Çaycuma Belediyesi tarafından yapılan ve temeli atılan projelerin açılış ve temel atma töreni için Çaycuma’ya gelen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na Eğitim Sen Çaycuma Temsilciliği tarafından “ ve Türkiye’de Eğitimin ve Eğitim Emekçilerinin Sorunları” başlıklı bir dosya iletildi.

Kılıçdaroğlu, 20 Nisan 2016 tarihinde Çaycuma Belediyesinin davetlisi olarak toplu açılış ve temel atma töreni için Çaycuma’ya geldiğinde de eğitim alanında yaşanan sorunlarla ilgili Eğitim Sen tarafından dosya verilmişti.

Sekiz sayfadan oluşan dosyada Çaycuma’nın eğitimin sorunları; İhraç edilmesinin üzerinden 5 yıl 4 ay geçmiş olmasına rağmen göreve başlatılmayan Eğitim Sen üyesi İsmet Akyol’la ilgili bilgi ve belgeler; Türkiye’de eğitimin ve eğitim emekçilerinin sorunları; Eğitim alanındaki sendika ve meslek örgütlerinin bütün eleştiri ve itirazlarına rağmen TBMM’’de AKP ve MHP oylarıyla kabul edilen Öğretmenlik Meslek Kanunu; Eğitimde ticarileştirme ve dinselleştirme politikaları; Genel idari hizmetler, teknik personel, yardımcı hizmetliler, usta öğreticiler ve okullarda görev yapan İŞKUR TYP personelinin sorunları ve Talepleri karşılamayan 3600 Ek Gösterge değişikliği ayrıntılı bir şekilde yer aldı.

Eğitim Sen Çaycuma Temsilciliği tarafından CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na iletilen şu şekilde:

ÇAYCUMA’DA EĞİTİMİN SORUNLARI

Çaycuma Pehlivanlar Mahallesi sınırları içinde bulunan Atatürk İlkokulunda sınıf mevcutları 30'un üzerindedir. Kimi sınıflarda ise sınıf mevcutları 40'a yakındır. Küçük yaştaki öğrencilerin bir kısmı çok uzak mesafelerden Atatürk İlkokuluna gitmektedir. Milli Eğitim tarafından Pehlivanlar Mahallesi’nde bir ilkokul yapılması projesi yıllardır vardır ama ilkokul binası bir türlü yapılmamaktadır. Nüfusu her geçen gün artan Pehivanlar Mahallesi’ne ilkokul yapımına bir an önce başlanması gerekmektedir. Yine Pehlivanlar Mahallesi’nde ortaokul çağındaki öğrencilerin önemli bir kısmı evlerine oldukça uzak olan Çay Mahallesinde bulunan Mimar Sinan Ortaokuluna gitmektedir. Pehlivanlar Mahallesinde yeni bir ortaokul binasına da ihtiyaç vardır.

Liseye Geçiş Sınavı sonrasında (LGS) sınav puanıyla yerleşemeyen öğrenciler özellikle Anadolu Liselerini tercih etmektedir. Çaycuma ilçe merkezinde derslik sayısı fazla olan yeni bir Anadolu Lisesine ihtiyaç vardır.

Pehlivanlar Mahallesi’nde bulunan Mehmet Akif Ersoy Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi öğrencileri prefabrik binada eğitim öğretime devam etmektedir. Sağlıklı ve daha kullanışlı yeni bir binaya ihtiyaç vardır.

Çaycuma Ticaret ve Sanayi Odası Fen Lisesi öğrencileri için yeni bir yurt binasına ihtiyaç vardır.

