Sözcü Gazetesi Soner Yalçın büyük madenci grevi sırasında başından geçen olayı kendine has şekilde  anlattı. Yalçın'ın "Bir gerdek yatağında üç gazeteci..." başlıklı yazısı şöyle...

"Bu hafta hep gazetecilikle ilgili konulara değiniyorum.

Denizli'de gözaltına alınmamı ve kalemi kırılan gazetecileri yazdım.

Ülkemizde gazetecilik korunağı olmayan bir meslek oldu.

Gazetecilik siyasal iktidarlar tarafından kötülük merkezi olarak görülüyor.

Hep kendi istediğinin onaylanmasını isteyen her zorba güç, gazetecilere düşmanlık ediyor.

Ve kuşkusuz…

İnatla hakikat aşkının peşinden koşan gazeteciler hep oldu; ve hep olacak.

Evet…

Gazetecilik zordur. Fakat çok da keyiflidir.

İki gündür yazdıklarım nedeniyle kimsenin moralinin bozulmasını istemem.

Biraz da…

Haberciliğin güç şartlar altında yapılırken hangi “keyifler” yaşandığını yazmak istedim.

Yeni bir roman çıktı; “Büyük Yürüyüş.”

Yazarı; Zonguldak maden işçilerinin kara yazgısını ele alan “Mükellefiyet” ve “Göl Dağı” romanlarının da yazarı Metin Köse…

Roman, Zonguldak maden işçilerinin 1991'deki direnişini anlatıyor.

Yüz bin madencinin “Gemileri Yaktık Geri Dönüş Yok” sloganıyla Zonguldak'tan başlayıp Ankara'da bitecek zorlu yürüyüşü belgeli-roman tarzının güzel bir örneği.

Roman karakterlerinden biri de benim!..

Evet…

Gerdek yatağına giren üç gazeteciden biri bendim!..

“Büyük Yürüyüş”ten özetliyorum….

İşte üç gazeteci

“Devrek uykudaydı. Bakkal, lokanta, kahvehane, pasaj, okul, cami başta olmak üzere, bir insanın başını sokabileceği her yer, hem de merdiven boşluklarına kadar doluydu. Ocak soğuğu ayaza çekmişti.

Ayak sesleri kesilmişti. Yalnız bir sokak hariç. Demirciler Sokak'ta ayak sesleri vardı. Henüz başını sokacak bir yer bulamayan üç kişiye aitti bu sesler.

– Bu soğukta napıyonuz burda?

Altmışlı yaşlardaki bu adam, onları görür görmez sormuştu.

– Gidecek yeriniz yok mu?

İçlerinden biri gülümseyerek yanıtladı.

– Yok! Bulamadık!

Adam hemen ilgilendi.

– Soğukta burda durulur mu?

Bir yandan da gözü fotoğraf makinelerine takıldı.

– Gazetecisiniz demek!

Yanıt beklemeden konuşmaya devam etti.

– Meydana doğru bi gidelim hele!

Birlikte yürümeye başladılar.

– Benim adım Mehmet! Alamanya'dan emekliyim.

Gazeteciler de kendilerini tanıttılar.

– Ben Tunca Arslan…

– Hikmet Çiçek…

– Soner Yalçın…

Ellerini ceplerinden çıkarıp tokalaştılar. Soğuk dayanılacak gibi değildi. Yürürken Mehmet Dayı'nın gür sesi etrafta yankılanıyordu. Hacı Ahmet Ağa Camii'ni geçtiler.

– Sokakta durulur mu! Şu soğuğa bak!

Tunca Arslan:

– Biz, haber yapalım derken!..

Mehmet Dayı:

– Dalıp gittiniz ha!

Soner Yalçın:

– Aynen öyle oldu!

Mehmet Dayı:

– Şimdi nası yer bulacaz bakalım.

Mehmet Dayı konuşurken bir yandan da kalınabilecek bir yer düşünüyordu.

– Devrek mahşer yeri gibi be!..

