Filistin…

Değerli okurlar, geçtiğimiz günlerde İsrail güçlerinin Mescid-i Aksa’ya yaptıkları saldırıdan sonra bölgede tansiyon yükselmiş ve çeşitli çatışmalar yaşanmıştır.

Yaşanmaya devam etmektedir.

Bu olayların ardından birbirinden farklı görüşler ortaya çıkmış; kimisi Arap düşmanlığı, kimisi Yahudi düşmanlığı ilan ederek fikir belirtmiştir.

Mesele ne Filistin halkının tarihte Osmanlı’ya başkaldırması ne de İsraillilerin kötü olmasıdır. Irkçı söylemlerle kutuplaşmak herkesi olumsuz etkileyecek bir durumdur.

-Osmanlı’ya isyan etmeselermiş…

-Dedelerinin sattığı topraklar…

Bu söylemler bir insanlık suçuna ortak olmaktır. Bu söylemler, bir çocuğun gözyaşından keyif almaktır!..

Hadi bu sözlere kulak verelim: o zaman Uygurlar da kimliğini korusaydı da Çin’e karışmasaydı mı diyelim?

Hayır efendim! Nerede bir çocuk gözyaşı döküyorsa, nerede bir halk zulüm görüyorsa siyasi tarih saçmalıklarından ve politik oyunlardan öte bu acı durdurulmalıdır.

İsrail ABD Büyükelçiliği’nin servis ettiği bir fotoğrafta Yahudi bir anne pijamalarıyla, çocuğu da bir polisin kucağında ambulansın yanında duruyor. Çocuğun gözündeki korku insanın canını yakıyor ne yazık ki. Ağlayan yaşlı kadınlar cabası…

Hamas roket atıyor, İsrail var gücüyle saldırıyor. Filistinliler taş, İsrail ordusu mermi kullanıyor…Salı gecesi İsrail bombardımanları sonucunda 13 katlı bir bina çöküyor.

Çok sayıda insan hayatını kaybediyor…

Olayların nasıl başladığını az da olsa takip edenlerin bildiğini varsayıyorum. Özetle; İsrail, işgal altındaki Doğu Kudüs’teki Şeyh Cerrah mahallesinde yaşayan 6 Filistinli aileyi evinden çıkartmaya çalıştı. Buradaki asıl can alıcı gerçeklerden biriyse “Bir ülke, kendisinden daha yaşlı bir kadının evinde hak iddia edemez!”

Yurt genelinde İsrail’e tepki gösterileri düzenlendi. Göstericiler, sokağa çıkma kısıtlamasına uymadı ve kolluk kuvvetleri göstericilere karşı yaptırım uygulamadı. Sosyal medyada çeşitli görüşler ileri sürüldü. Yazımın başında da değindiğim gibi Arap düşmanlığı yapan da vardı, Yahudi karşıtı söylemler de…

Gösteri yapanları eleştiren de vardı. Neymiş? İsrail’i protesto eden binlerce insan için doğal seçilim başlamış, hepsi korona olup ölecekmiş…

Hamas’ın attığı roketler bizim eve düşse evin çatısı belki yanar, ötesi yok…

Ama İsrail’in attığı bombalardan sinek bile canlı çıkamaz.

Velhasıl-ı kelâm çocuklar ölüyor, görmüyor musunuz? Kutsal topraklar kana bulanıyor, bir halkın yaşam hakkı gasp ediliyor. Sessiz kalmayın çünkü “haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır!..”

Komşusu Açken Tok Yatan Bizden Değildir - Kaynak mı Yok?

11 Mayıs’ta Çaydeğirmeni Belde Belediyesi Başkanı sayın Gebeş’in, 900.000 (DOKUZYÜZ BİN) TL değerinde makam aracı aldığı haberini hem yerel hem de ulusal basın görmüştü. Bu konuda ilerlemeden farklı bir hikâyeden bahsetmek istiyorum.

Tunceli’de ise Belediye Başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu, Tunceli belediyesinde Kayyum idaresi bulunurken bütçeden temsil gideri olarak 1 milyon 271 bin 97 lira çıkış olduğunu söylemişti. Bu harcamayı geçen sene 40 kat azalttıklarını ve hatta belediyeyi kâra geçirdiklerini açıklamıştı.

Atilla Öksüz’ün de Bayram Duası başlıklı köşe yazısında söylediği gibi “Belediyeyi, Karayollarını, Özel İdare’yi soyan müteahhitlere, soyduran başkanlara - müdürlere, kaçak yapıp üstüne oturanlara, komisyoncu yoldaşlara, çaldıklarını hayır ile aklamaya çalışanlara fırsat verme.”

Soruyorum: Bir şeyler yapabilmek için kaynak mı yok? Koronanın kırıp geçtiği işçiye, esnafa; işsizlikle, geleceksizle mücadele eden gençlere, açlıkla mücadele eden halka ayıracak kaynak mı yok?

Yaşanana, olan bitene yolsuzluk mu demeliyiz, peşkeş mi açıkçası bilmiyorum ama bir yoksulluk var. Kamu kaynakları, kamu yararına düzgünce kullanılmalı ve bütçeler şeffaf olmalı. Dayanışmayla, günü kurtarmak yerine, yarını kurma arzusuyla ayağa kalkamaz mıyız?

Bambaşka bir konu olsa da değinmekte fayda var. Piyasa neden kötüleşir? Basit şekilde (elbette derinlemesine incelendiğinde bu ifadeler biraz farklılaşır) çoğunluk veya halkın alım gücü düşer veya öncelikli harcamalar, gelirin büyük çoğunluğunu kapsar. Bu da tüketimin azalmasına yol açar ve piyasalar kötüleşir. Keynesçi (Keynesian / Keynesyen) iktisat ise bu tıkanıklığa çözümü (pratikte 1960’lar) geliri arttırmakta bulur. O dönemlerde istihdam sorunu olmadığı için kabaca işçi ücretlerinin arttırılması piyasalardaki krizin çözümünü sunmuştur. Bunu günümüze nasıl uygulayabiliriz, yine başlı başına başka bir konudur ancak basitçe şehrin (ve kamunun) özkaynaklarıyla istihdamın arttırılması para sirkülasyonunu da arttıracağı gibi, kısa vade için açlığı, yoksulluğu ve işsizliği çözebilir.

Bu işin ilk adımı kamu kaynağını kendi lüksüne, şatafatına harcamamaktır…

Bitirirken sizlerden ricam haksızlığa sessiz kalmayın. Yarın bizim çocukların ağlamaması için bugün ağlayan çocukların gözyaşını silebilmek için harekete geçin.

Kendini kurtarmak, toplumun yok oluşu olabilir ama toplumun kurtuluşu bireyin de kurtuluşu olacaktır.

Ayrıca tüm hemşirelerimizin Hemşireler Gününü kutlarım. Sizlere ne kadar teşekkür etsek az.

Hasan Hüseyin Korkmazgil’den birkaç satırla bitirelim: “Türk’ük diye övünüyok ağbeyim açlık Türk’ü bilmiyo ki”