ABD Büyükelçisi Joseph C. Grew’un 15 Ağustos 1929’da başlayan, Zonguldak’ı da kapsayan Karadeniz sahil vilayetlerine yapmış olduğu seyahat ile Türkiye ve ABD arasında ticari ve ekonomi ilişkilerin gelişmesinde önemli bir rol oynadı.

Grew İstanbul'a büyükelçi olarak atandıktan iki yıl sonra ve Türkiye ile ABD arasında bir ticaret anlaşmasının arifesinde Türk ekonomisinin potansiyelini anlamak için Karadeniz’e İzmir gemisiyle bir seyahat düzenledi. Gezi heyetinde ABD’li yetkililer dışında Fransız büyükelçisi Sir George Clerk ve İngiliz Ticaret Sekreteri Colonel Harold Woods gibi mühim şahsiyetlerde vardı. Bu seyahat, yabancıların Türkiye’nin ve Anadolu’nun artan ehemmiyetine dikkat çekmesi açısından önem arz ediyor. Bu gezi ABD ve Türkiye arasında imzalanan Ticaret ve Seyr-ü Sefain Antlaşması’nda (Treaty Of Commerce and Navigation) önemli bir rol oynadı. Grew’un gezi sırasında tuttuğu günlüğü kitap haline getirildi.
Mr. Grew’un Zonguldak ziyaretindeki detaylar, misafir edilişindeki memnuniyet ifadeleri, kendi kaleminden düştüğü notlar, görüşmeler ve Zonguldak kumsalında deniz keyfinin notları derlenerek hazırlandı…

15-26 AĞUSTOS 1929, KARADENİZ GEZİSİ…
Uzun zamandan beri Türkiye'nin İstanbul, Boğaziçi, Bursa ve Ankara dışında kalan bölgelerini görmek istiyorduk; Boğaziçi’nden gelip geçen gemileri görüp, onların varacakları limanları muhayyilemizde canlandırmayı denediğimiz için Karadeniz sahil şeridi bu hususta başta geliyordu. Buna ilâve olarak Türkiye’nin genelindeki durumu da anlamış olacaktık.

16 AĞUSTOS 1929, ZONGULDAK NOTLARI…
Kömür bölgesinin merkezinde, on beş bin kişinin yaşadığı söylenen güzel bir şehir. Küçük bir vadi üzerinde kurulmuş ve her iki taraftaki yamaçların üzerinde uzanırken vadinin merkezi içerilere, diğer ağaçlıklı tepelerin eteklerine doğru devam ediyor; insanın kömür sanayi ile birleştirmeyi aklına getirmeyeceği hayat veren bir nokta. Burada gerçek bir liman mevcut değil, sadece -kış fırtınaları esnasında muazzam dalgaların rahatlıkla aşarak gemilerin demir atmasını imkansız hale getirdiği - kısa bir dalgakıran var. Geçen kış Seyr-i Sefain gemisi burada parçalanmış. Fakat, muhtelif kömür madenlerine uzanan kısa hatlar dışında burada bir demiryolu bulunmadığı için şehir yine de denize bağımlı durumda.

Geçen yıl 1.200.000 ton kömür ihraç etmişler; bu yıl bu rakamın bir buçuk milyona, gelecek yıl ise iki milyona yükselmesini bekliyorlar Fransız ”Compagnie Française d’Heraclée" şirketi, tüm kömürün yaklaşık 700.000 tonunu çıkartan buradaki en büyük kuruluş. Madenlerin büyük bir bölümü, tarihi açıdan meşhur bir yer olan, sahilin biraz içerisindeki Ereğli`de bulunuyor. Burada aynı zamanda bir İtalyan şirketi de var: geri kalan şirketlerse Türklere ait. Bu madenciler bu vilayetin yerli ahalisinden oluşuyor ve – Vali’nin bana söylediğine göre - on beşer günlük vardiyalar halinde çalıştıktan sonra ekinleriyle ilgilenmek üzere on beş gün süreyle izin alıyorlar; böylece tarlaları yokluklarından etkilenmiş olmuyor. Burada herkes cumaları çalışıyor.