4-6 yaş Kur’an kursları (sıbyan mektepleri) Çaycuma’da çok sayıda ana sınıfının kapanmasına, öğrenci sayılarının azalmasına, okul öncesi öğretmenlerinin norm fazla olmasına neden olmuştur. Sendikamız, Çaycuma’da okul öncesi eğitimin önemini anlatan broşür çıkarmış, billboardlara afişler asmış, okul öncesi eğitimin parasız, zorunlu olmasına yönelik imza kampanyaları düzenlemiştir. Okul öncesi eğitimin zorunlu olmasına yönelik kampanyaya okul öncesi öğretmenlerimizin tamamı ve Çaycuma halkı büyük destek vermiştir. Söz konusu kurslar CHP milletvekilleri tarafından TBMM gündemine taşınmıştır. Okul öncesi yaş gurubundaki çocukların tamamen denetimsiz, fiziki şartları uygun olmayan binalarda, öğretmenlik vasfı olmayan kişilerce eğitim bilimi ve pedagojisine aykırı bir şekilde eğitim alması doğru değildir. Verilen yanlış eğitim nedeniyle bu tür yerlere giden çocukların psikolojilerinin bozulduğuna dair olumsuzluklar ne yazık ki görülmeye başlamıştır. Okul öncesi yaş grubundaki çocuklarımızın alanında yetişmiş uzman öğretmenler tarafından okul öncesi eğitim kurumlarında nitelikli ve sağlıklı şartlarda bir eğitim alması için daha çok çaba gösterilmesi ve kalıcı çözüm için okul öncesi eğitimin parasız ve zorunlu olması gerekmektedir.

Yargı kararlarına rağmen çeşitli dini vakıf ve dernekler arasında imzalanan protokoller aracılığıyla okullar, dini vakıf ve derneklerin temel faaliyet alanları haline getirilmekte, ortak toplantılar yapılmaktadır. Gerginliklere yol açan uygulamalardan vazgeçilmelidir. Hangi gerekçeyle olursa olsun eğitim alanının dini vakıf ve derneklerin temel faaliyet alanı haline getirilmesi uygulamalarına derhal son verilmelidir.

Türkiye genelinde olduğu gibi Çaycuma’da da okullarımızın büyük bir kısmında hizmetli ihtiyacı bulunmaktadır. Hizmetli ihtiyacı geçici personel alımıyla giderilmektedir ve bu durum aksamalara neden olmaktadır. Gerçek ve kalıcı çözüm kadrolu hizmetli alımıyla sağlanacağı için her okula yeteri kadar kadrolu hizmetli ataması yapılması gerekmektedir.

ÜYEMİZ İSMET AKYOL, İHRAÇ EDİLMESİNİN ÜZERİNDEN 5 YIL 4 AY GEÇMİŞ OLMASINA RAĞMEN GÖREVE BAŞLATILMAMIŞTIR

Üyemiz İsmet Akyol, 1996 tarihinde Çaycuma’da öğretmenliğe başlamış, 2004 yılından 2020 yılına kadar ise Eğitim Sen’de (önce Çaycuma İlçe Temsilciliği sonra Zonguldak Şube Sekreterliği) yönetici olarak görev yapmıştır.

Eğitim Sen Zonguldak Şube Sekreteri olarak görev yaparken hiçbir soruşturma ve kanıt olmaksızın 7 Şubat 2017 tarihli 686 sayılı KHK ile ihraç edilen üyemiz İsmet Akyol’un başvurusu ihraç edilmesinin üzerinden 5 yıl 4 ay geçmiş olmasına rağmen OHAL Komisyonu tarafından sonuçlandırılmamıştır. Aynı KHK ile ihraç edilen Eğitim Sen Çaycuma Temsilcimiz Gökhan Taner Günsan OHAL Komisyonu kararıyla göreve iade edilmiştir.

Arkadaşlarımızın Eğitim Sen yöneticisi olarak yürütmüş olduğu sendikal eylem ve etkinlikler, laik ve bilimsel eğitimi kararlılıkla savunuyor olmaları, FETÖ başta olmak üzere birtakım cemaat ve tarikatların okullar üzerinden etkinlikler yapmasına itiraz etmiş olmaları ve özellikle de Çaycuma'da okul öncesi eğitimin zorunlu olmasına yönelik yürütülen çalışmalar birtakım çevreleri yıllardır rahatsız ediyordu.

