3 Ağustos 1992 günü, 1968-1977 Dönemi Zonguldak Belediye Başkanı Hüseyin Öztek’in 29’uncu ölüm yıldönümü anısına Zonguldak Nostalji Editörü Yüksel YıldırımBOZAMBO”nun hikayesini anlattı.

İşte o yazı:
“Erken kalktı, hava daha aydınlanmamıştı. Rahatsız olan eşini uyandırmamak için ışıkları yakmadı. Temkinli adımlarla balkona doğru yürüdü. İçindeki sıkıntıyı geçiştirmek için bir sigara yaktı. Henüz bir şey de yememişti. Belli, o gün çok sıcak geçecekti. Yaz günü Ankara'nın sıcağı da sıcaktı hani! Balkonda sedir gibi kullandıkları tahta sandığın üzerine bir şilte sermişlerdi. Otururken daha rahat ediyordu.

Sigarasından derin bir nefes daha aldı. O gün elli yıllık hayat arkadaşını kontrole götürecekti. İyi değildi, doktorlar, geri kalan ömrünü biraz daha rahat geçirmesi için çabalıyorlardı. Evin önünde yol çalışması olduğundan taksiler yanaşmıyordu. Çare yok, yüz metreye yakın yokuşu yürüyerek ana caddeye çıkacaklardı. Kendisi de rahatsızdı, yetmiş yaşını geçmişti ama o hiç belli etmezdi ki. Öyle ya, şampiyondu o. Gençliğinde onca yoksulluğa rağmen atletizm pistlerinin tozunu attırır, herkesi geçerdi. Bir keresinde şirket çalışanlarının çocuklarını okula götüren kamyondan bozma servis aracı, kendisi gibi birkaç çocuğu, babaları orada çalışmıyor diye okula götürmemiş, o da yemin etmişti; servisten önce okula varacaktı. Öyle de yapmıştı. O tarihlerde Afrika'da iyi koşan atletlere verilen lakap ona da verilmişti bu olaydan sonra. "BOZAMBO"ydu artık o…

Hastaneye erken gitmeleri gerekiyordu. Emekli olmasına rağmen hiç ihmal etmediği sakal traşını oldu. Birden sol tarafında bir yanma hissetti. Olurdu, ama son zamanlarda sık olmaya başlamıştı. Birkaç derin nefes aldı, yanma geçmişti. Onlarca yıl aynı yastığa baş koydukları eşini uyandırmak için yatak odasına geçti. Bir süre ona sevgiyle baktıktan sonra uyandırdı, çayı da demlemişti. Beraber hafif bir kahvaltı yaptılar. Yola çıkmışlardı. O yokuş sanki maraton olmuş, hiç bitmeyecek gibi gelmişti. Eşinin koluna girmiş, güçlükle ana caddeye çıkmışlardı. Çok yorulmuştu ama dik duruyor, hayat arkadaşına moral veriyordu. Şimdi bir taksi çevirecek ve gideceklerdi. Güneş de iyice ısıtmaya başlamıştı. Taksiler dolu geliyor ya da durmuyorlardı. Belli etmemesine rağmen morali bozulmuştu, keşke çocuklardan biri yanımızda olsaydı diye düşündü. Tam o sırada bekledikleri durağa doğru yaklaşan özel bir araba gördü. İçindekileri tanımıştı. Şans bu sefer yüzümüze güldü diye düşündü. Rahatlamıştı, yaklaşan araca gülümseyerek hamle yaptı, tanıdığıyla bir an göz göze geldi ama bir tuhaflık vardı, araç hiç yavaşlamamıştı, yanlarından transit geçti. Sıcağın etkisiyle bunalan yaşlı vücudundan bir kat ter daha boşalmıştı. Hemen geriye çekildi, hanımının elinden tuttu. Ne olduğunu anlamayan eşine "başka biriymiş" diyebildi. Kızmıştı kendine; neden hamle yapmıştı ki? Yaşamı boyunca kimseden bir şey istememişti ama yanında hasta eşi varken mecbur kalmıştı işte! Üstelik bu tanıdık, iş hayatına kendisinin tasarrufuyla başlamış ve ilerlemişti. Uğradığı ihanetlerin haddi hesabı yoktu ama nedense bu davranış çok gücüne gitmişti.

