Gençlik ve gençliğin davranışları her çağda insanların ilgisini çekmiş ve günümüzde de ‘kuşak çatışması’ olarak adlandırılan ‘gençliği anlama güçlüğü’ farklı zamanlarda benzer anlamlar içeren cümlelerle ifade edilmiştir.

Bugünlerde gençler kontrolden çıkmış durumda. Kaba bir şekilde yemek yiyorlar. Yetişkinlere karşı saygısızlar. Anne-babalarına karşı çıkıyorlar ve öğretmenlerini sinirlendiriyorlar (Aristo. M.Ö. 350)”.

Günümüzün gençleri öyle umursamaz ki, ileride ülke yönetimini ele alacaklarını düşündükçe umutsuzluğa kapılıyorum. Bizlere, büyüklere karşı saygılı olmayı, ağırbaşlı davranmayı öğretmişlerdi. Şimdiki gençler kurallara boş veriyorlar. Çok duyarsızlar ve beklemesini bilmiyorlar (Heseiod M.Ö. 800)”.

Gençlik, Türkiye’de de üzerinde en çok durulan ve nüfusumuz açısından sayısal durumuyla övündüğümüz konulardan biri olmuştur. Akademik çevrelerin üzerinde çokça kafa yorduğu, söyleşilere, sempozyumlara, konferanslara ve araştırmalara konu olan genç nüfusumuz,  politikacıların da yakın ilgi duyduğu bazen garanti oy deposu bazen de politik yatırım malzemesi olarak gördükleri bir çalışma alanıdır.

Gençlik dün olduğu gibi bugün de ana babaları, eğitimcileri, toplumbilimcileri ve ülkenin geleceğine duyarlı herkesi derinden düşünmeye bazen de endişelendirmeye devam etmekte, konu günlük yaşamdaki konuşmalarda sık sık gündeme getirilerek, gençliğin nereye gittiği sorusuna cevap aranmaktadır.

Çok partili döneme geçildikten sonra siyaset arenasındaki hızlı değişimin bir sonucu olarak gençlik siyasi olayların tam ortasında konumlanmış/konumlandırılmıştır. Demokrasimize yapılan direk ya da dolaylı müdahaleler sonucunda siyaset alanından uzaklaşan gençlerimiz kendilerine yeni uğraşlar bularak çocukluktan erişkinliğe geçiş sürecini farklı şekilde tamamlamaktadırlar.

Kimlik duygusunun gelişmesi gençlik romantizmi içerisinde pek de kolay olmamaktadır. Belki de biz yetişkinlerin hayat tecrübeleri, yaşanmışlıkların çeşitli ve çok olması onların davranışlarını farklı yorumlamamıza da sebep olmuş olabilir. Yetişkin realizmi ile gençlik romantizminin çatışması, beklentilerin ve olaylar karşısında farklı tepkilerin gösterilmesi de çok da abartılacak bir durum değildir. Aslında yetişkinler tecrübelerini kullanarak gençlere yol göstermeye çalışmaktadır ama gençler de kendi tecrübelerini kendileri edinmek yani kendi yollarını kendileri bulmak istemektedirler. Çatışmanın en önemli sebebi bundan kaynaklanır.

Dünya hızlı bir değişim içerisindedir. Beslenme, giyinme, eğlenme gibi temel insani ihtiyaç ve alışkanlıklar bile farklılaşmıştır. Beğenilme ve hor görülme davranışları da değişmiştir. Mesela dün kabul gören “Bir dirhem et bin ayıp örter.” sözünün bugün pek de geçerliliği kalmamıştır. Genç kızlarımızın büyük bir çoğunluğu için fiziksel görünüşleri her şeyin önüne geçmiştir. Bu durum delikanlılarımız için de pek farklı değildir. Anne babaların ya da içinde yetiştikleri sosyal çevrenin tüm uyarı baskı ve telkinlerine rağmen giyim ve yaşam tarzları farklılık göstermektedir. Aileden daha fazla etkili olan kendilerine seçtikleri rol modellerdir. Medya aracılığı ile her tür davranış ve düşüncesi etki altında bırakılan gençlerin üzerinde ailenin yönlendirici etkisi kalmamıştır. Yetiştikleri siyasi ortamın, kültürel yapının bile mevcudu muhafaza etmeye çok fazla etkisi olduğu söylenemez. Dünün memleket meselesi olarak nitelendirilen konular gençlerin pek de umurunda değilmiş gibi görünmekte ya da bizler gençlerin öyle düşündüğünü varsaymaktayız. Benimsedikleri idealler ya da görüşlerden ödün vermeye yanaşmamaları gençlerin “asi, dik başlı, vurdumduymaz, lakayt” gibi sıfatlarla tanımlamamıza neden olmaktadır.