Dahiliye Vekaleti gelişimin telgraf’la Vali'ye bildirmiş olduğu için bölge valisi, polis şefi ve Madenler Umum Müdürü Mehmet Refik Bey'in de dahil Olduğu bir heyet tarafından karşılandık. Bu en son ismi geçen zat, Robert Kolejin Mühendislik Okulunda bir zamanlar Profesor L. A. Scipio’nun yokluğunda yerine bakan kişi olup halihazırda iki oğlu da orada okumaktaydı; kendisi önümüze düşerek önce - içinde yetmiş öğrencinin bulunduğu ve öğretim görevlilerinden üçünün Belçikalı olduğu - madencilik okulunu (Refik’in hobisi büyük pencereler olduğu için okul binası son derece aydınlık ve havadar özelliğe sahip hoş bir yapıydı; kendisi bu büyük pencereleri, mimarların muhalefetine rağmen, halen inşaatları devam etmekte olan birkaç yeni binaya da koydurmuştu) ve ardından Süleyman isimli bir aileye ait olan küçük maden kuyularından birini gösterdi, Maden sahasında tetkiklerde bulunduk ama üstümüz başımız berbat olur korkusuyla kuyuya inmedik.

Vali Akif Bey, ziyaretimize son derece memnun olduğunu belli ettiği için protokolü ilgilendiren teknik sakıncaları bir kenara bırakarak kendisini evinde ziyaret ettik. Genç bir insandı –tüm valilerin en genciymiş - anlaşılır bir Fransızca konuşsa yine de sohbetimiz mükemmel sayılmazdı.

Öğleden sonra Kaptan, - güçlü kuvvetli üç kürekçiden oluşan - makine dairesi mürettebatı eşliğinde şık kayığını çıkararak aramızdan birkaçını son derece güzel bir kumsala götürdü ve orada sıcak bir günün sonrasında insanı kendine getirmek için bundan iyisinin olmayacağını düşüneceğimiz biçimde yüzdük. Üzerinde tek tük sığ plajların yer aldığı, sahilden birden yükselen sık ağaçlıklı tepeler eşliğinde etrafımızdaki kırlar çok hoştu. Bir yaz tatili beldesi olarak geliştirilecek ne güzel topraklar!

Saat yedide hareket etmeden önce Vali, iade-i ziyaret için gemiye gelerek bizimle birlikte çay içti. Bu arada Fransız Konsolosu da Sir George'u ziyarete gelmiş ve Fransızların maden işlerinde giderek daha güç zamanlar yaşadıklarını anlatmıştı; zira bir yabancı şirket kâr etmeye başlar başlamaz, Türk makamları tarafından kendilerine kuşkuyla bakılıyor ve engel üzerine engel çıkarılıyordu.
Türk Madencilik Okulunun son sınıfına her yıl üç öğrenci kabul etmek zorunda kaldıklarını ama bilgisizlikleri yüzünden zarar verirler korkusuyla son yapacakları şeyin onları madene indirmek olduğunu söylüyordu. Bu adamların bütün yaptıkları, işçilerin maaş bordrolarını denetlemek ve onların büyük zorlukla kazandıkları ücretlerin den becerebildikleri kadarını sızdırmaktı. Türkiye`de bir madenciye, becerisine göre günde 40 ila 80 sent arası bir ücret ödenmekteydi; bu rakam Birleşik Devletlerdeki madencinin kazandığının yaklaşık onda biri kadardı.

Taşınabilir gramofonumuz hoş bir müzik çalarken, ayışığı altında bu güzel sahil boyunca bu zevkli akşam vakti hareket ediyorduk. Zonguldak hakkında çok iyi intibalar edindik…

MR. GREW’İN ZONGULDAK SEYAHATİ ÜZERİNE…
Karadeniz vilayetlerine seyahat edecek olan diplomatik heyet 15 Ağustos 1929 günü yola çıktı. Büyükelçi Grew yolculuğa başlamadan önce içişleri Bakanı Tevfik Rüştü Bey’e detaylı gezi programını gönderdi. Tevfik Rüştü Bey bu heyetin uğrayacağı yerlerde iyi misafir edilmesi hususunda valiliklere telkinlerde bulunduğundan, Grew’un heyeti her gittiği şehirde çok iyi karşılandı. Mr. Grew Zonguldak, Samsun, Giresun, Trabzon ve Rize valilerinin göstermiş oldukları misafirperverlik ve kibarlık karşısında çok etkilendiğini dile getirdi. İstanbul’dan İzmir Vapuru ile Karadeniz’e açıldıktan sonra heyetin ilk durağı Zonguldak oldu.