Kendilerini hastaneye götürecek taksi beş dakika sonra gelecekti. O beş dakikada bütün yaşamı, hani derler ya, bir film şeridi gibi gözünün önünden geçti. Mühendisti, göçü hep sırtındaydı. Devletin önemli kuruluşlarında başarıyla sorumluluk üstlenmişti. Ülkenin görev yaptığı dört bir yerinden onca yıl geçmesine rağmen insanlar ararlar, hatırını sorarlardı. Sonra kendi memleketine hizmet etmek nasip olmuş, insanlar onu iki kez şehremini seçmişlerdi. Şehrin takımının şampiyon olup en üst lige çıkmasındaki katkısı hep gururlandırırdı onu. Öyle ya, şehir hangi durumdaysa, takım da orada, en üstte olmalıydı. Bir sürü önemli projede imzası vardı. Hepsi teker teker gözünün önünden geçti. Arkadaşlarıyla birlikte kimseyi ötekileştirmeden, elinden geldiğince hizmet etmeye çalışmış, paraya pula minnet etmemişti. Çok sevdiği şehrine her sabah yeniden âşık olarak doğardı o…

Birden yaklaşan taksiyi fark etti. Dışarı çıkarken hep giydiği takım elbise ve kravat, gittikçe artan sıcakta kendisini hepten kan ter içinde bırakmıştı. Önce hanımını yerleştirip yanındaki koltuğa adeta kendini bıraktı. Hâlâ yaşadığı olayın etkisindeydi. O beş dakika içinde tüm ömrünü sanki tekrar yaşamıştı. Herkes unutulurdu, gün gelmiş o da zevâle dönmüştü işte…

Taksi şoförünün "nereye gidiyoruz beyefendi" sesiyle birden irkildi. Ağzından istem dışı ve heyecanla, "ZONGULDAK; ZONGULDAK'a GİDİYORUZ" sözleri döküldü. Eşi şaşırmıştı, şoför daha da şaşkın, "nereye demiştiniz, anlayamadım beyefendi" diye tekrar sordu. Ağzından çıkan bilinçaltı sözlere kendi de şaşırmıştı, birden kendine geldi, toparladı. "affedersin şoför bey, yaşlılık işte; hastaneye, Hacettepe'ye" diyerek düzeltti.

On beş dakika sonra hastaneye gelmişlerdi. Birlikte hocanın yanına çıktılar. Profesörle önceden tanışıyorlardı. Her zamanki gibi büyük ilgiyle rutin tahlillerin yapılması için birkaç yere talimat verdi. Neticeyi üç gün sonra alacaklardı. Doktor moral verici bir konuşmadan sonra saygıyla uğurladı onları. İşleri bitmişti, sıcakta daha fazla kalmak istemediklerinden hemen eve dönmeleri gerekiyordu. Hastane önünden taksi bulmak kolaydı, birine atlayıp tüm moralinin bozulduğu o kahrolasıca durakta indiler. O yokuşu bu kez inmeleri gerekiyordu. Kol kola apartmanın önüne vardılar, asansör olmadığı için dört katı ağır ağır çıktılar, eve girmişlerdi.

Eşinin üstündekileri çıkarmasına yardım etti. Kendisi de su gibi olmuştu, ceketini çıkardı. Eve geldiğinde mutlaka elini yüzünü yıkardı, bu kez öyle yapmadı. Hiç adeti olmadığı halde, "hanım, ben şurada biraz hava alayım" diyerek balkona çıktı. Sandığın üstüne kendini bıraktı. On, on beş dakika ya geçmiş ya geçmemişti ki, üst kattaki komşu da kendi balkonuna çıkmış onu görmüştü. Hep selamlaşırlardı; koca adam ne zaman komşularını görse, büyük küçük demeden saygıyla ayağa kalkar hâl hatır sorardı. Bir gariplik vardı, üç dört kez seslenmesine rağmen komşuya karşılık vermemişti. Üstelik giyimi kuşamı hep düzgün olduğu halde, bu sefer gömleğinin üst düğmeleri açık, kravatı yana kayık, saçları dağınıktı. Başı da sanki yana düşmüştü. Bir daha seslendi komşu. Yine ses gelmeyince telaşla aşağı kata indi, kapıyı çaldı. Eşinin hasta olduğunu bildiği için bir süre daha bekledi kapıda. Neden sonra kapı açıldığında, komşu bir şey demeden telaşla balkona yöneldi. Gördüğü manzara aynıydı. Gömlek düğmeleri açık, eli kravatında ve sanki açılmak istenirmiş gibi yana kayık, bembeyaz saçları dağınık yorgun adam sonsuzluğa giderken özgürlüğü seçmişti. "BOZAMBO" ölmüştü…”

Editör: TE Bilişim