Sendika yöneticilerimizin ihraç edilmesi başta Çaycuma olmak üzere Zonguldak ve Türkiye genelinde büyük bir tepkiyle karşılanmıştır. Günlerce eylem ve etkinlik yapılmış, arkadaşlarımızın göreve iade edilmesi için binlerce imza toplanmıştır. Toplumun her kesiminden, öğrenci velilerinden, öğretmenlerden, maarif müfettişlerinden, milli eğitim yöneticilerinden, milletvekillerinden, belediye başkanlarından, gazetecilerden, yazar ve şairlerden arkadaşlarımızın öğretmenliği ve sendikal çalışmalarına yönelik görüş ve değerlendirmeler basın yayın organlarında yer almış, “İhraç edilecek değil; ödüllendirilecek öğretmenler!” oldukları vurgulanarak göreve başlatılmaları talep edilmiştir. CHP Zonguldak Milletvekili Sayın Ünal Demirtaş ve Balıkesir Milletvekili Sayın Mehmet Tüm tarafından da TBMM'de soru önergeleri verilerek, ihraç edilme ve göreve iade edilmeme gerekçeleri sorulmuştur.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Sayın Gülizar Biçer Karaca, 23 Aralık 2020 tarihinde OHAL İşlemleri İncelemeleri Komisyonu Başkanıyla bir görüşme yapmıştı. Komisyon Başkanı bu görüşmede OHAL KHK’leri ile görevinden ihraç edilen ve halen dosyaları üzerinde incelemeleri devam eden kişilerle ilgili şu ifadeleri kullanmıştı: “Haklarında hiçbir delil bulunmazsa kurum görüşü istenecek ve o görüş esas kabul edilerek iade edilip edilmeyeceklerine kararı verilecek.”

OHAL Komisyonu Başkanının bu ifadeleri üzerine Eğitim Sen tarafından 2021 yılı Ocak ayında Çaycuma İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ve Zonguldak Milli Eğitim Müdürlüğü ziyaret edilmiştir. 15 Temmuz darbe girişimin hemen ardından Zonguldak’ta açığa alınan (sonraki süreçte göreve iade edilen) iki Eğitim Sen üyesiyle ilgili İsmet Akyol, Eğitim Sen yöneticisi olarak yaptığı basın açıklaması nedeniyle Çaycuma İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünce savcılığa ihbar edilmiştir. İhbarın ardından takipsizlik kararı ile sonuçlanan savcılık kararı ve soruşturma süreci boyunca Çaycuma Emniyet Müdürlüğü ile Zonguldak Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi tutanakları, MASAK raporu ve başka kurumlarla yapılan yazışmalar ile bir takım belge ve yazıları içeren ayrıntılı bir dosya Eğitim Sen tarafından Çaycuma ve Zonguldak Milli Eğitim Müdürlüğüne sunulmuştur.

Diğer taraftan 375 sayılı KHK'nin geçici 35.maddesi kapsamında kamuda ihraçlar devam etmektedir. Haklarında memuriyeti engelleyen kesinleşmiş herhangi bir yargı kararı bulunmayan tüm kamu emekçilerinin bir an önce göreve iade edilmesini gündeminize almanızı ve bu doğrultuda OHAL Komisyonunu ziyaret etmenizi talep ediyoruz.

EĞİTİMİN VE EĞİTİM EMEKÇİLERİNİN SORUNLARI

Türkiye’nin eğitim sistemi, yıllardır benimsenen piyasa merkezli, rekabetçi ve sınav merkezli eğitim politikaları sonucunda tam bir sorun yumağı haline gelmiştir. Türkiye’de okul öncesi eğitimden üniversiteye kadar eğitimin bütün kademeleri, en temel işlevlerini yerine getiremez durumdadır. Bu durum kaçınılmaz olarak eğitimin niteliğini olumsuz etkilemektedir.

Siyasi iktidarın geçtiğimiz 20 yıl içinde özellikle eğitim alanında, büyük ölçüde kendi siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda yaptığı değişiklikler, başta öğrencilerimiz, öğretmenler, eğitim emekçileri ve veliler olmak üzere, toplumun geniş kesimlerini her zamankinden daha çok etkilemiştir. Bir taraftan eğitim sisteminin hem içerik, hem de biçimsel olarak dini kural ve referanslara göre düzenlenmesi hedeflenirken, diğer taraftan eğitimde yaşanan ticarileşme ve öğrencileri özel okullara yönlendirme uygulamalarının hiç olmadığı kadar belirginleştiği bir dönem yaşanmaktadır.