Belediye binasına doğru yürüdüler. Işıklar yanıyordu, pencereye vuran gölgelerden içerde insanlar olduğu belliydi.

– Vallaha arkadaş! Benim ev merdivenlere kadar dolu!

– Komşular dolu!

– Okullar dolu!

– Camiler dolu!

– Bakkal, pasaj, depo, ardiye!

Mehmet Dayı saymaya devam ediyordu.

– Fırın, kahve zaten dolu!

– Hamama da baksak!

Gazetecilere döndü.

– Hamam olabilir ha!

Recep'in oğlunun yatağı

Hamamın kapısından içeri ilk adımı attıklarında bütün umutları söndü. Hamamın her yeri madenci kaynıyordu. Koridor, soyunma odaları, havlu değiştirme yeri, hatta hamamın yıkanma kabinleri madenci doluydu. Hele hele ortadaki göbek taşı bile doluydu.

Madenciler, birbirine bitişik uyurken içerde horultular yankılanıyordu.

Yeniden meydana doğru yürümeye başladılar.

Mehmet Dayı ise sesli düşünmeye devam ediyordu:

– Kazım'ın evi dolu!

– İsmail'in evi dolu!

– Mehmet Ali'nin dolu!

– Mehmed Emin'in evi dolu!

– Tekke Camii içi tıklım tıklım!

Kapının önünde ayakkabı yığılıydı.

– Cemaat hiç bu kadar kalabalık olmadıydı be!

Mehmet Dayı ve gazeteciler hastaneye girdiklerinde yine hayal kırıklığına uğradılar. Burası da hamam gibi tıklım tıklımdı.

Mehmet Dayı gaza yüklendi. Tekke Camii'nin yanından geçip İsmet Paşa Mahallesi'ne yöneldi. Aytaç Sitesi'ndeki yeni yapı bir evin önünde durdular.

Mehmet Dayı:

– Az bekleyin!

Araçtan inip el feneriyle binaların arasına doğru yürüdü. Tunca Arslan, Hikmet Çiçek ve Soner Yalçın aracın içinde beklemeye başladılar. Çok geçmeden el fenerinin ışığı göründü. Mehmet Dayı'ydı gelen.

– Hadi arkadaşlar!

Gazeteciler araçtan inip onu takip ettiler.

– Size bi yer buldum!

Gazeteciler memnun olmuşlardı.

– Sağ ol dayı!

Mehmet Dayı bir apartmana girdi. Merdivenlerden bir kat yukarı çıktılar. Mehmet Dayı anahtarla kapıyı açtı. İçeri girip ışığı yaktı. İşte o an gazeteciler büyük bir şok yaşadılar. Karşılarında süslenmiş bir gerdek odası vardı.

Tunca Arslan:

– Bu ne Dayı!

Mehmet Dayı:

– Bizim Recep'in oğlu!..

Hikmet Çiçek:

– Eee!

Mehmet Dayı:

– Yarın burda gerdeğe girecek!

Soner Yalçın:

– Dayı olur mu ya! Adam burayı özel hazırlamış!

Mehmet Dayı:

– Kalacanız arkadaş! Siz misafirsiniz be!

Gazeteciler şaşkın birbirlerine baktılar.

Tunca Arslan:

– Buranın sahibi nerde?

Mehmet Dayı gazetecilerin konuşmasına fırsat vermedi.

– Recep'in oğluna hazırlandı! Yarın Alamanya'dan gelecekler! Biz burayı düzeltiriz! Siz merak etmeyin! Hem, başka yer mi var be! Hadi iyi geceler!

Bunu der demez de çıkıp gitti.

Gazeteciler, şaşırmış halde kalakaldılar. Karşılarında tepesi tüllerle rengarenk süslenmiş, yastıkları iyice kabartılmış, hiç kullanılmamış bir gerdek yatağı vardı.

Tunca Arslan, Hikmet Çiçek ve Soner Yalçın, üçü birden gerdek yatağında uyudular.”

Sahiden…

Zordur ama çok keyiflidir gazetecilik…"