İkinci Dünya Savaşı'nda Sovyetler Birliği ile savaş halindeki Almanya, deniz yoluyla da savaşı desteklemek için Karadeniz'de bir donanma filosu kurmaya karar verdi. Tarafsız Türkiye'nin boğazları kapamasıyla Almanlar gemilerini Elbe ve Tuna nehirlerinde sallarla, otobanlarda ise kamyonlarla taşıyarak Romanya'ya getirdiler. Köstence limanında oluşturulan 30. Filoda birçok hücumbot, mayın tarama gemisi ve altı tane de denizaltı bulunuyordu.

Denizaltılar, Karadeniz'deki Sovyet Donanması'na karşı mücadele verdiler. Fakat karadaki savaş Almanların aleyhinde gelişti. Kızıl Ordu, Ağustos 1944'te Romanya'yı ele geçirdi ve Köstence limanındaki denizatlılardan üçünü batırdı. Limandan kaçmayı başaran diğer üç Alman denizatlısı, Sovyetlerin Bulgaristan'ı da işgal etmesiyle, Karadeniz'de kapana kısıldı. Alman denizatlılarının çaresiz kalan kaptanları Türk sahillerinde denizatlılarını batırmaya karar verdiler.

U-19, U-20 ve U-23 tipi üç denizaltının bulunduğu filo Karadeniz’in Türkiye karasularına girmeden birleşip kaçış planı hazırladılar. Plana göre Komutan Ohlenburg ve 20 erden oluşan U-23 tipi denizaltı Kocaeli açıklarında. Komutan Arendt ve 21 erden oluşan U-20 tipi denizaltı Bolu açıklarında ve son olarak Komutan Verpoorten ve 5 erden oluşan U-19 tipi denizaltı Zonguldak açıklarında batırılarak karaya çıkılacaktı.

Bundan sonraki planları bir şekilde Ege Denizi'ndeki adalara kaçıp oradan da Almanya'ya geri dönmekti. 10-11 Eylül 1944 geceleri üç denizaltı, mürettebatları tarafından Türkiye kıyılarında Akçakoca, Ereğli ve Zonguldak yakınlarında mürettebatı tarafından batırıldı. Fakat Alman denizciler Türkiye topraklarına ayak bastıktan birkaç gün sonra yakalandılar ve yaklaşık iki sene boyunca Beyşehir ile Isparta'da tutuldular.

ZONGULDAK’TA BATIRILAN U-19 DENİZALTISININ SON 48 SAATİ...

U-19 denizaltısının terütaze komutanı Hubert Verpoorten, denizaltılarını Akçakoca ve Karasu sahillerinde batırdıktan sonra sahile çıkan diğer grupları terk ederek, kendi denizaltısını “daha az kalabalık bir koya” götürmeye karar verir. U-19’un son 48 saatini komutanın seyir defterinden öğreniyoruz:

“10 Eylül 1944, Akçakoca ve Karasu kıyısında sahile çıkan U-20 ve U-23 kafilesinin teçhizatını götüren iki adamım gece saat 01.30 sularında U-19 denizaltısına geri döndüler. Denizaltıyı sabahın alaca karanlığında batırıp sahile çıkmak için çok az vaktimiz vardı. Yardımcım teğmen ile durumu inceledik. Denizaltıyı bir gece sonra batırmaya karar verdik. İki denizaltının mürettebatı aynı noktadan karaya çıktıkları için ben daha da doğuya gitmek niyetindeydim. Zonguldak’a yakın olduğumuzu biliyor ancak tam mesafeyi hesap edemiyordum. Çünkü tüm haritalar imha edilmişti ve yanımızda sadece hava durumunu gösterir harita vardı. Zonguldak’tan batıya giden bir tren yolu olduğunu biliyordum. Amacım beraberimdeki beş adamımla birlikte yük vagonuna kaçak binmek ve de Ege’ye ulaşmaktı. Köprüdeydim. Kıyıdan makinelerin gürültüsünün duyulmayacağı bir noktaya dek uzaklaştıktan sonra dizel E-motorunu çalıştırıp (bataryaları) doldurabilirdik. Niyetim dizel motorunu devreye sokarak kuzeye 12 deniz mili kadar gitmek ve daha sonra da doğu, kuzeydoğu yönünde yeniden kıyıya yanaşmaktı. Dizel ile 00’da yaklaşık 20 dakika seyrettikten sonra aniden karşımızda 2 bin metre uzaklıkta küçük bir yelkenli belirdi.