Eğitimde yaşanan ve yapısal hale gelen sorunların üzeri her fırsatta örtülmeye çalışılsa da, eğitim sorunu halkın en temel gündemini oluşturmayı sürdürmektedir. Çocuklarımız eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanmamakta, çocuk işçiliği sorunu büyümekte, okullarda, yurtlarda, kurslarda çocuklara yönelik cinsel istismar ve şiddet vakaları artmaktadır. Eğitimde ve toplumsal yaşamda yaşanan çocuk istismarının üzerini örtme çabalarına rağmen, cinsel istismar ve cinsel saldırıların azalmak bir yana arttığı görülmüş, kadına ve çocuğa yönelik çok sayıda taciz ve tecavüz olayları sürekli gündem olmayı sürdürmektedir. Yoksul, emekçi ailelerin çocukları başta olmak üzere, kız çocukları, kırsal kesimde yaşayan çocuklar; eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanamamakta, önemli bir bölümü, devlet eliyle doğrudan dini vakıf ve derneklerin kucağına itilmektedir.

ÖĞRETMENLİK MESLEK KANUNU

Öğretmenlik Meslek Kanunu (ÖMK), sendikamız başta olmak üzere, eğitim alanındaki sendika ve meslek örgütlerinin bütün eleştiri ve itirazlarına rağmen 3 Şubat 2022 tarihinde TBMM’de kabul edilmiştir. Öğretmenlik Meslek Kanunu’na ilişkin olarak “Aday Öğretmenlik ve Öğretmenlik Kariyer Basamakları Yönetmeliği” yayınlanmıştır.

Ülkemizde bulunan bütün meslek kanunları, kamu özel ayrımı yapmaksızın ilgili mesleğe ilişkin ayrıntılı düzenlemeler içerirken, Öğretmenlik Meslek Kanunu sadece kamuda çalışan öğretmenlere yönelik olarak ve dar bir çerçevede düzenlenmiştir. Özel sektörde çalışan öğretmenlere yazılı sınava katılma hakkı tanınması bu eksikliği gidermediği gibi, ÖMK ve yönetmelik içerik olarak son derece sığ ve yetersizdir.

Eğitim emekçilerinin temel haklarını, ekonomik talepler ve iş güvencesi başta olmak üzere sosyal, demokratik, mesleki ve özlük haklarını güvenceye almayan bir düzenleme ile karşı karşıyayız. Eğitim emekçilerini kariyer basamakları üzerinden ayrıştırarak bölen ve ‘eşit işe eşit ücret’ ilkesine aykırı bir içerikte hazırlanan ÖMK ve yönetmelik düzenlemesinin eğitim emekçilerinin yaşadığı sorunları çözmek bir yana daha da karmaşık hale getirdiği açıktır.

Eğitim sisteminin en önemli unsurlarından birisi olan öğretmenlik mesleği gibi önemli bir konu, birkaç kanun maddesi ve onun paralelinde hazırlanan yönetmelik üzerinden kariyer basamakları ve sembolik maaş artışına indirgenerek ele alınmıştır. Aynı işi yapan öğretmenler arasında halen var olan kadrolu, sözleşmeli, ücretli öğretmen ayrımlarına ‘uzman öğretmen’ ve ‘başöğretmen’ gibi yeni statülerin eklenmesi doğru değildir. Öğretmenlerin kariyer basamaklarına göre ücret ve sosyal haklar bakımından farklılaştırılması, Anayasa’nın 55’inci maddesinde belirtilen ücrette adaletin sağlanması ilkesine aykırıdır.

Gerçek bir meslek kanunu biçim ve içerik açısından eğitim emekçilerinin temel haklarını, ekonomik talepler ve iş güvencesi başta olmak üzere sosyal, demokratik, mesleki ve özlük haklarını güvenceye almak durumundadır. Kanunda da, yönetmelikte de haklarımızı güvenceye alacak bir düzenleme yer almamıştır.

Adaylık sınavının kaldırılması ve sınavın işlevinin MEB bünyesinde kurulacak bir değerlendirme komisyonuna devredilmesi, öğretmenlerin adaylığının kaldırılmasında şaibeli ve adaletsiz uygulamaları kaçınılmaz olarak gündeme getirecek, öğretmen atamalarında olduğu gibi, bu konuda da ayrımcı ve haksız uygulamaların önünü açacaktır. Öğretmenlerin kariyer basamağına başvurusunu kademe ilerleme cezası almamış olmaya bağlayan, siyasal iktidara her koşulda biat eden, eleştirmeyen, sorgulamayan, adaylık sürecinden itibaren iktidara yakın sendikalara üye olmaya yönlendirilen bir düzenlemenin eğitim sistemini ileriye taşıması mümkün değildir.