Ağustos günü Zonguldak’a varan büyükelçi Grew’un dikkatini çeken ilk şeylerden biri kömür şirketleri oldu. Mr. Grew, şehirin temel geçim kaynağı kömür olmasına rağmen, limanın bakımlı olmamasını oldukça garipsedi. Zonguldak’ın kara yolları elverişli olmamasından, yolcu ve sanayi taşımacılığı da büyük oranda deniz yolu üzerinden yapılıyordu. Kısacası, deniz yolu şehir taşımacılığı ve ekonomisinin arter damarıydı. Buna rağmen limanların yeterli ehemmiyeti ve alakayı görmemesinin en büyük nedeni Türkiye’nin I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı gibi hayati savaşları daha yeni atlatmış olmasındandır. Bu savaşlar sırasında Türkiye maddi ve manevi kaynaklarının büyük bir oranını cephelere aktardığından, ülkenin kamu çalışmalarında doğal olarak aksaklıklar meydana geldi. Çünkü I. Dünya Savaşı’ndan önce Karadeniz limanlarının bakımlı olduğu, ithalat ve ihracatın yapıldığı salnamelerde bahsedilmektedir. Örneğin, Yusuf Oğuzoğlu Karadeniz limanları hakkında yapmış olduğu çalışmasında, bu limanlara 20. yüzyılda uğrayan yabancı gemilerin sayısını ve yapılan ithalat ve ihracat oranlarını vermektedir. Bu verilerde limanların ticaret gemilerine ev sahipliği yaptığı ve gerekli teşkilat ve donanıma sahip olduğu anlaşılmaktadır. Zonguldak ziyareti sırasında Büyükelçi Grew kömür ihracat rakamlarıyla yakından ilgilendi.

Mr. Grew gezi sırasında Maden Okulu Müdürü Mehmet Refik Bey ile de görüştü. Büyükelçi bu görüşmede Refik Bey’den 1928 ve 1929 yıllarına ait kömür ihracat verilerini aldı. Bu verilere göre 1928 yılı kömür ihracatı 1.200.000 tondu ve 1929 yılı için beklenti ise 1.500.000 tonun üzerindeydi. Cumhuriyetin ilk yıllarında Zonguldak’taki en büyük kömür şirketi, Française d'Héraclée adında bir Fransız şirketiydi. Française d'Héraclée şirketi yıllık 700.000 ton kömür üretiyordu. Bu Fransız şirketi ile birlikte, Zonguldak’ta ayrıca bir İtalyan şirketi ve irili ufaklı bir kaç tane Türk şirketi daha vardı. Mr. Grew’un iddiasına göre Zonguldak’taki yabancı şirketler, özellikle Fransız şirketi, Türkler tarafından baskıya ve kötü muameleye maruz kalıyordu. ABD Büyükelçisi burada Fransız şirketini temsil eden Sir George ile bir görüşme gerçekleştirdi. Bu görüşmede Sir George, Mr. Grew’a yabancı şirketlerin kar oranları artmaya başladıktan sonra Türk halkının onları düşman gibi görmeye başladığını ve yerel yöneticilerinde işlerine engel olmak için elinden gelen tüm zorlukları öne sürdüklerini dile getirdi. Aslında halkın yabancılara ve özellikle Fransızlara karşı şüpheyle yaklaşması normaldi. Çünkü hem Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde hem de Kurtuluş Savaşı yıllarında Fransız Devleti ve şirketleri Zonguldak kömür ve madenlerini sömürdüler. Hatta Kurtuluş Savaşı yıllarında Anadolu Fransızlar tarafından işgal edildi. Fransızlara karşı verilen bağımsızlık mücadelesi üzerinden henüz on yıl dahi geçmemişti. Halkın dolayısıyla yabancılara temkinli yaklaşması oldukça doğaldı. Fakat Sir George’un aksine, Mr. Grew yerel yöneticilerin yabancılara karşı kibar davrandığını aktardı. Nitekim Mr. Grew Zonguldak’ın güzelliğine ve oranın valisi olan Akif Bey’in misafirperverliğine hayran kaldığını günlüğünde aktardı.

Editör: TE Bilişim