, hakka ve hukuka bakışımı belirleyen de hep bu prensip olmuştur.

SORUNLARIMIZ ORTAK

Öncelikle bireyler olarak kendimizi sağcı ya da solcu nasıl sayarsak sayalım, bilelim ki bizim derdimiz sıkıntımız aynı.

Yani iş, aş, yaşam üçlüsü. Yani en temel varoluşsal haklarımız ve taleplerimiz. Elbette bu kadarla kalmıyor. Eğitim, sağlık, barınma, inanç, düşünce ve ifade, çoğunluktan farklı olma hakkı ve benzerleri de, birlikte oluşturduğumuz bu devletin hiç bir ayrım yapmadan tüm yurttaşlara sağlaması gereken haklardır.

Tüm bu haklardan istisnasız her kesimin tam ve adil bir şekilde yararlanabilmesi için güçlü bir sosyal devlete ihtiyaç vardır. Güçlü sosyal devlet ise ancak güçlü bir ekonomiyle desteklenirse ayakta kalabilir. Bunun da yolu dünya ekonomisini on yıllardır avucunda tutarak ülkeleri ve halkları acımasız bir iştahla sömüren finans kapital denen azgın sistemin güdümünden sıyrılmaktan geçiyor.

YENİDEN MİLLİ EKONOMİ

Bu noktada ideolojik argümanların sadece ayrıştırıcı olduğuna inanıyorum. O nedenle gerçekten mücadele gerektiren bu süreçten başarıyla çıkabilmek için sağ-sol ayrımını bir yana bırakıp; toplumu germeyen, ayrıştırmayan, din ve vicdan hürriyeti ile düşünce özgürlüğünü vazgeçilmez gören yani gerçek anlamda laikliği uygulayan, demokrasi ve hukukun üstünlüğüne saygılı, kuvvetler ayrılığını kabul eden, parlamento denetimi içinde kalan bir yönetime ihtiyaç vardır.

Ekonominin yeniden millî ve kendine yeterli hale gelerek iktisadi bağımsızlığımızı kazanmamızın formülü ise zaten elimizde hazır.

Bu hazır formülün büyük Atatürk’ün manevi rehberliğini öne çıkararak devletin yatırımlara katıldığı karma ekonomik modele dönmek olduğunu düşünüyorum.

Gazi’nin “İstikbalini kaybetmenin en iyi yolu, sahip olmadığı parayı sarf etmektir” sözü yol haritamızın ne olması gerektiğini göstermektedir.

Yeniden başa, 1 Mayıs Emek bayramına dönersek; emeğin bu en anlamlı gününün, layık olduğu şekilde toplumun tüm emek veren kesimlerinin kucaklaştığı bir bayram olarak yaşayacağımız günler olması dileğiyle, nice mutlu bayramlara diyorum.

Bir Küçük Hatırlatma

Bu noktada kendini sağda konumlayan arkadaşlara da birkaç sözüm var. Her şeyden önce bu ülke ve bu ülkenin değerleri, vatan, millet, inanç, vb her türlü değer ve kutsal hepimize aittir. Bunu kesinlikle böyle bilin.

Sırf kendi adamımız, kendi partimiz diye hatalı uygulamalara şuursuzca destek olmayın. Çünkü yanlışların faturasını hep beraber ödüyoruz.

Bunun yanında düşünce ve ifade özgürlüğü de en az inanç özgürlüğü kadar insan olarak herkesin en doğal hakkıdır. Bunları da özellikle savunmalısınız. Bu konu başlı başına ele alınıp tartışılmaya değer bir konudur.

Başka bir yazıda, başka bir konuda görüşmek umuduyla.