Gerçek bir meslek kanunu olmaktan çok uzak olan ‘Öğretmenlik Meslek Kanunu’ düzenlemesini Anayasa Mahkemesi CHP’nin başvurusu üzerine ‘esastan görüşmek’ üzere gündemine almış durumdadır. Benzer bir şekilde ‘Aday Öğretmenlik ve Öğretmenlik Kariyer Basamakları Yönetmeliği’nin de ilgili yasalara ve Anayasa’ya aykırı düzenlemeler içermesine rağmen Milli Eğitim Bakanlığı’nın sınav takvimini ve işleyişin nasıl olacağını anlaşılmaz bir aceleyle açıklamış olması dikkat çekicidir. Sendikamız yönetmeliğin iptali ve yürütmesinin durdurulması için Danıştay’a başvurmuştur.

Yapılması gereken ÖMK’de yer alan ekonomik iyileştirmelerin bütün eğitim ve bilim emekçilerine ayrımsız ve eşit bir şekilde sağlanması, öğretmenleri ayrıştıran ve ‘eşit işe eşit ücret’ ilkesiyle çelişen her türlü uygulamaya derhal son verilmesidir.

EĞİTİMDE TİCARİLEŞTİRME VE DİNSELLEŞTİRME POLİTİKALARI

Toplumsal yaşamın bütün alanlarında olduğu gibi, eğitim alanı da kamusal ve toplumsal işlevlerinden ayrıştırılarak, ‘serbest piyasa mekanizmasına göre ‘rekabetçi’ bir mantıkla biçimlendirilen büyük bir ‘ekonomik sektöre’ dönüştürülmüştür. Eğitimde yaşanan çok yönlü ticarileşme ve eğitim hizmetlerinin adım adım özelleştirilmesi anlamına gelen çok sayıda uygulama, son yıllarda belirgin bir şekilde artmıştır.

Türkiye’de eğitim kurumlarının büyük bölümünün mülkiyeti hala devlete ait olmasına rağmen, eğitim kurumlarında verilen hizmetlerin önemli bir bölümü geçtiğimiz yıllar içinde ticarileştirilmiştir. Eğitimde yaşanan ticarileştirme ve özelleştirme uygulamaları, kimi zaman açık, ama çoğunlukla gizli olarak yapılmıştır. Bir taraftan eğitimin büyük bir bölümü zamanla birer ‘ticari işletme’ haline getirilen devlet okullarında sürdürülürken, diğer yandan eğitimin kamusal finansmanının tasfiye edilmesi yoluyla yoksul halkın eğitim finansmanı içindeki payı sürekli artmıştır.

Piyasacı eğitim sistemi, yaşamın her düzeyinde rekabeti, hizmetin bedelini ödemeyi, öğrenci ve velilerin ‘müşteri’ haline getirilmesini hedeflemektedir. Bu durum toplumsal eşitsizliği ve toplumdaki sınıf farklılıklarını daha da derinleştirmekte, aynı okul içinde sınıflar, aynı bölgede okullar, farklı bölgeler, birbirleriyle rekabet içine sokularak eğitim hizmetleri rekabetçi piyasa kurallarına göre düzenlenmektedir.

Geçtiğimiz yıllar içinde kamusal eğitim adım adım zayıflatılmış, kamu kaynakları özel okullara aktararak özel öğretimin büyük ölçüde devlet desteği ile güçlendirilmesi politikası izlenmiştir. MEB’in her yıl açıkladığı örgün eğitim istatistikleri, devlete ait ilkokul ve ortaokul sayısının azaldığını, özel ilkokul, ortaokul ve lise sayısının ve bu okullara yönlendirilen öğrenci sayısının dikkat çekici bir şekilde artmaya başladığını göstermektedir.

Velilerin çocuklarını özel okullara yöneltmesinde devlet okullarının 4+4+4 nedeniyle yaşadığı tahribatın, özellikle devlet okullarında yaygınlaşan yoğun dinselleşme pratiklerinin belirleyici olduğunu belirtmek gerekir. Zorunlu-seçmeli din dersleri, aşırı kalabalık sınıflar, öğretmen yetersizliği, fiziki koşullar gibi pek çok neden birçok velinin özel okullara yönelmesini beraberinde getirmiştir.

