Sevgili okurlarım, merhaba.

Bugünkü yazıma Orhan Veli’nin 1945 yılında ‘Yol Türküleri’ isimli şiirindeki o hepimizce bilinen, Zonguldak’la ilgili dizeleriyle başlamak istiyorum.

Siyah akar Zonguldak’ıın deresi
Yüz karası değil, kömür karası
Böyle kazanılır ekmek parası.”

Gemiler vardı limanda gemiler
Her biri yeni bir ufka gider

Yaşamda her yolculuk bir öykü barındırır. Ve öyle öyküler vardır ki; geçmişten bugüne uzanırken farkında olmadan birbirine dokunur. Kelebek etkisi gibi zamandan ve mekândan bağımsız, bazen size kadar uzanır. 

Size anlatacağım yaşanmış öyküler zinciri, bana kadar uzanan bir yol türküsü. Öyküde bahsedeceğim kişi Lütfiye Hanım (Dr. Lütfiye Erünal Erentöz) babamla amca çocuğu, büyük halam, Türkiye’nin ilk kadın jeologlarından. Jeolog olması, uzun tedaviler sonucu hayatta kalması ile gerçekleşebilmiş. Orhan Veli’nin ailesinin yardımıyla. Ve Orhan Veli’den halama uzanan, 1940’lar, jeoloji, MTA, azimle bilimsel çalışmalar, benim öyküm 1990’lar jeoloji, halamla aynı uzmanlık konusunu seçmem, MTA, Zonguldak, bir başka büyülü dünyada şiirlere adım atmam. Ve tüm bu kelebek etkisi bağlantıları bugün fark etmem.

Orhan Veli’nin şiirindeki Zonguldak temasını okurken ve kendimi artık buraya ait hissederken, yıllar sonra ailem adına ailesine tekrar teşekkür etmeyi istemek benimkisi.

Kırım’dan İstanbul’a

İki erkek kardeşin anneleri, Kırım Savaşı sırasında Balkanlara göç ediyor. Lütfiye halam ve babam bu iki erkek kardeşin çocukları. Yani amca çocukları. 1853’te başlamış olan Kırım Savaşı, 30 Mart 1856’da Paris Barış Antlaşması ile sona eriyor. Kırım savaşı sırasında, emekçi madencilerin çıkarttıkları Zonguldak kömürleri ile çalışan zırhlı, buharlı İngiliz gemileri, Osmanlı Donanması’yla birlikte kilometrelerce yol yapıp, Sivastopol’u toplarıyla döverken, Lütfiye halam’ın ve babamın ailesi de göç yollarına düşüyorlar, ağır ağır, Balkanlara doğru. Lütfiye Hanım 1912 yılında Edirne’de dünyaya geliyor, daha sonra ise İstanbul’a yerleşiyorlar.

Kandilli Kız Lisesi / Adile Sultan Sarayı

1856, Kırım Savaşı’nın sona erdiği sene II. Mahmud kızı Adile Sultan için yazlık mekân ikameti olarak Adile Sultan Sarayı’nı satın alıyor. Saray, 1861 yılında Sultan Abdülaziz tarafından yeniden yaptırılıyor. Osmanlı Hanedanı içinde divan sahibi tek kadın şair olarak tanınan Adile Sultan’ın, Kandilli’nin imarına katkıda bulunduğu, yoksullara yardım ettiği ve özellikle eğitim konularına ilgi duyduğu bilinmektedir. Bu nedenle de Adile Sultan Sarayı’nı 1899 yılında kız okulu olmak üzere Milli Eğitim’e bağışlamıştır. Bir süre Kandilli Kız Lisesi olarak kullanılan saray, 1986 yılında geçirdiği yangın sonrasında değerli iş adamı merhum Sakıp Sabancı’nın bağışı ile restore ettirilmiştir. İşte 1924-1927 arasında Lütfiye Hanım, ortaokulu Kandilli Kız lisesinde parasız yatılı olarak okuyor. Küçüklüğünde kese kâğıtlarındaki yazıları okuyarak Fransızca öğrenmeye başlıyor. Lütfiye Hanım Kandilli Lisesi’nin lise bölümü olmadığı için, Lise birinci sınıfta Erenköy Kız Lisesi’ne geçiyor. Bu sırada edebiyat öğretmenleri Reşat Nuri Güntekin’in derslerine giriyor. Kandilli Kız Lisesine lise bölümü yapılınca, lise ikinci sınıfta eski okuluna geri dönüyor.

Orhan Veli’nin ailesi bir yaşama dokunuyor

Lütfiye Hanım’ın ailesi lise yıllarında Beykoz’da bir yalıda kirada oturuyor. Lütfiye Hanım liseyi bitirince İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne girmek istiyor. O zaman her fakülte ayrı sınav yapıyor. Sınav günü Sarıyer’e gitmek üzere sabah 05:15’te vapura geliyor. Ama sis olduğu için vapur Sarıyer’e değil Eminönü’ne geliyor. Tramvay pahalı olduğu için, fakülteye yaya gitmek zorunda kalıyor. Sonuçta sınavı kazanan Lütfiye, ilk yıl derslere devam ederken çok hastalanıyor ve derslere güçlükle katılıyor. “Gitme ölürsün” diyorlar. “Ben evde oturacağıma okula gider ve okul yolunda ölürüm” diyor. Lütfiye’nin hastalığının kötüye gitmesi, buna karşılık okuma azmi, yandaki komşu yalıda oturan bir ailenin dikkatini çekiyor ve yardım etmek istiyorlar. Bu aile, Orhan Veli Kanık’ın ailesi. Orhan Veli’nin babası, orkestranın kurucularından ve aynı zamanda Atatürk'ün Çankaya'daki bando şefi olan Veli Kanık. Veli Bey verem teşhisi konulan Lütfiye Hanım’ın Altunizade’deki Göğüs Hastalıkları Hastanesine yatması için yardımcı oluyor. Lütfiye tam 1 yıl bu hastanede yatarak tedavi oluyor. Bu arada derslerinden geri kalmamak için arkadaşlarından ders notlarını istiyor ve hastanede ders çalışıyor. Üniversiteye başladığı yıllar, 1930’lar. Tam da NAZİ cehenneminden kaçıp Türkiye’ye davet edilen değerli hocaların İstanbul Üniversitesi’nde ders verdiği yıllar. Atatürk’ün davetlisi olarak İstanbul Üniversitesine gelen Alman uyruklu hocalardan bir kimya profesörü, derslere devam etmeyen ama sınıftaki en yüksek notu alan kızı merak ediyor. ‘Kim bu matmazel Erünal, sınavdan 100 aldı ve kendisini hiç görmedim’ diyerek merak ediyor.

İlk kadın jeolog

Bir yılın sonunda iyileşen Lütfiye, taburcu ediliyor ama tıp eğitiminden vazgeçerek, Jeoloji okumaya karar veriyor. Tabiiye (Fen) Fakültesi’nin sınavlarını kazanarak Jeoloji Bölümü’nü okuyor ve okulun ilk kadın jeologlarından biri oluyor. Jeoloji Bölümü’nden mezun olduğunda, okulun Dünya’ca ünlü hocalarından Hamit Nafiz Pamir, seçtiği öğrencilerine “Para biriktirin, sizi Avrupa’ya götüreceğim” diyor. Bu arada Lütfiye Hanım’ı asistan olarak almak istiyor. 1939 yılının Temmuz-Ağustos aylarında, Hamit Nafiz Hoca ve öğrencileri hep birlikte Alpler’e, Almanya’ya, Avusturya’ya ve İsviçre’ye gidiyorlar. Buralarda arazi çalışmaları yaparak, jeolojik incelemelerde bulunuyorlar. İsviçre’ye geldikleri zaman, Hamit Hoca ve öğrencileri Atatürk’ün eski eşi Latife Hanım’ı da ziyaret etmek istiyorlar. Bu sırada Bern’de sanatoryumda tedavi görmekte olan Latife Hanım’ın yanına giderek, onunla görüşüyorlar. Latife Hanım hem Atatürk’ün yakın zamandaki ölümü, hem de ondan boşanmanın verdiği derin üzüntü ile çok pişman ve çok üzgün olduğunu söyleyerek uzun uzun ağlıyor.

MTA yılları

Avrupa gezisi sonunda Hamit Bey, Lütfiye halayı jeoloji bölümüne asistan olarak kabul ederek, doktora için Fransa’ya, Paris’e göndereceğini söylüyor. Lütfiye hala Paris’e gidemeden, Avrupa’dan döneli henüz 1 ay olmuşken, Eylül.1939’da Hitler Polonya’ya giriyor. II. Dünya Savaşı başlayınca doktoraya başlama işi de yarım kalmış oluyor. Bunun üzerine Hamit Hoca (Hamit Nafiz Pamir), Lütfiye’ye “Sen üzülme, Ankara’da yeni bir kurum kuruluyor (MTA Enstitüsü) gel seni oraya gönderelim” diyor. (MTA Enstitüsü Atatürk’ün emriyle 14.Haziran.1935’te kurulmuştur. Hamit Nafiz Pamir, MTA’nın kurucu üyesidir). Bunun üzerine Lütfiye Hanım 1940 yılında Ankara’ya geliyor. MTA, o sırada ilk yerleşim yeri olan Anafartalar Caddesi’nde bulunuyor. Yakınında Çocuk Esirgeme Kurumu var ve kurumun yarısı bekârlar evi olarak kullanılıyor. Burada kendisine bir oda veriliyor.

Evlilik ve Paris’te doktora

Lütfiye Hanım daha sonra 1944’te İstanbul Üniversitesi’ndeki sınıf arkadaşlarından hem askeri okul hem de mühendislik öğrencisi olan Cahit Bey’den evlenme teklifi alıyor. Fakat evlenmeden önce bir şart koşuyor. “Ben seninle evlenirim ama hala doktora yapamadım. Bir gün mutlaka yapacağım. Bunu kabul ediyor musun?” diye soruyor. Cahit Bey şartı kabul ediyor. Evlilikten 1 yıl sonra kızları Gaye doğuyor. Cahit beyin asker kökenli olması nedeniyle şark hizmeti çıkıyor ve Erzurum’a gidiyor. Cahit Bey yüzbaşı iken askerlikten ayrılıyor ve aynı zamanda mühendis de olduğu için MTA’ya geçiyor. Gaye 6 yaşındayken, MTA’ya bir bilgi-görgü arttırma bursu geliyor. Lütfiye Hanım kızı Gaye ile hep birlikte, Karaman’da arazi çalışmaları sırasında topladığı taşları ve fosilleri de yanına alarak, hep birlikte bir trenle Paris’e doğru yola çıkıyorlar. Lütfiye ise Sorbon Üniversitesi’nde doktoraya başlıyor. Bir süre sonra Cahit Bey’in ameliyat olması gerekiyor. Bunun üzerine geri dönüyorlar ve ameliyat sonrası Lütfiye Paris’e yalnız gidiyor. Kızına ise 2,5 yıl boyunca anneannesi bakıyor. Bu arada bursu kesilen Lütfiye Paris’te eski bir odada kalıyor. Doktora tezini 1952 yılında savunuyor. Fakat ondan bir tez daha hazırlamasını istiyorlar. Yanına bir Rus tercüman veriyorlar. Bunun üzerine Lütfiye Karadeniz’le ilgili bir tez daha hazırlayarak 1953 yılında Sorbon’da ikinci tezini de sunuyor. Doktor unvanıyla Türkiye’ye dönüyor.

İki kadın jeolog, Bilimin evrenselliği

  1. Lütfiye halamla tesadüfler zinciri aynı mesleği seçtim. Aynı uzmanlık alanında çalıştım. Yıllarca onun MTA’da kullandığı kitapları, oturduğu sandalyeyi kullandım. Ankara Üniversitesi’nde onun isminin verildiği laboratuvarda topladığı fosilleri inceledim. Ve 2011-2013 yılları arasında, yabancı meslektaşlarımın teşvikiyle, onun doktora yaptığı sahada, aynı kesitlerde, aynı fosiller üzerinde tekrar çalıştım. Bu çalışmanın sonucunda, 2013 yılında basılan ve İngiliz, Portekizli ve Avusturyalı meslektaşlarımla ortak yazdığımız uluslararası değere sahip, 584 sayfalık monograf çıktı. Dört yeni cins isminden birini Lütfiye Hanım’a ithaf ettik.  Yine 44 yeni tür isminden birini Atatürk’e ithaf ettik
  2. Ailem Kırım göçmeni. Kırım Savaşı sırasında ilk kez kullanılan ve Ruslara karşı Osmanlı Donanması’nın yanında yer alan zırhlı, buharlı İngiliz gemilerinin kömürü, Ereğli ve Zonguldak’tan çıkarılan kömürlerdi. Bugün ben bu şehirde, hem jeolojiye, hem şehre, hem de bilime vefa borcumu ödemek üzere, çalışıyorum. Orhan Veli’nin şiirindeki Yol Türküleri gibi, adım adım yol alıyorum. Şiirin büyülü dünyasını keşfederek. Belki de kelebek etkisi bu kim bilir?