Hayatımız sadece yaptıklarımızdan ibaret. Geride bırakacağımız şey bir “iz” olarak kalır. İyi ya da kötü tercihlerimiz bu somut ve anlamlı izi ortaya çıkarır.

Öyle bir hayat yaşıyoruz ki…

Geleceği düşünmeden (sadece kendi geleceğimizi düşünerek) yarına bakmadan (sadece kendi yarınımıza bakarak), para ve güç için statü peşinde koşarız. Gücümüzü bunlara bağlayarak elde etme çabamız; hayatı da ıskalamamıza, anları, günleri, ömürleri boşa geçirmemize sebep olur. Yaşadığımız dünyada bizi daha güçlü yapacak, hayatı daha anlamlı kılacak pek çok sebep varken.

Yatağa başımızı koyduğumuz zaman ne kadar düşünüyoruz? Neler yaptığımızı, kimlere selam verip kimlerin yanından sessizce geçtiğimizi… Her yirmi dört saatimizin içinde kaç kişiye gülümsüyor, onlar için iyi dileklerde bulunuyoruz? Çok mu az? Yoksa hiç mi?

Bazılarımız işinden ya da yaşamından dolayı pek çok insanla karşılaşıp sohbet eder. Kaçımız dolmuşlarda, otobüslerde gördüğümüz yüzlere bakar?

Önemli olan şahsımızın insanlara ne kadar yakın ya da uzak durduğu. Hepimizin dertleri sıkıntıları, yaşama dair kaygıları var. Ama bir anlığına bunları unuttuğumuz zaman, ne kadar güzel oluyor aslında dünya değil mi?

Zülfü Livaneli’nin çok güzel bir parçası var; “Dünyayı güzellik kurtaracak. Sevmekle başlayacak her şey”. Sevmediğimiz zaman ne kadar sevilebiliriz? Güzel gözlerle bakmadığımız zaman, bize kim bakacak güzel gözlerle?

Özellikle son zamanlarda ülkemizin, şehirlerimizin, insanlarımızın durumunu göz önüne aldığımızda güzel bakan gözlere ne çok ihtiyacımız olduğunu hissetmiyor muyuz?

Zonguldak’ı severken de, önce ona güzel gözlerle bakarak uyanmalı ve sonrasında güzel sevmeliyiz. Elbette hepimiz için sevmek gerek. Kendimiz için seversek vay halimize.

Sevgiyle…