Yıl 1973 geç bir sonbahar akşamı.
Tenteli kamyonlardan yapılmış, öğrenci servis taşıtlarıyla gelir, giderdik okullara. Okul zilinin çalmasıyla Kamyonun tahta koltuklarında yer kapabilmek için fırlardık sınıflardan. Sürgülü cam kenarları en makbul olan yerlerdi. Mehmet Çelikel Lisesi karşı dağın tepesinden şehire yukarıdan bakardı. Liseye giriş çıkış o dik merdivenlerdendi. Doğru dürüst sakin okuldan çıkanı göremezdim çünkü yer kapabilmek için koşarak çıkardım okuldan. O merdivenlerden uçarcasına iner, koşarak yolun kenarına park etmiş servis kamyonumu arardım. Bayırda, arka arkaya dizili bir sürü servis kamyonlarının içinde bir de doğru kamyonu bulmak vardı. Fıldır fıldır gözlerle boncuk mavisi tenteli kamyonu arardı gözüm. Cengiz abinin kullandığı kamyonun muavini Mehmet abi, o olmadığı zamanlarda genç, yeşil gözlü Doğan olurdu kamyonun arkasında. Muavin Mehmet abi, kamyonun en arkasında demirden yapılmış dik basamakları çıktıktan sonra, sol tarafta kendine ait daracık bir bölmede otururdu. Gözüm ilk önce onu arardı kamyonların arkasında. Mehmet abi, göbekli orta yaşlı kırçıl saçlı biriydi. Kamyona hücum edişimizde tatlı dil bağırır ‘yavaş beyler yavaş! Tabakhaneye b*k mu yetiştiriyonuz’, diye her birimizi şakayla karışık Zonguldak şivesiyle ikaz ederdi. Her Zonguldaklı gibi şamata birisiydi. Beş on dakikaya kalmaz kamyon hınca hınç dolardı. İlk önce hastane bayırından aşağıya yavaş tempo iner, 30 Ağustos ilkokulunun önünde düzlüğe çıktığımızda, tam gaz geçerdik Arnavut taşlarıyla bezeli, göçük ve tümseklerle dolu soğuksunun çarşısını. Hoplaya hoplaya... Bağıra çağıra... Ayy Uff sesleriyle... Fevkani Köprüsünün ilk ayağına uçarcasına son sürat girerdik. Çarşıyı geçer, kadırga yokuşunun ilk keskin dönemecinde, diğer tepede dururduk. Sarsıntıdan uyuşmuş vücudumuz nasıl da vızıldardı. Ardından yayla gelir... Fener mahallesine girişten sonra kamyon, hem tenhalaşır hem de uslanırdı. Nuray, Zafer, Selçuk ve ben, kara toprağın önlerinde, evlerimizin önünde inerdik. Cengiz abi en son Ekonoma'da da durduktan sonra garajlara geri dönerdi. Aynı curcunayı sabah tekrar yaşamak üzere evlerimize dağılırdık.

Dışarıda artık alaca karanlık. Lassi, biten günün ardından acıkmış, yarı yolda beni bekliyor. Kuyruk sallamaktan yorulmuş bir hali var. İsteksiz. Suratına bakınca kuyruğunu biraz sallıyor, bakmazsan duruyor. Birazdan babam da Mohini ile işten gelecek. Radyo da kanun taksimi. Annem masayı hazırlarken bir yandan da radyo da çalan şarkıya eşlik ediyor. Çantamı, sanki o gün çok yorgun bir iş yapmışım gibi, yatağımın üzerine fırlatıyorum. Sıkıcı bulduğum kravatımı çıkartıyorum. Yemeğimi yiyip biraz ödevlere bakıp, yarın için çantamı hazırladıktan sonra artık yatma saati. Dışarıda, cırlayan ağustos böceklerinin huzur dolu ötüşleri ninni gibi... Gözlerim kapanıyor, dalıyorum. Tatlı rüyalar Fener.