Ay ışığında iyice belli oluyordu. Bu yönde seyrettiği takdirde çarpışmamız kaçınılmazdı. Büyük bir kavis çizerek Batıya yöneldim, ta ki, yelkenli gözden kaybolana dek. Neyse kolay atlatmıştık. Doğru dürüst haritam olmadığından, tam yerimizi kestiremiyordum. Takriben Ereğli önlerindeydik. Makineleri çalıştırdım ve bilinmeyen bir yöne doğru yola çıktık. Şafak sökmek üzereydi. Karaya çıkacağımız noktaya yaklaştığım kanısındaydım. 60 derece gidince Zonguldak’a varabilecektik. Çarkçıbaşı ile dalış durumumuzu, yakıtı ve cephaneyi kontrol ettik. Bir çarkçıbaşı, bir dümenci, bir çavuş ve iki erle denizaltısına dalış yaptıran bir komutanın olduğunu sanmıyorum. Ama biz bunu yaptık. Zonguldak’ın kuzeyinden doğu sahillerine dek gittik. Adamlarıma gemiyi batıracağımızı ilk kez o zaman söyledim. Gün olaysız geçti. Saat 10.00 sularında Ereğli burnu ve kent gözükmüştü. Etrafı periskopla iyice gözden geçirdim. Ereğli önündeki nehir yatağında sarp kayalıklar vardı. Kıyıdan 10 deniz mili uzaklıkta tekrar 60 derece ve kıyıya paralel olarak seyretmeye başladım. Rüzgâr 5-6 şiddetinde esiyordu. Deniz dalgalıydı. 11.00 dolaylarında artık bataryalar tamamen dolmuştu. Sancak dolaylarında Zonguldak ve liman göründü.

12.00 sularında daldık ve 14.10’da Zonguldak’ın kuzey doğusundaki kıyılarda yeniden yüzeye çıktık. Hepimiz acıkmıştık. Öğle yemeğinde. Bir kutu konserve kuşkonmaz, bir kutu kırmızı pancar, kızarmış sosis ve ekmekle kamımızı iyice doyurduk.

İLK KEZ TÜRK BAYRAĞINI ZONGULDAK’TA GÖRDÜM…

Malum ya yanımıza kumanya alacaktık ama kıyıya çıkınca uzun bir süre yemek yemeyebilirdik. Tam hazırlıklarımızı tamamlamak üzereydik ki, yakınımızda kocaman bir yolcu gemisi belirdi. Doğu yönünde seyrediyordu. 3-400 metre üzerimizden geçti. Çocuklara ‘Bakın bu Türk bayrağı’ dedim ve vapurun hırçın rüzgârda dalgalanan bayrağını gösterdim. Ben de hayatımda ilk kez Türk bayrağı görüyordum. Sarp kayalık deniz şeridini geçtikten sonra bir kumsala gelmiştik. Kıyıya çok yakındık. O kadar ki, kumsalda oynayan çocukları seyredebiliyordum. Birazdan bir tren sesi duydum. Evet tren buradan geçiyordu. Barakayı andıran bir İstasyon binasının önünde durdu. Karaya çıkmak için elverişli dedim. 17.30 sularında kuzeye doğru yöneldik. Gecenin karanlığında, daha önce yanaştığımız kumsalın hemen yakınında karaya çıkmak için tespit ettiğimiz küçük taşlık kıyının önündeydik. Filyos yönünden gelen yolcu treninin ışığı bir anda ortalığı aydınlatmıştı. Tren, tünellere girip çıktıkça biz de etrafı daha iyi kolaçan edebiliyorduk. 30 metre genişliğinde 15 metre derinliğinde bir kıyı şeridiydi bu. 4 adamım nevale ve teçhizatlarımızı kıyıya götürdü, ikinci turu yapmak üzere geri dönen ikisi her şeyin normal olduğunu söylüyordu. Denizaltıyı batırmak üzere ben ve çarkçıbaşım kalmıştık. Patlayıcılar, tuvalete, dizele, merkeze ve torpido gözlerine yerleştirilmişti. Ortalık karmakarışıktı. Minderler, yataklar suların içinde yüzüyordu. Biz de hemen hemen bir saattir üzerimizde bir mayo, sular içindeydik. Çarkçıbaşı geminin arkasına gitti, ben de öne, tüm kapakçıkları açtık. Patlayıcıların fitilini açtık. Merkezde buluştuk. Her şey tamam mı?' Çarkçıbaşı 'Her şey tamam’ dedi. Denizaltının her yanını tıss diye bir ses sarmıştı. Yukarı çıktık. Suratıma aniden gecenin serinliği çarptı: ‘Oh dünya varmış, temiz hava...' Küçük botumuza atladık. O sırada gemi de hafif yana yatmış burun üstü sulara gömülmeye başlamıştı. Denizaltımdan tıslayarak boşalan havanın sesi hâlâ duyuluyordu. Denizaltı aşağıya doğru kayarken, çıkan hava kabarcıkları suyu fosforize etmiş ve etrafımıza gümüşten bir göl oluşmuştu, iki dakika sonra aşağıdan gelen patlamaları duyduk. Evet bombalar patlamış ve gemimiz SMS-U-19, 11 Eylül 1944 günü gece 23.10’da Karadeniz’de Filyos yakınlarında sulara gömülmüştü.”

Yüksel Yıldırım(2016)

Zonguldak Nostalji

Editör: TE Bilişim