Türkiye’de geçtiğimiz yıllar içinde adım adım hayata geçirilen eğitimi hem içerik, hem de biçimsel olarak dini kural ve referanslara göre biçimlendirme uygulamaları son yıllarda daha da somutlaşmıştır. Eğitim müfredatına bilim dışı müdahaleler, felsefe-bilim derslerinin azaltılması, okulda mescit uygulaması, zihinsel engelli çocuklara zorunlu din dersi getirilmesi, okul öncesi ve ilkokul öğrencilerinin camilere götürülmesi, din eğitiminin fiilen okul öncesine hatta kreşlere kadar indirilmesi vb gibi uygulamalar geçtiğimiz yıllarda eğitimin dinselleştirilmesi açısından öne çıkan uygulamalar olarak dikkat çekmektedir. Birkaç yıldır karma eğitimin açık açık hedef haline getirilmesi ve imam hatiplerden başlayarak sınıfların cinsiyete göre ayrılması uygulamaları sorunun boyutlarının çok daha büyük olduğunu göstermektedir.

Türkiye’nin eğitim sistemi en temel bilimsel ilkelerden ve laik eğitim anlayışından hızla uzaklaşırken, okullarda dinselleşme hızla artarak kaygı verici boyuta ulaşmıştır. MEB’in geçmişte eğitimin dinselleştirilmesi hedefiyle Diyanet İşleri Başkanlığı başta olmak üzere, çeşitli dini vakıf ve derneklerle ortak yürüttüğü projeler ve imzalanan ‘işbirliği’ protokolleri, okulları çeşitli cemaat, tarikat ve dini grupların etkinlik ve faaliyet alanı haline getirmiştir.

MEB’in merkezi olarak Diyanet İşleri Başkanlığı, yerellerde ise İl müftülükleri başta olmak üzere, büyük çoğunluğu dini cemaatlerin uzantısı olan kimi vakıf ve derneklerle çeşitli konu başlıkları altında imzalanan işbirliği protokolleri, eğitim sisteminin büyük bir kuşatma ile karşı karşıya olduğunu göstermiştir.

MEB’in görevi eğitim kurumlarını çeşitli protokol ya da projeler üzerinden dini grupların faaliyet alanı haline getirmek değil, çocuk ve gençleri insanlığın ortak evrensel değerleri doğrultusunda yetiştirmek, temel insan hakları ve çocukların yararını gözetecek, çocuk ve gençlerin kendini gerçekleştirebilmesi için mevcut bilgi birikimine ulaşmasına ve eleştirel düşünce becerisini kazanabilmesine olanak sağlayacak somut adımlar atmak olmalıdır.

Devlet eğitimi ve toplumsal yaşamı örgütlerken bunu dini kurumlara, dini kurallara, söylemlere ya da referanslara göre yapmamalı, özellikle eğitim sistemini dini kurallara göre değil, evrensel ve bilimsel gerçeklere, toplumsal ihtiyaçlara göre düzenlemelidir. Bu nedenle, MEB’in dini vakıf ve derneklerle yaptığı tüm işbirliği protokolleri ve projeleri derhal iptal edilmelidir.

GENEL İDARİ HİZMETLER, TEKNİK PERSONEL, YARDIMCI HİZMETLİLER, USTA ÖĞRETİCİLER VE OKULLARDA GÖREV YAPAN İŞKUR TYP PERSONELİNİN SORUNLARI

Genel idari hizmetler, teknik hizmetler, memur, şef, yardımcı hizmetler sınıfında ve İŞKUR’un Toplum Yararına Program (TYP) bünyesinde çalışan eğitim emekçileri yıllardır en temel ekonomik, sosyal ve özlük haklardan yoksun olarak çalışmaktadır. Bugüne kadar eğitim hizmetlerinin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi için büyük bir özveri ile çalışan eğitim emekçilerinin sorunları bugüne kadar yeterince tartışılmadığı gibi, talepleri de muhatapları tarafından dikkate alınmamıştır.

