Bilim insanı olarak gurur duyduğumuz Uğur Şahin Forbes dergisinin dünya dolar milyarderleri listesine girdikten sonra hızla yükselmeye başlamış ve Bloomberg’e göre 7,4 milyar dolara ulaşan servetiyle dünyanın en zengin 500 kişisi arasında yerini almış. (Elbette eşi Özlem Türeci ile birlikte olmalı)

Bu tür haberler biz Türkleri tabi ki fazlasıyla gururlandırıyor. Kişisel ve toplumsal başarıya aç bir halk olarak, yabancı bir ülkenin sağladığı olanaklarla da olsa bizden birilerinin dünyanın önüne geçmesinden daha güzel ne olabilir ki?

Milyarlarca insanı böyle lanet bir pandemi karşısında çaresizlikten kurtaracak aşıyı geliştiren insanların para sahibi olmaları da en doğal haklarıdır bu arada, gözümüz olmaz!

Neoliberalizm denen yağma tezgâhı
Kapitalizmin günümüzdeki versiyonuna neoliberalizm deniyor. Önceliğin kâr ve üretim olarak belirlendiği bu sistemde bir yandan ülkelerin eğitim programları yoluyla, bir yandan sonsuz medya ve mecralar marifetiyle beyinlerimiz kesintisiz olarak yıkanmaktadır. İnsanların bu amaca gönüllü katılımını sağlamayı ise daha iyi bir gelecek beklentisini sürekli diri tutarak yapmaktadır bu sistem. Haliyle sermaye, mal ve hizmetlerin dolaşımı serbest bırakılırken insanların çeşitli vizelerle kısıtlanması çok normal karşılanır bu düzende.

Gelinen noktada neoliberalizmin, az sayıda zengine karşılık milyarlarca insanı yoksulluğa iten bir mekanizmadan başka bir şey olmadığı apaçık ortaya çıkmıştır. Veriler, milyarder sayısındaki küresel artışın yanı sıra bunların servetlerindeki anormal büyümeyi de gözümüze sokuyor zaten.

Düşünsenize, sadece geçen yıl dünyada 660 yeni dolar milyarderi ortaya çıkmış ve bunların sayısı 2775’e ulaşmış. Paralelinde servetleri toplamı da bir yıl içinde yüzde 60’lık bir artış göstererek 8 trilyondan 13,1 trilyon dolara yükselmiş. Türkiye’nin toplam milli gelirinin 700 milyar dolar civarında olduğu düşünülünce rakamın büyüklüğü daha iyi anlaşılıyor.

Buradan nereye varmak istiyorum? Varmak istediğim nokta, dünyadaki gelir ve servet dağılımındaki haksızlığın daha çok farkına varılması, böylece gerçekten insanca ve hakça bir düzenin kurulmasına omuz verecek insan sayısına katkı sağlamak. Hepsi bu.

Açlık
Yeryüzünde yaşayan 7,8 milyar insanın 850 milyonu tam olarak aç! Bunlardan her gün 30 bin tanesi, (yıl 365 gün, 11 milyon ölüm) ölmek üzere kuyrukta sırasını bekliyor. Vahşi hayvanlara bile yakışmayan böylesi ölümlerin önlenmesi ve insanların asgari koşullarda insan gibi yaşayabilmelerinin sürdürülebilir olarak sağlanması için 20 yıl boyunca 300 milyar dolar sarf etmek yeterli olacaktır.

Yani dolar milyarderlerinin sadece bir yılda ellerinde biriken 5 trilyon dolarlık servet insanoğlunun ilelebet yüzünü ağartacak yani yeryüzünden açlık ayıbını silecek bir projenin gerçekleşmesine neredeyse yetmektedir.

Buna karşılık yılda 1 trilyon dolarlık silah ticaretini saymıyorum bile, çünkü ondan vazgeçebilmek için daha epey fırın ekmek yemesi lazım insan evladının.

Pandemi şans mı?
Pandemi bu anlamda belki de Tanrı’nın bir lütfudur bizler için. Neden derseniz, giderek geri dönülemez bir yok oluş sürecine evrilmeye aday olan bu haksız ve adaletsiz düzeni sürdürmeye çalışan dünyanın kendine gelmesi için sert bir tokada ihtiyacı vardı sanıyorum.

O tokadı, Covid-19 adı verilen virüs olabilecek en kibar bir şekilde attı doğrusu. Geçen bir buçuk yılda koronadan ölenlerin sayısı 3 milyon kadar yani açlıktan ölenlerin beşte biri düzeyinde. Bu da aslında sadece bir ihtar sayılır bence. Yani daha ağır bedeller ödetecek felaketlere karşı birlikte ve bencillikten uzak bir dünya düzeni için çalışılması gerektiğini hatırlatıyor.

Öyle ki, bu gidişle yeryüzünde değil yağmalanacak, yaşam için bir yudum suyla bir nefes oksijen bile alacak kadar temiz alan kalmayacak.

İşte onun için dedim, Covid-19’dan bile ders almayan insanoğluna Tanrı ne yapsın?

Aşı kimin malı?
Öte yandan öyle de bir lanetli varlık ki bu virüs, bir bedene dadanacağı zaman kimlik, kişilik, cinsiyet veya varlık, yokluk yani sınıf farkı seçmiyor. O ana kadar eşitlikçi ve ayrım yapmadan yayılan musibet bir tek korunma konusunda hassas ki korunmasız ve bünye direnci düşük insanlarda gerçek yüzünü ortaya çıkarıp darbeyi indiriyor.

Korunmanın en etkili yolu ise aşılanma. Bu da elbette parayla. Yani parası olan ülke vatandaşlarının yaşama şansı, yoksullara göre daha yüksek. Duke Üniversitesi’nin yaptığı bir çalışmaya göre yoksul ülkelere aşı sırası belki 2023, hatta 2024’de ancak gelebilecek. Bunda zengin ülkelerin aşıların çoğunu şimdiden kapatmış olmasının yanında aşıdaki patent uygulaması da en önemli nedenlerden biri olarak ortaya çıkıyor. Yoksa küresel olarak aşı üretimi kapasitesi çok daha hızlı bir biçimde tüm insanları aşılamaya yeterlidir.

Yeter ki aşıyı geliştirenler daha çok kâr peşinde koşan tüccar değil bilim insanı olduklarını hatırlasınlar ve insanlığı bu salgından ve ileride kaçınılmaz olarak ortaya çıkacak başka salgınlardan korumanın yolunu daima açık tutsunlar. Çünkü aşıları; insanlığın maddi, manevi, bilimsel tüm birikimine kendi emek ve beyin güçlerini katarak geliştiriyorlar. Başarılarında kendilerinden önceki tüm düşünce, felsefe ve bilim insanlarının payı var.

Yani yoktan var eden Tanrı değiller
Bütün bunlardan sonra, ulusal gururumuz olan Uğur Şahin ile Özlem Türeci’nin nadide bilim insanları olarak; en başta ürettikleri aşının patentini iptal edip bu ürünü tüm insanlığa armağan ederek insanlık tarihinin en onurlu konumlarında yer almalarını diliyorum. Ancak böylece onlar da ölümsüz olacaklardır.

Farklı konularda yeniden görüşmek umuduyla, hoşça kalın, sağlıkla kalın.