Teknolojik yerli olmaları nedeniyle bilgiye farklı kaynaklardan çok kolay ulaşan, sorgulayan, eleştiren ve aklını kullanan gençlerin yetişkinlerle yaşadığı kuşak çatışmasının en önemli nedeni inandığı değerleri kendi çıkarları için değiştiren, inkâr eden ya da çiğneyen yetişkinlerin yaptıklarını görebilme becerisidir.

Gençlerin büyük bir çoğunluğu kendi gerçeğini bulmak, kendi kimliğini oluşturmak ve hayatın gerçekleriyle bir an önce karşılaşmak için bulduğu ilk fırsatta ailesinden ya da yetiştiği çevreden uzaklaşma yolunu tercih etmektedirler. Bulunduğu şehirden farklı bir yerde çalışma, okuma ve yaşama istek ve çabasının altında yatan birincil faktörün bu olduğunu düşünmekteyim.

Hızlı sosyal değişimlerin olduğu toplumlarda geleneksel değerlerin, örf ve adetlerin de değişime uğramaları aynı hızda olmaktadır. Buluğ çağ ve ergenlikle gençlerin yaşadığı yoğun gelişimsel değişikler hızlı sosyal değişimle birleştiğinde düş kırıklıkları, depresyonlar ve savrulmalar da beraberinde gelmektedir. Gençler arasındaki umutsuzluğun çoğalmasının sigara, alkol ve uyuşturucu kullanımını artmasını da bu değişimlerde aramalıyız.

Ebeveynlerin gençlerde gördüğü değişikliği bunalımlı, dengesiz, aşırı duygusal olarak nitelemelerinin sebeplerinden birisi de o zamana kadar görmeye alışkın oldukları saf, sevimli, uysal ve itaatkâr çocuklarının büyümüş olduğu gerçeğini görememeleridir. Oysa yapılan araştırmalarda insanların çocukluk, gençlik ve yetişkinlikteki ruhsal sorunlarının benzerlik gösterdiği şeklindedir. Bir travma ya da hastalık geçirmedikten sonra insanın yaşamı boyunca dönemsel ruhsal hastalıkları olmamıştır. Gençlik dramatik değişikliklerin olduğu kaygı verici bir dönem değil, çocukluktan yetişkinliğe geçiş sürecinde deneyim kazanılan insanın çok hızlı değişime uğradığı doğal bir gelişim sürecidir. Gençliği bunalımlı olarak değerlendirmek onları anlayamamanın, yetişkinlerin gençleri kontrol altında tutma çabalarının bir sonucudur. Aslında yapılacak şey basittir; çocuğu ile yeniden büyümek. Ama bu çok sabır isteyen bir durumdur. Çoğu yetişkin buna katlanamaz.

Gençlerimiz yetişkinlerden, kendi hatalarıyla yüzleşirken ikiyüzlülüğe yer vermeyen bir sevgi ve saygıyla yanlarında durmalarını beklemektedirler.

Gençleri anlamak, onları siyasi ve ideolojik hesaplara alet etmeden sevildiklerini, kendilerine değer verildiğini, önemsendiğini ve anlaşıldığını göstermekle olacaktır. Onları dinlemek, iletişim kurmalarına fırsat vermek ve gençlerin iletişim yöntemlerine kendimizi hazırlamak gençleri anlamanın en önemli aşamasıdır. Gençlerin, hayatımızın anlamı, toplumumuzun ve geleceğimizin güvencesi olduğunun unutulmaması gerekir.

Halil Cibran şiirinde ebeveynlerin çocuklarıyla ilişkisinin nasıl olması gerektiğini ne de güzel ifade etmiş:

Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil,

Onlar kendi yolunu izleyen Hayat’ın oğulları ve kızları.

Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler

Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.

Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil.

Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.

Bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil.

Çünkü ruhlar yarındadır,

Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.

Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları

Kendiniz gibi olmaya zorlamayın.

Çünkü hayat geriye dönmez, dünle de bir alışverişi yoktur.

Siz yaysınız, çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar.

Okçu, sonsuzluk yolundaki hedefi görür

Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar.

Okçunun önünde kıvançla eğilin

Çünkü okçu, uzaklara giden oku sevdiği kadar

Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever.