Eğitim sistemlerinin en önemli unsuru şüphesiz öğretmenlerdir. Bir ülkede öğretmenin sahip olduğu haklar ve toplumsal konumu eğitimi doğrudan etkilemektedir. Bu alanda yapılan çalışmalar ilginç sonuçlar ortaya koymaktadır. Mesela Finlandiya ve Amerika’daki eğitim sistemleri arasında bulunan en önemli fark; Finlandiya’da öğretmenlerin, öğrencilerin öğrenmesine ve iyi hissetmelerine yardımcı olmak için Amerika’daki öğretmenlere göre çok daha fazla mesleki “özerkliğe” sahip olduklarıdır.

Merkezi bir yapıya sahip olan ülkemizde öğretmen özerkliğinin sınırlı olmasını büyük bir olumsuzluk olarak değerlendirilebilir. Öğretmenlere tanınan mesleki özerklik, daha yüksek öğrenci başarısı demektir. Öğretmenlere risk alma ve kendi sınıflarındaki öğrenme iklimlerinde değişiklik ve düzenlemelere girmeleri konusunda daha çok inisiyatif verildiğinde öğrencilerin okul başarısının da buna bağlı olarak arttığı görülecektir.

Peki, bizim ülkemizde öğretmenler gerçekten mesleki manada “özerkliğe” sahip olmak istiyorlar mı?

Bu soruya benim cevabım “Hayır!”

Öğretmenlikteki mesleki özerklik beraberinde kendi kararlarını almayı ve kararlarının sorumluluğunu üstlenmeyi, sorgulama yapmayı, değerlendirme yapmayı, eleştirel düşünme ve öğreneme iklimini yeniden düzenlemeyi gerektirmektedir. Bir başka ifade ile pedagojik muhakeme becerisini gerektirmektedir.

Mesleki özerklik öğretmeni; inisiyatif alma, riske girme, öğrenci ve veli eğitimleri ile ilgili düzenlemeleri yapmaya mecbur bırakmaktadır. Kendi eğitim anlayışını hayata geçirme çabası öğretmen için çok iyi bir motivasyon kaynağıdır. Sınıfa ve yaptığı işe olan sahiplenme, aidiyet duygusunu yükselir. Aidiyet duygusu yüksek olan öğretmenlerin başarı oranları da yüksek olmaktadır.

Bireysel farklılıkların arttığı, öğretmen de dâhil olmak üzere eğitimin tüm paydaşlarının beklenti, ilgi ve ihtiyaçların farklılaştığı günümüzde bu beklentileri karşılayabilecek aynı zamanda da öğretmenlerin iş yükünü artıracak “öğretmenlerin mesleki özerkliğine” taraftar bulabilmek elbette hayli güç olacaktır.

Pandemi döneminde yaşanan süreç bizlere değişimlere ne denli kapalı olduğumuzu, çözümün parçası olmak yerinde şikayet etmeyi seçtiğimizi bir kere daha göstermiş oldu. Yaşanan küresel salgın nedeniyle yüz yüze eğitime ara verildiğinde “Okullar bir an önce açılsın!” sesini yükseltenler, okullar açıldığında çocukların sağlığını düşünür oldu!

Uzaktan eğitimde “Çocuklar ekran karşısına hapsoldu.” diye ses yükseltenlerin, tablet ve telefonlar çocuk avutma aracı oluverdi!

Akademik kayıplardan dem vuranlar, salgın bitmeden telafi eğitiminin sırası mıydı eleştirisinde bulundu! Dolayısıyla her okul türü için veli, öğretmen ve öğrencilere yönelik detaylı bilgilendirmenin bulunduğu etkinlik listeleriyle ve her türlü ayrıntının düşünüldüğü programlar ile paydaş tüm kamu kurum ve kuruluşlarınca desteklenen “telafidebendevarim.meb.gov.tr” web portalı üzerinden hizmete sunulan bir çalışmaya yaklaşım tarzımız durumun vahametini de gözler önüne sermektedir.

Ülkemizde görev yapan her branştan öğretmenin, usta öğreticinin, ustanın, sanatçının ve zanaatkârın görev alabileceği yaz tatili döneminde çocuklarımızın fiziksel, sosyal-duygusal ve akademik gelişimlerini bilimsel, sosyal, kültürel ve sportif eğitim faaliyetleri ile desteklemek amacıyla "Telafide Ben de Varım" programına ilginin ve katılımın düşük olması hepimizin üzerinde düşünmesi gereken bir konu. En çok da öğretmenlerimizin ve eğitim yöneticilerinin …

Mesleğini icra eden her eğitimciye olabildiğince özgürlük alanı tanıyan, öğretmenlerin mesleki özerkliğinin önündeki tüm engellerden arındırılmış bu programın hakkını vermek eğiticilerin kaçamayacağı bir sorumluluktur.

Bazı meslek guruplarının şikâyet etme ve sorumluluk almaktan geri durma hakkı yoktur. Tıpkı salgında sağlık çalışanlarının, güvenlik ve asayiş olaylarında güvenlik görevlilerimizin, yangında itfaiyecinin, her türlü afet durumunda AFAD çalışanlarının şikâyet etme ve sorumluluk almaktan geri durma haklarının olmadığı gibi…

Eğitim söz konusu olduğunda da eğitim çalışanlarının serzenişte bulunma, şikâyet etme ve sorumluluktan geri durma hakkı yoktur. Hak ettiği eğitim hakkından yararlanamayan her öğrenciden sorumluluğumuz ölçüsünde ve gücümüz nispetinde sorumluyuz.

Bilimin doldurmadığı yeri hurafeler, sağlıkçının doldurmadığı yeri şifacılar, eğitimcinin doldurmadığı yeri cehalet ve korku doldurur.

Boşvermişliğimizin, nemelazımcılığımızın sonucu ise karanlıktır.

Üzerimize düşeni yapma sorumluluğu bizleri mutlu yarınlara ulaştıracaktır. Mesleğinin sorumluluğunu taşıyan, kendini topluma karşı sorumlu hisseden, özveri ile çalışan insanlar umudumuzu yeşertmeye devam edeceklerdir.

Boşvermişlik, nemelazımcılık, bahane üretme, dert yanma, çözüme ortak olmak varken problem üretme çabasının temelinde özgüven eksikliği yatmaktadır.

İnsanımızı esir alan özgüven yoksunluğunu bir an önce gidermeliyiz. Özgüven yoksunu insanlar kendi hatalarını görmek yerine başkalarının hatalarını araştırır, başkalarının hataları üzerinden kendi eksiklerini örtme yollarını arar. İş barışının bozulmasının, toplumdaki huzursuzluğun artmasının en temel sebeplerinden birisi budur.

Bizler de öyle yapmıyor muyuz?

Bizim dışımızdaki herkesin bir eksiği var herkes hatalı, herkes suçlu!!!