Eğitim Sen, eğitim öğretim iş kolunda çalışan, hangi görev ya da statüde olursa olsun, tüm eğitim ve bilim emekçilerinin hak kazanma ve mücadele örgütüdür. Eğitimin ve bilimsel üretimin gerçekleşmesinde öğretmeninden yardımcı hizmetlisine, genel idari hizmetlerden teknik hizmetlere kadar bütün emekçilerin kolektif emeği olduğu, eğitim hizmetlerinin yürütülmesinde harcanan her emeğin, yapılan her işin önemli ve değerli olduğu açıktır. Bugün genel idari hizmetler, teknik hizmetler, yardımcı hizmetler sınıfındaki eğitim emekçileri, emeklerinin karşılık bulmasını ve sorunlarına çözüm üretilmesini beklemektedir. Siyasi iktidar ise çalışma yaşamında esnek, kuralsız ve güvencesiz çalışmanın daha da yaygınlaşmasını hedeflemekte, eğitim emekçilerinin çalışma ve yaşam koşullarını daha da ağırlaştıracak adımlar atmaktadır.

Yardımcı hizmetlilere normal görevlerinin dışında görevler verilmekte, hatta yardımcı hizmetlilerden yöneticilerin özel işlerini yapmaları istenmektedir. Bunun karşılığında ücret, yevmiye, yolluk, yiyecek ve giyecek yardımı yapılmamakta ve fazla mesai ücreti ödenmemektedir. MEB’e bağlı okullarda 6-8 aylık sürede geçici olarak istihdam edilen ve İŞKUR aracılığıyla Toplum Yararına Çalışma Projesi kapsamında işe alınanlar, okul aile birliklerince ücret verilip çalıştırılanlar, günlük yevmiye ile geçici çalışanlar en temel haklarından mahrum bir şekilde çalıştırılmaktadır. Eğitim hizmetlerinin yürütülmesinde büyük emekleri olan, ancak diğer emekçilerle eşit haklara sahip olmayan bu arkadaşlarımız, kendilerine yüklenen her türlü angaryayı, tartışmasız yerine getirmek zorunda bırakılmaktadır.

20 yılı aşkın bir süredir turizm liseleri ve uygulama otellerinde çalışan usta öğreticilerin bir iş tanımı olmadığı için idarecilerin keyfi uygulamaları sonucunda amacı dışında çalıştırılmakta, asıl görevi olan mesleki alanda öğrenci yetiştirme dışında her işi yapmaktadırlar. Usta öğreticiler kıdem tazminatı, yıllık izin, resmi tatil ve bayram izinleri, fazla mesai ücreti, gece çalışma ücreti, parça başı ücreti, döner sermaye payı haklarını alamamaktadır. 20 yıllık çalışanların bile 10 gün yıllık izin kullanamaması, maaş promosyonlarından faydalanamaması, hastalık raporlarında ücret kesintisi yapılması kabul edilemez bir durumdur. Usta öğreticiler yoğun çalışmalarına rağmen kendilerine 40 ek ders saati karşılığında ücret ödenmekte, dolayısıyla asgari ücretin ve açlık sınırının çok altında ücretle çalışmaktadırlar.

Ülkenin önemli gelir kaynaklarından turizm sektörünün ayakta durmasında büyük emeği olan usta öğreticilerin yürüttükleri mücadele sonucunda sendikalaşma hakkını kazanmış olmaları önemlidir ancak yeterli değildir. Aynı zamanda birer eğitim çalışanı olan usta öğreticilerin tam olarak belli olmayan statülerinin 657 sayılı devlet memurluğu kanuna göre tekrar düzenlenmesi ve kadroya alınmaları gerekmektedir.

2021-2022 eğitim öğretim yılında 81 ildeki okullara TYP çerçevesinde 42 bin personel geçici olarak görevlendirilmiştir. Bu yıl TYP çerçevesinde atanan personel sayısının yetersiz olması nedeniyle yüzlerce okulda personel sıkıntısı yaşanmıştır. Eğitim öğretim yılı itibariyle her yıl 9 aylığına geçici olarak istihdam edilen ve asgari ücret verilen TYP personelinin görev sürelerinin dolmasıyla birlikte ciddi mağduriyetler ortaya çıkmaktadır. TYP bünyesinde çalıştırılan işçiler, en fazla 9 ay çalışabildikleri için yıllık izin, kıdem tazminatı gibi haklardan faydalanamamaktadır. 9 ayın sonunda aynı işçi üç ay ara vererek aynı işyerinde tekrar çalıştırılabilmekte ancak işte devamlık sürerken bazı yasal hakların oluşması bizzat devlet eliyle engellenmektedir.

