“Okuyacağınız bu hikâyeyi, bu fotoğrafı çektiğim zaman yazmıştım. Bana hissettirdikleri üzerine küçük bir denemeydi. TTK sahasında terk edilmiş bir alanda çekmiştim.”

Yalnız, düş büyüsü, geçmişe olan özlem içinde çalışmanın şefkatiyle geçerken ömür, her sabah uyandığında, işe başlarken, öğlen yemek arasında, akşam paydosta çalan o ses, hoş bir melodi gibiydi oysaki.

Zaman geçti, son çeyreğiydi hayatın. Son kez çıkardı sesini. Geriye o nahoş sesten yankı kalmıştı sadece kulaklarda ve de yaşananlar. Kalan duygulardı artık. Yaşananlar ve son çeyrekte yaşanacak olanlar var önümüzde, bizi bekleyen gelecekte.

Artık zaman tüneline girmeye çalışan insanlar gibiyiz. Her bir hatıranın ardına bir gülümseyiş, bir anı ekler tozunu alır, kaldırırız rafa, yıllar sonra yeniden bakmak için... Unutursak eğer bakmayı ve çalarsa zil bizim için beklenmedik bir anda, o zaman arkamızdan geleceklerin bakmasını isteriz her hatıramıza. Çünkü biz onları çok da belirli yerlere koyarız yaşam sandıklarımızda.

Şimdi gidiyorsun ya, işte veda ediyorsun hatıralara son çeyreğinde hayatının. Belki de bir yataktasın uzanmış boylu boyunca yatıyor, anılarını düşünüyorsundur; kim bilir? Belki de acılar içindesin tebessümlerden uzak. Geçmişi düşündükçe anlarını, hatıralarını daha da acılı geçiyor zaman belki de? Tüm tatlılıklarına ve güzelliklerine rağmen yaşananlar var artık bedenimizde.

Belki de yatağının başucundaki komedinde duran ilaçların kadar sıkıntılı tebessümün olmadı hiç. Ne kadar yakıştığını bilmeden sana bu hayatın. Bilemeden ölümün ne kadar uzakta olduğunu.

Artık son çeyreğindesin zamanın, ama ne fark eder? Dolu dolu yaşamışsın ya da yaşamamışsın kim bilir? Şimdi zaman doldu ve gidiyorsun geriye kalanlara siyah beyaz anılarını bırakıp kefende yok oluş hikayesine.