Genel olarak bakıldığında eğitim hizmet kolunda çalışan 1 milyonu aşkın emekçinin sorunları özü itibarıyla bezer sorunlar olmakla birlikte, özellikle geçici ve güvencesiz istihdam edilen eğitim emekçilerinin yaşadıkları sorunlar ve mağduriyetler yeterince gündem olmamaktadır.

Yıllardır emekleri görmezden gelinen genel idari hizmetler, teknik hizmetler, yardımcı hizmetler, TYP bünyesinde ve 4-B statüsünde çalışan tüm eğitim emekçilerinin talepleri karşılanmalı, sorunlarına kalıcı çözümler üretilmelidir.

3600 EK GÖSTERGE DEĞİŞİKLİĞİ KONUSU BELİRSİZLİĞİNİ KORUMAKTA VE VERİLEN SÖZLERİN ÇOK UZAĞINDADIR

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı’nın “devrim” diye sunduğu 3600 ek gösterge değişikliği konusu belirsizliğini korumakta ve verilen sözlerin çok uzağındadır.

Konfederasyonumuz KESK (Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu) 3600 ek gösterge konusunun adaletli ve dengeli çözümü ile özel hizmet tazminat oranları ve emekli aylığı güncelleme katsayısının artırılması talebinin karşılanmasını istemektedir. KESK’in konuyla ilgili görüş ve talepleri 15. 03. 2022 tarihinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına iletmiştir.

Bu talepler özet olarak;

1.) Ön lisans ve lisans mezunlarının ek göstergesinin 3600’den başlayarak düzenlenmesi, tabip, diş tabibi bakımından ise bu oranların yukarıya doğru 7600 ek göstergeye ulaşacak şekilde yükseltilmesi,

2.) Lise ve altı mezun olanlar bakımından ise ön lisans ve lisans mezunlarına yapılacak oransal artış dikkate alınarak, yardımcı hizmetler sınıfına tabi hizmetliler de dâhil edilerek, ek gösterge tablosunun yeniden düzenlenmesi ve bu şekilde 1400 puan artışın bu gruptakilerine de yansıtılması,

3.) Ek gösterge tablosunda yapılacak düzenlemenin 5434 sayılı kanuna tabi kamu görevlilerinin emekliliğine adaletli bir şekilde yansıyabilmesi için 5434 sayılı kanunun ek 70. Maddesinde düzenlenen özel hizmet aylığı oranlarının aşağıdaki gibi yükseltilmesi;

Buna göre:

Ek göstergesi 2200’den daha az olan ve ek göstergesi olmayan kamu görevlileri için mevcut %55’in %100’e yükseltilmesi,

Ek göstergesi 2200 (dâhil) – 3600 (hariç) arasında olan kamu görevlileri için mevcut %85’in %130’a yükseltilmesi,

Ek göstergesi 3600 (dâhil) – 4800 (hariç) arasında olan kamu görevlileri için mevcut %145’in %160’a yükseltilmesi,

Ek göstergesi 4800 (dâhil) – 6400 (hariç) arasında olan kamu görevlileri için mevcut %165’in %180’e yükseltilmesi,

Ek göstergesi 6400 (dâhil) – 7600 (hariç) arasında olan kamu görevlileri için mevcut %195’in %200’e yükseltilmesi,

Ek göstergesi 7600 üzeri olan kamu görevlilerinin ek göstergesinin aynen korunması,

1 Ekim 2008 tarihinden sonra kamu görevine başlayan kamu grevlileri de dâhil olmak üzere emekli aylıklarının insan onuruna yakışır bir düzeye çıkarılması için: Yaşlılık aylığına esas aylığın hesaplanmasında kullanılan güncelleme katsayısının, 4447 sayılı Kanunda tanımlanan ilk halinde olduğu gibi TÜFE ile gelişme hızının çarpımı olması, yaşlılık aylığı bağlama oranlarının her tam yıl için iki puan yerine üç puan olarak değiştirilmesi, Şeklinde olmuştur.

Aileleriyle birlikte 20 milyonu bulan kamu emekçileri ve emeklilerine insanca yaşayacak bir maaşın sağlanması seçime endeksli yürütülmemelidir. Meclis’e sevk edilmesi öncesinde ve Meclis’te komisyonlar aşamasında tüm konfederasyonların katılımının sağlandığı toplantılarla taslağa son hali verilmeli, en geniş mutabakatın sağlanması esas alınmalıdır.

Editör: TE Bilişim